Dr. Senai Demirci Yazdı: Din Ahlâkı Garanti Eder Mi?
Din, ahlak içindir. Mensuplarından ahlak talep etmeyen bir din taraftar üretir; “kutsal” kişiler ve...
Bu ülkede en az yarım asırdan beri saz ve türkü denince ilk akla gelen isim Neşet Ertaş’tır. Çünkü sazı türküye, türküyü saza, kendisini de her ikisine birden bu kadar yakıştıran ve yaklaştıran ikinci bir isim bulmak nerdeyse imkansızdır. ..
* Bayram Bilge TOKEL
Bu ülkede en az yarım asırdan beri saz ve türkü denince ilk akla gelen isim Neşet Ertaş’tır. Çünkü sazı türküye, türküyü saza, kendisini de her ikisine birden bu kadar yakıştıran ve yaklaştıran ikinci bir isim bulmak nerdeyse imkansızdır. Onun içindir ki bundan 25 yıl önce çektiğimiz Bozkırın Tezenesi belgeseli’ne şu cümle ile başlamıştık: Neşet Ertaş demek türkü demektir binlerce yıldır söylenen ve söylenecek olan; Neşet Ertaş demek saz demektir binlerce yıldır çalınan ve çalınacak olan…
Anadolu’ya gelmeden kopuz vardı ozanların elinde. Anadolu’ya göçerken kutsal bir emanet gibi sahiplendiğimiz kopuza burada saz/bağlama adını verdik. Orta Asya bozkırlarında kopuzla çalıp çığırdığımız yır, aydım, koşuk, mahnı, türkî vb. halk havalarına Anadolu bozkırlarında türkü, koşma, nefes, deyiş, bozlak, barak dedik. İsimleri değişse de bunların hepsinin özü ve ruhu şu üç kelime ile sırlıdır: Türk, Türkçe, Türkü… Yani türkünün özü, Türklerin, Türkçe ile söyledikleri havalardır. Zaten “türkü” de Türk’e has, Türk gibi, Türk’e göre anlamına gelen “Türkî”den geliyor.
Gelenek ve Neşet Ertaş
İşte Neşet Ertaş en az bin yılın o muhteşem sazını, sözünü ve avazını en iyi temsil eden; bu sazı, sözü ve avazı çağımıza taşıyan ustaların en başında gelen bir isim. Herkes bilmez ama O, sadece güzel saz çalan, güzel türküler söyleyen biri değil, söylediği türkülerin sözlerini de yazan bir şair. Yani ozan, halk ozanı. Garip, Kul Garip, Garip Bülbül mahlaslarını kullanarak yazdığı ve çok büyük bir kısmını ‘havalandırarak’ (besteleyerek) türküleştirdiği şiirleri ile binlerce yıllık ‘halk ozanlığı’ geleneğinin çağımızdaki önemli temsilcilerinden biri aynı zamanda. Olağanüstü güzellikteki sesinin ve sazının etkisinden kurtulup pek dikkatimizi veremediğimiz türkülerinin sözlerine yakından baktığımızda bunu hemen fark ederiz.
Bu şiirlerin teknik ve estetik yönden sahip oldukları mükemmelliğe, anlam derinliğine, imaj zenginliğine, duygu yoğunluğuna ve kullanılan dilin sağlamlığına bakarak, şairini, halk şairliği geleneğinin altın halkalarından biri saymak yerinde olur. Bu yönüyle Neşet Ertaş, geleneğin öz kaynaklarından beslenen tüm gerçek ozanlar gibi, geleneği, özünden koparmadan ve asli yapısını zedelemeden onu yenileyerek devam ettiren az sayıdaki isimlerden biridir.
Yüksek sezgi gücü, derin irfâni birikimi ile, köklü bir geleneği devam ettirmenin, geleneğin aynen tekrarından değil, onu yenileyerek, yeniden ifade ederek söylemekten geçtiğini çok iyi biliyordu. Bunu, sadece türküleriyle değil, vokal ve enstrümantal icrada sergilediği tavır, üslup ve yorum farkıyla da ortaya koyuyordu. Deha derecesindeki yeteneği ile havalandırdığı türküler ve bozlaklarında gördüğümüz hem orijinal ve sağlam, hem de lirik ve zengin müzik cümleleri, ezgi kalıpları ve makamsal zenginlik, aynı zamanda Ertaş’ın eşsiz bir kompozitör (besteci) olduğunu gösterir. Bu yönü de bizim sözde bestecilerimizin pek ilgi alanına girmez nedense.
Gönül Delisi Bir Ozan
O kendisini, hayatın dert ve çileleri ile çektiği gönül yarasının dinmeyen acılarını içinden geldiği gibi dile ve tele dökerek türküler havalandıran bir gönül hizmetçisi olarak görürdü. Bu dünyaya, Yunus’un “dostun evi” dediği gönüllerimizi yapmaya geldiğine inanıyordu. Bunu sık sık, “biz gönül hızmatçısıyız, insan gönlüne hizmet Hakk’a hizmettir” şeklinde ifade ederdi. “Bizim silahımız gönüldür, biz gönülle ağlatır, gönülle güldürürüz” derdi. Babası Muharrem Ertaş’ın ardından söylediği o ünlü bozlakta “Gönül delisini neyledin dünya” derken, Abdallık geleneğinin bu en güçlü damarına vurgu yapıyordu aynı zamanda.
Ve en çok gönül üzerine türküler söyledi. Sayısını kendisinin de bilmediği türkülerinde en çok kullandığı kelimeler aşk, sevgi ve gönül idi. En çok sevilen türküsü Gönül Dağı, son albümünün adı “Gönül Yarası” idi. Konserlerindeki coşkun kalabalığın huzuruna çıktığında söylediği “ayaklarınızın turabı, gönüllerinizin hızmatçısıyım” sözünün, bazılarının sandığı gibi ezberlenmiş klişe bir ifade olmayıp, son derece bilinçli söylendiğini biliyorum. Bir gün, bu ifadeyi kendince küçültücü bulup Üstad’a yakıştıramayan birine verdiği cevabı unutmuyorum: “Topraktan geldik, toprağa gideceğiz, ayakların turabı olmak insanın aslına dönmesidir; gönül hızmatçılığı ise insan olmanın bir gereğidir, çünkü gönül Allah’ın evidir…”
Neşet Ertaş asıl gücünü ve büyüklüğünü, sanatı ve sanatçılığı bir çıkar kapısı, şöhret basamağı, gösteriş unsuru olarak değil, samimi ve dürüstçe yapılan bir ‘gönül hızmatı’ olarak gören derviş kişiliğine borçlu. Sanat onun için samimiyet ve dürüstlük demekti. İnanmadığı, yaşamadığı, acısını yüreğinde hissetmediği hiç bir şeyi yazmadı, konuşmadı, çalıp söylemedi. Gücü de, cesareti de, sanatındaki olağanüstü başarısı da büyük ölçüde bu özelliğinden kaynaklanıyordu. Sık sık şöyle derdi: “ Kendini bilen yaratıldığını bilir, yaratıldığını bilen Yaradan’ı bilir, Yaradan’ı bildikten sonra geriye ne kalır ki…
Son Büyük Abdal
Neşet Ertaş, binlerce yıllık tarihi ve kültürel geçmişe dayanan tasavvufi kaynaklı “Abdallık” geleneğinden besleniyordu büyük oranda. Daha çok sözlü kültüre dayalı, usta çırak ilişkisi ile devamı sağlanan, somut davranışlar bütünü halinde nesilden nesile bizatihi yaşanarak ve sazla-sözle aktarılan bu kültür ve felsefe, O’nda tam bir hayat tarzına dönüşmüştü. Modern anlamdaki ‘kültürlü’ bir insan olmaktan çok, irfan sahibi. arif bir insan tipi idi. Kendi ifadesi ile, “mektep medrese görmemiş, okuma yazmayı askerlikte öğrenmiş, hayatında bir kitabı bile baştan sona okumamış” hakiki bir ümmi: “Derununda gevher ezen”, “özünü bendine çeviren”, “can gözüyle gören”, “tüm canları Hak bilen”, “sazını Hak için çalan” bir Garip Abdal… Babası merhum Muharrem Ertaş ile birlikte, Abdâlân-ı Rum’un, yani Anadolu Abdallarının çağımızdaki en büyük temsilcisi, son abdal değil belki ama son büyük Abdal…
Yetmiş dört yıllık ömründe yaşamadığı, yüreğinin derinliklerinde hissetmediği, acısını, sızısını gönlünde duymadığı hiçbir duygu, düşünce ve olayı ne anlattı, ne yazdı, ne de çalıp söyledi. Söylediği her türkü, her bozlak, hatta her oyun havası, yüreğini yaralayan, içini kanatan, gönlünü yakan sevdaların, acıların, yoksulluk ve çilelerin içten gelen feryadı idi. Neşet Ertaş türkülerinin tiryakileri, O’nun en coşkulu, neşeli türkülerini söylerken bile, alttan alta derin bir acıyı ve hüznü yaşadığını ve dinleyenlere de yaşattığını mutlaka hissetmişlerdir.
Son Şiiri, Son Türküsü
Son bir yıl içinde, yakalandığı amansız hastalığın kendisini yavaş yavaş yolun sonuna yaklaştırdığını hissediyordu. “Daha havalandıracağım şiirlerim, çalıp söyleyeceğim türkülerim, insanlara söyleyeceğim kendimce doğrularım var, inşallah onları söylemeden beni çağırmaz” diyordu. Ve ardından ekliyordu: “Çağırırsa da hemen giderim, ‘biraz işim var, mühlet ver’ demem”.
Repertuarını birlikte belirlediğimiz, çeşitli yörelere ait kendisinin çok sevdiği anonim türkülerden oluşan “Ölümsüz Havalar” adlı son bir albüm çıkarmak istiyordu. Eksik bulduğu veya söz ya da müzik yönünden kendisini tatmin etmediğini düşündüğü bazı eski türkülerinin kimini sözleri, kimini ezgisi yönünden ‘tamir etmek’ arzusundaydı. Bu düşünceyle yaptığı bir değişiklik konusundaki fikrimi öğrenmek için, vefatından altı yedi ay kadar önce bir gece telefonla arayarak iki üç kez türküyü canlı çalıp okudu. Bu eser, yıllar önce plağa okuduğu, müziği kendisine, sözleri Aşık Veysel’e ait “Mecnun Gibi Dolaşıyom Çöllerde” adlı türkü idi.
“Asıl ölümsüz olan havadır, ezgidir; kendi havama kendi yazdığım son şiirimi döşedim” diyerek dinlettiği bu yeni ve son türküsünün sözleri, ‘Veda’ adıyla yazdığı son şiiri idi. Türkünün yeni hali gerçekten daha bir güzel olmuş ve “Bir şeye benzeyip benzememek” şöyle dursun, söz ve müzik öylesine kaynaşmış ve öylesine kucaklaşmıştı ki, sanki bu beste, yıllardır bu güfteyi bekliyordu ve işte hasret bitmiş, büyük buluşma gerçekleşmişti.
Bu mealdeki samimi düşüncelerimi uzun uzun anlattım. Bana defalarca “Bunları hatır için söylemiyorsun değil mi Bayram gardaş” deyişini unutmuyorum. Üstadın bu alandaki yeteneğini takdir mevkiinde olmamakla birlikte, ısrarı karşısında kendisine söylediğim samimi sözlerimin onu nasıl sevindirdiğini ve heyecanlandırdığını dün gibi hatırlıyorum.
Neşet Ertaş’tan Kalan…
Neşet Usta’dan bize kalan sayısını kendisinin de bilmediği türkü, deyiş, bozlak, maya, uzun hava, samah, oyun havası türündeki beş yüz civarında eser, halk müziği repertuvarımızın ve musiki külliyatımızın seçkin örnekleri olarak hem arşivlerde, hem gönüllerdeki yerini şimdiden aldı. Bu ölümsüz havaların, öncelikle Türk’ün, Türkü’nün ve Türkçe’nin, daha sonra da tüm insanlığın yüz akı birikimi olarak ebediyen yaşayacağına inanıyorum.
Türkmen/Abdal müzik geleneğinin gelmiş geçmiş en büyük ismi olan Neşet Ertaş’ı “gelmez yola” göndereli 12 yıl oldu. 2012 yılının 25 Eylül günü türküleri öksüz, bozlakları yetim bırakarak Hakk’a yürüdüğünde yetmiş dört yaşındaydı. Hayatı boyunca, olağanüstü güzellikteki sesi ve sazıyla harika türküler, bozlaklar çalıp okuyan bir icracı/yorumcu olarak bilindi. Oysa bunun ötesinde ve üstünde, sanatçı kimliği ve kişiliği ile genç yaşında gerçek bir ‘ekol’ oluşturmuş büyük bir saz ve söz ustasıydı.
Rahmetle, özlemle anıyor, aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.
*Araştırmacı-Yazar-Sanatçı