Mustafa MUHARREM / Şair-Yazar
Aydınlanma hareketinin zihinler için ürettiği kışkırtıcı tabletlerden biri de, bilgilenme eşitliği postülasıdır . İnsanın değer piramidi üzerinde estirdiği alabora düşünüldüğünde, çok masum bir kestirimdir bu . Üstelik, bilgisel iktidarı amuda kaldıran, ardından yere seren bir yetenek ve güç sahibidir de.
Bilgilenme paydasında birbirine denk imkanlardan başlayan koşu, insanoğlunu harcadığı enerji ve efora , gösterdiği dayanıklılığa göre öne çıkaracaktır tarihte . Öyleyse tarih parkurunda arkalara düşmekten , nal toplamaktan korkanyarışçılar , iddialarını sürdürmek için hızını da mecalini de kontrollü kullanmak durumundadır .
Bilgilenme eşitliği bu bağlamda suje ile obje arasındaki ilişki kümelenmelerinin ürettiği sistemli ya da sistemsiz birikimlerden, herkesin hissesini toplayabileceğini ima eden bir yağmalama ruhsatıdır adeta . Okullar, kütüphaneler ile bunların dışındaki dünya, ayakta ve hayatta kalabilme savaşından başarıyla çıkmış herkesin; hatta, her kitlenin, her toplumun bitmez tükenmez ganimet yığınıdır.
Doğallıkla, savaş sırasında gösterilen yiğitlik, işlevsellik ve yararlık düzeyi, bu ganimet tablosunda alınacak yeri de belirler. Bilgilenme eşitliğine yaslanarak ne denli bir ayakta ve hayatta durma iradesi sergilenmişse , epistemik deponun hacmi o oranda büyür, genişler . Sorun, bu iradenin kolektifleştirilerek örgün hale getirilip getirilmemesi, bu noktadan da tarihin böğrüne bir bayrak gibi dikilip dikilmemesidir.
Aydınlanmacı paradigma , aklın ışığını bütün yetkelerin en üstüne koyarak bir anlamda ussallığı insan adına merkezleştirmiştir . Bu yolla da, insanoğlunun skolastik düşünce ve tutumların pençesinde kıvrandığı çağlardan, teolojik veya metafizik mahreçli karanlıklardan intikam fırsatı yaratmıştır.
Artık, tanrısal orijinli bir zihniyet hiyerarşisinin geçerliği yoktur . Kutsala dönük her kabul, her pratik ve bunları çerçeveleyen referanslar dizgesi , test edilebilen , formülleştirilebilen, doğrulanabilen bilgilerden beslenmediği için, gerçekliğin öte yakasındadır . İnsanın anlam dağarı yeryüzüne ait olanla takasa sokularak değiştirildiği için, nitelin altından bir bakıma sandalyesi çekilmiş; nicel ise, yargıç cübbesiyle kürsüye oturtulmuştur.
Tam da bu safhada, sosyal ve kültürel doku yeni bir düzleme kayar . Bilgisellik önce devletleşir ; sonra piyasa içine girer : Okullar her kademesiyle, devletin ideolojik aygıtları olarak, zihnimizi bizim özgürlüğümüze bitiştirmeyen patentlendirme ve belgelendirme mercileridir . Hangi bilginin dolaşımda tutulması ve rayiç değer taşıması, hangi bilginin ise içeriği yönünden bazen gizlenmesi bazen imhasına çalışılması gerektiğine, devlet karar vermektedir.
Resmiyet, bilginin de akreditasyon süreçlerinde tanınırlığı koşulunu getirir böylelikle. Böylelikle yerleşik ve müseccel öğreti, bilgiyi de uyması zorunlu bir ilkesellikler bütününün tasdikine açar . Sanki bilgi de, yurttaşların tabi kılındığı emirler-yasaklar ile haklar-ödevler manzumesinin edilgen bir nesnesidir. Devletin bu yaklaşımı, hem zihinlerin hem düşünme becerisinin kendi başına bırakılmayacak kadar dizgine ve gemlenmeye muhtaç yaban atlar gibi algılandığının yasallaştırılması, yani, bilginin ehlileştirilmesi ve evcilleştirilmesi değil midir?
Aydınlanmacılık, bilgiyi, bilgisel otoriteyi, Prometeus’un ateşi Tanrı Zeus’tan çalarak insana vermesini andıran epik ve bir o kadar da mitolojik tavırla kilise ile diğer iktidar seçkinlerinden kaçırıp yerküreye indirdi, evet. Gökselin ve göksel olan ile ittifakın tahtını devirerek başardı bunu.
Fakat öte taraftan da, hem bilgiyi statükonun insanlar arasında kullandığı çimentoya dönüştürdü; hem piyasa aktörü yaptı.
Kitlenin bilgilenme eşitliği, bu haktan faydalanmaya elverişli enstrümanları çabuk endüstrileştirdi . Okullar, kitaplar, gazeteler, dergiler, bültenler, reklamlar, TV programları, tiyatro ve sinemalar; hatta, bilimin hemen her dalı, hemen her sanat ve edebiyat janrı, bu endüstrinin yedek parça bayileri ya da servis-bakım atölyeleri olarak her saniyemizi ablukasına alıverdi. Rol dağılımında ise, bilim adamları, uzmanlar, gazeteciler, eğitmenler, yönetmenler Aydınlanma öncesi ruhban evrenin, yani, rahibin, keşişin, azizin, şamanın, yalvacın tartışılmazlığına, kuşku duyulmazlığına bürünüverdi.
Bir buluşun ya da bir haberin öyküsü, hayatı, duyarlığı biçimleyen kutsal metin göndermeli anlatıların yerine geçerken insanın tecessüs kuvvetini , doğum ile ölüm arasındaki evrelere düğümleyerek körleştirdi . Soyutun nerdeyse kuduz köpek muamelesine reva görülerek itlaf edilmek istendiği bu çağda, görünürlüklerin cangılı bütün kıyıcılığını hoyratça sürdürürken elbette aşkınlık insandan kovulmuştur. Elbette somut, bu tarihsel aralığın başat karakteridir. Elbette bilgi değer değil önem potansiyelidir ve dinginlikten vazgeçip süratli olmalıdır.