Mustafa Muharrem Yazdı: Şehir, İmaj Oyununa Gelirse

Bir şehir ya medeniyetin tüten lirizmi olarak yankılanır göklerde; ya da taş stoklarından doğmuş bir üslupsuzluk halinde hayata ve insana…

A+
A-

 

Mustafa Muharrem / Şair-Yazar                                                      

Bir şehir ya medeniyetin tüten lirizmi olarak yankılanır göklerde; ya da taş stoklarından doğmuş bir üslupsuzluk halinde hayata ve insana kendini dayatır. Bayındır yapılar arasına sıkıştırılmış ömürler, bir yeri şehir haline getirmeye yetmez. En fazla, katmanlı ve muhkem kalınlıkların içimize de insaniyetimize de nasıl çöreklendiğini acı bir resim gibi koyar önümüze.                    

Medeniyet arka planına sahip bir yer, eğer samimi üslubundan kopmamış ve belleğini kamaşmalardan sakınabilmişse, şehir kalmanın sorumluluklarından kaçmaz. Mamur bir bilinç ve mamur bir ruh olarak, hayatı refere edebilen bir yaşantı örgütlemesi şehir olma vasfını taşır. Yoksa, varlıksal-bilgisel-değersel bağlamından; kendi metafizik dayanağından mahrum bırakılmaya ses çıkarmamış bir yaşantı bloku, şehirden başka bir şeydir.                

Kendi ontik, epistemik ve etik kökleriyle temas ısrarı, ilişki kararı varsa şehirden sahih biçimde sözedilebilir. Künyesine küs durmayı seçmiş, tarihsel birikimine karşı vefasını esirgemiş bir yaşantı organizasyonu, dilediği kamustan, arzuladığı lügatten ister bol fosforlu, ister çok geçerli, şehir dışında başka adlarla çağrılıp anılmayı tercihleyebilir.                  

Kelimeler o kadar önemli mi? Evet. İnsanların düşünme yüzölçümleri, dağarcıklarındaki kelimelerin anlamsal içerikleri toplamıdır. Dünyayı nesnel, olgusal veya kavramsal, zihnimize taktığımız dil eldiveni sayesinde dokunulabilir, tutulabilir kılarız. Her kelime, varlık evinde konuk ettiğimiz bir anlamın bizim misafirimizken bize uzattığı bir armağandır. Kelimeler gerçekliğimize ait algıların emanetçiliğini üstlenir ve bu nedenle bir an kesitine birkaç yüzyılı, birkaç çağı yekpare bir sürerlik olarak depolayıverir.                    

Şehirler de tıpkı biz insanoğulları gibi kendi varlık-bilgi-değer kodları ile bağını dil üzerinden sağlar. Dile saygı, şehrin devraldığı mirası doğru anlayıp anlamadığını testten geçirir. Eğer kök ile dallar arasında birbirleriyle çelişmeyen bir takip somutluğu görülebiliyorsa; orada dile borcunu ödemekten kaçmayan bir irade var demektir.                

Çünkü, dilin yüzlerce yıllık hassasiyeti, şimdiki zamanı da kendi terbiyesiyle emzirmiş, beslemiştir. Şimdiki zaman da bu şefkate cevabını, dilden aldığını hayata aktararak vermiştir. Dil hayatı terk etmemiş; şehir de bu sadakati bir gündelik normaller stili olarak benimsemiştir.                   

Bir şehir kendi anlamsallığını iptal eder, kendi dilsel genetiğini bozmaya yeltenirse, sadece bir sözel değişiklikle, bir kelime makyajıyla sınırlanmayacak bir tanım oyunu ortasına sürükleniverir. Oysa, bir tarifi doğrulamak, kendi karakterini, kendi kişiliğini ve haysiyetini yaşatma titizliğinde dikkatten bir an bile uzak düşmemektir. Bir tanımda, bir nitelemede yeni ve tarihselliğine zıt kombinasyonlar açmak, o anlamsal kapsamın bütün kazanımlarına, bütün çağrışımlarına ve imkanlarına vefasızca yüz çevirmekten başka nedir?                 

Hayatımızdan kim, hangi hakla, hangi kelimeleri fütursuzca kovabilir? Bir şehir, kendi anlamsallığından, kendi hüviyetinden bu denli kolay nasıl savrulabilir ve buna hiç tepkisiz rıza gösterebilir? Sanki yüzlerce yılın izni ve onayı varmış gibi, kendi asliyetine vedaya bu denli sığ, bu denli gereksiz mizansenlerle nasıl zorlanabilir?              

Bir punduna getirilerek şehir kendi anlamsal çerçevesinden firara özendirilmişse, bir, orada yaşayanların hayat denklemleri artık biyolojinin gereklerine eşitlenmiştir.Seslerini de yitirmişlerdir, dudaklarından çağlayacak kalplerini de.                

İki, o yer artık doğruya değil gerçeğe ve güce aittir. Mukimleri de, kuvvete karşı konsomasyon konusunda kitlesel maharetten, kolektif yetenekten nasiplenmeyi sindirebilmişlerdir.Üç,orası betonarme görgüsüzlüklerin, çelik konsontrüksiyon böbürlenmelerin cenneti;ama ruhaniyetin ve estetiğin cehennemidir.            

Paylaştığımız hayatı birbirimize karşı simetrik azaplar ve teşkilatlanmış zehirler halinde koyultmak niyetindeysek, namlu önce şehir kelimesine boşalmalı. Önce göğü kaldırıp atmalı üstümüzden; önce mekanlar fiziğin ötesinden emekliye ayrılmalı; eğer kalbimize noktayı arz koyacaksa.

Şehirden hoşlanmıyorsak, itiraf edelim, ruhun bayındırlaşmasından korkuyoruz. Şehir silinip başka isimlerle bilinirleştiriliyorsa, orada zihin dünyamıza yönelen anlamsal terörün saltanatı başlamıştır             

                    

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

    

                                     

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

POPÜLER HABERLER