Osmanlı’nın Bursa’sı

A+
A-

XV. yüzyılda Bursa’ya iki Buharalı derviş gelmiş ve tekke kurmuştur: Kübreviye tarikatına mensup Emir Sultan ile Nakşî-Melâmî bir çizgiyi temsil eden Ahmed İlahî. Sultan Yıldırım Beyazıt’ın damadı Emir Sultan şehrin doğusunda dergâhını kurarken Ahmed İlahî Batıyı tercih etmiş ve bugün Çekirge semtinde Süleyman Çelebi’nin kabrinin bulunduğu yerdeki zaviyede postunu sermiştir.

Emir Sultan’ın bize ulaşan eseri yoktur. Fakat kendisiyle ilgili bir çok Menakıbname kaleme alınmıştır. Ancak Emir Sultan dergahı zaman içinde gelişerek, büyüyerek bir külliye haline gelmiş, camisi, medresesi, türbesi,hamamı ve mezarlığı ile birlikte sosyal hayatın bir çok ihtiyacına cevap vermiştir. Bu külliye asrımıza kadar ulaşmış, sahip olduğu vakıf imkanlarıyla birlikte bu şehrin adeta merkez dergahı olmuştur. Bahar aylarında kutlanan Erguvan Bayramı da bu dergahın etrafında gelenekleşmiş dikkat çekici faaliyetlerden biridir. Bazan Erguvan faslı diye kayda geçen bu şenlikten Evliya Çelebi tatlı uslubuyla bahsettiği gibi Beş Şehir’in yazarı da sözetmiştir. Bütün bu oluşumlarda onun seyyid olmasının da büyük bir payı vardır. Ravza-i Evliya’nın yazarına göre üç dilde eser veren Ahmed İlahî vahdet-i vucûd çizgisinde yürüyen dervişlerdendir. İbn Arabî’nin en büyük talebesi Sadreddin Konevî’nin Miftâhu’l-Gayb isimli eserini Şerh-i Miftâhu’l-Gayb adıyla Edremit’te bulunduğu sırada şerhetmiştir. Fatih Sultan Mehmed’in emri ile yapılan bu şerhin yazılış tarihi 1475’dir.

Şebusterî’nin Gülşen-i Râz isimli eserini Şakâıku’l-Hakâyık adıyla şerheden Ahmed İlahî’nin diğer eseri de Şerh-i Istılâhât-ı Miftâhu’l-Gayb adını taşımaktadır.

Divan ise XV. yüzyılın en güzel Türkçesiyle kaleme alınmıştır.

İlahî mahlaslı bir başka sufî de Simavlı Abdullah’tır. Semerkant’ta Ubeydullah Ahrâr’ın yanında tasavvufî eğitimini tamamladıktan sonra memleketine dönen Abdullah İlahî, Nakşibendiyye’nin bu bölgedeki ilk temsilcilerinden biridir. Daha sonra Balkanlara Vardaryenicesi’ne geçerek dergâhını kurmuş Buhara bölgesinin rüzgarını Bosna’ya doğru taşımış ve orada 1491 yılında vefat etmiştir. Arapça, Farsça ve Türkçe’ye hakim olan İlahî’nin en dikkat çekici yönlerinden biri yaşadığı asırda idam edilen Balkanlı Şeyh Bedreddin’in meşhur Varidât isimli eserini Arapça Keşfu’l-Varidât adıyla geniş bir şekilde şerhederek onu savunmasıdır. Onun, Mesleku’t-Talibîn ve’l-Vasılîn ile Zâdü’l-Müştâkîn isimli eserleri Türkçe olup Osmanlı dönemi tasavvuf düşüncesini etkileyen eserlerdendir. Buharalı Emir Ahmed (öl. İstanbul 1516) onunla birlikte Simav’a gelmiş, daha sonra İstanbul’a giderek ilk Nakşî dergahını açmıştır. Yani Buhara’lı Bahauddin Nakşbend’e nisbet edilen tarikatın Dersaadet’teki ilk dergâhı yine bir Buhara’lı tarafından kurulmuştur. Emir Ahmed Buharî’nin en meşhur halifelerinden biri ise Lamiî Çelebi’dir (öl. Bursa 1531) Abdullah İlahî’nin dostlarından olan Molla Camî’nin meşhur eseri Nefehâtü’l-Üns’ü ilavelerle Farsça’dan Türkçe’ye çeviren de Lamiî’dir. 1521 tarihinde Bursa’da tamamlanan tercüme, Fütûhu’l-mücahidin li tervihi kulubi’l-müşâhidin adıyla Belgrat fatihlerine armağan edilmiştir. Sûfilerin hayat ve menkıbelerini anlatan eser Anadolu sahasında konu ile ilgili kaleme alınan ilk Türkçe eserlerden biri kabul edilmektedir.

Türkistan bölgesinde Zeynüddin Hafî’nin önderliğinde oluşan tasavvufî ekollerden biri de Zeyniyye’dir. Kudüslü Abdullatif Efendi, Hafî’nin yanında tasavvufî terbiyesini tamamladıktan sonra Konya üzerinden Bursa’ya gelmiş, bugün de Zeynîler mahallesi olarak bilinen yerde dergâhını kurmuş ve bu şehirde 1452 yılında vefat etmiştir.

Kudsî’nin Arapça olarak kaleme aldığı eserler tasavvuf ve İslam düşüncesinin değişik konularına ışık tutmaktadır. Sünnî çizgiyi koruma da hassas olan Kudsî’nin yanında yetişenlerin en meşhuru ise Konyalı Şeyh Vefâ’dır. XV. yüzyıl İstanbul’unun –tabir caizse- entelektüellerini dergahında bir araya getirmeyi başaran Şeyh Vefâ’nın Astronomiye kadar uzanan geniş bir ilgi alanının olduğu bilinmektedir. Zeyniyye’de daha sonra Rumeli topraklarına uzanacak XVI. asırda en parlak asrını yaşayacaktır. Şeyh Vefa’dan feyz alanlar sıralanırken Türk seci sanatının zirvesi Tazarrunâme’nin sahibi Sinan Paşa unutulmamalıdır.

Buhara atmosferini Yesevî rüzgarlarıyla birlikte Anadolu ve Rumeli topraklarına taşıyan Tacikistan’lı dervişin adı ise Sultan Ahmed b. Mevlânâ el- Hazinî’dir. Seyyid Mansur Kaşıktıraş’ın yanında yetişen Hazinî, II. Selim devrinde İstanbul’a gelmiş ve Cevâhiru’l-Ebrâr min Emvâci’l-Bihâr isimli Türkçe eserini III. Murad’a takdim etmiştir. Namaz, oruç gibi ibadetlerin manevî boyutlarını açıklayan eserin büyük bölümü Yeseviyye’nin adab ve erkânına tahsis edilmiştir. Yer yer manzumelerle süslenen eserde Farsça metinler de vardır. Fuat Köprülü’nün 1919’da basılan Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar isimli meşhur eserinde genişçe kullandığı bu önemli kaynak Cihan Okuyucu-Mücahit Kaçar tarafından neşredilmiştir.

Eserde yer alan Ahmed-i Yesevî ile ilgili bazı beyitler şöyledir:

Hace Ahmed Şeyh-i Türkistan u Şam

Kutbu’l-Aktâb u tarîku arâ tamam

xxx

Ahmed-i sânidür ol sultan-ı Türk

Akıbet mahmud-ı serdâr-ı büzürk

xxx

Kutb-ı Arab, pîr-i Acem, şeyh-i Türk

Mürşid-i afâk u aciz ü büzürk

Yesevî kültürünün Anadolu ve Rumeli’deki uzantılarını bize aktaran bir başka kişi de Yesevî torunu olduğunu söyleyen Seyahatnâme sahibi Evliya Çelebi’dir.

Buhara, Bursa, Bosna üçgeninde örülen dinî, tasavvufî, hikemî, edebî dünyanın temel eserleri sıralanırken Sadî’nin (öl. Şiraz,1292) Bostan, Gülistan’ı ile Hafız’ın (öl. Şiraz 1390) Divan’ını unutmamak gerekir. Asırlardan beri insanlar bu eserleri okuyarak ahlak dünyalarını aydınlatmış, hayatın farklı yönlerini kavramış, fikrî ve felsefî yorumlarını geliştirmiş, zenginleştirmiştir. Değişik dünya dillerine de tercüme edilen bu klasiklerin en büyük şarihi Bosnalı Sûdî’dir (öl.1596) Sudî’nin Türkçe Bostan şerhi bu topraklarda o derece tutulmuştur ki daha sonra yeniden Farsça’ya tercüme edilmiştir (Tebriz, 1352)

Hoca Mesut b. Ahmed tarafından XVI. yüzyılda manzum olarak Türkçe’ye çevrilen Bostan’ın en son tercümeleri Kilisli Rifat Bilge (öl. 1934) Hikmet İlaydın (öl. 1947) ve Hakkı Eroğlu’na (öl.1945) aittir.

Gülistan’ı ise Seyf-i Serayî 1391 yılında Kıpçakçaya, Isbicabî 1398 de Çağataycaya çevirmiştir. Latince tercümesiyle birlikte Avrupa’nın doğu ucu Amsterdam’da 1651 de yayınlanan Gülistan’a birçok tercüme, şerh ve nazire yapılmıştır.

Hafız’ın Divan’ı Gelibolulu Sururî (öl 1562) ve Prizrenli Şem’î (öl.1598) tarafından şerhedilmiştir. Bosnalı Sudî ise, her ikisini de sert ve alaycı bir uslupla tenkid etmiştir. Konyalı Mehmet Vehbî’nin şerhi ise XIX. yüzyıl yadigârıdır.

 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın