Prof.Dr. Yusuf Kaplan Yazdı: Kozmos Şehir’den İnsansız Kent’e: Taş, Çelik ve Ten’in Renkleri
Şehir ile medeniyet arasında birbirini vareden kopmaz bir ilişki var...
Mustafa Muharrem / Şair-Yazar
Şiir tecrübesi mi dediniz? Öyleyse şiirin, pratik bir çıktı olduğunu varsayıyoruz; yerini tıbbî bir işlem mesabesine hizalıyoruz.
‘Doğum’ metaforuna emanet bir canlandırma ardına saklanacaksak zaten ‘medikal’ oylumun kokusuna kaptırılmış burunlardan ciğerlere dolana alışırız zamanla.
Demek ki şiir, uzviyetin çevrimine dahil anatomik bir nesnelliktir önce ve operasyonu yürüten ekip bakımından çok olağan, çok sık ve bir o kadar da tekdüzedir. Bu ‘anaç’ bağlam nedeniyle şiirin jinekolojik bir serüvene bitişik yaşandığı savı, evetlenmek üzre paketlenmemiş midir?
İrreel olarak ‘döl’ tutma, ‘gebe’lik, ‘sancı’ eğer şiirin ortaya çıkış öncesi aşamalarına verilen isimler ise, bizler bu sözel örüntüyü bedenlenen kanlı-canlı bir varlık bilmekte beis görmeyen taraftayız o halde .
Şiiri hiç çekinmeden dişil bir efekt altında konumlamak : Kadın ve anne figürasyonu kadar isabetli bir temsil sihirbazlığı, nasılsa itirazları yatıştıracak, hırçınlıkları avlayacak, edilgen duruşu özne ile nesne arasındaki değiş –tokuşa yedirilen lirizmin yardımıyla kutsayacaktır.
Özne nasıl ve ne vüs’atte nesneleşebilirse ; nesne için de aynı mübadele matematiği geçerli . Bu her objenin aynı zamanda süje yetisine, süje gizilgücüne evrilmesi değil, bir bakıma her şeyin ‘kurucu öge’ olabilme iradesi taşıması, gerektiği anda da bu yükünü boşaltabilmek için bağımsızlığını her fırsatta haykırmasıdır. Taş atılmanın hem bekleyeni, hem tetikleyeni olarak sapana yerleştiği vakit, bu kararın görünmeyen katmanıdır. Taş fırlatılan bir duygu olduğu kadar, fırlatılmayı içselleştirip onayarak kendi iştirakinin payı yapmıştır çünkü.
Paradoksal bir durum yok; şiir dünyaya bir canlı getirmekle bir ve aynı fiilin son formu olarak sunuluyor bu yaygın, bu işlek mottoda. Şair dişilere özgü bir eylemi gerçekleştirebildiği için ‘anne’lik îması ile ‘baba’lık hakkından feragate zorlanıyor. Şiirin ilerleyiş hattını somutlamak adına sergilenen bu organize hadımlaştırma, erilliğin imhasıyla kalmayıp cinsel işlevinin karşıtını ‘anne’ tasviriyle estetize bir meşruiyetin korumasına alıyor. Bu durumu kanıksayanlar açısından şairin verimi ‘anne’lik misyonu dolayımında yüceltilmiş midir aslında; yoksa şiirin ‘baba’sı anonim halin gürültüsünden yararlanılarak kaybettirilmiş midir ?
Bilinmeyen bir ‘baba’ izafesi yapmak, eldekinin soy-sop bulanıklığını da gizli gizli fısıldamak; böylece şiirin ‘piç’liğine telmihte bulunarak istendiğinde üstüne kuşku düşürmektir. Kiminle çiftleşti(rildi)ği sadece şairde mündemiç şiir neseb tartışması içine kapatılabilir artık, eşleşme protokolü bulunup bulunmadığına bakılmaksızın hem de. Peki bu cinsiyet değişikliği ve ötesinde yaşananlar ahlakî ölçülere uyuyor mu ? Yoksa, arzuya göre şiiri ve şairi karalamanın bütün gerekçeleri mi tamamlanıyor?
‘Doğum’ eğretilemesi şiiri kendi determinantları doğrultusunda öyküsel bir serim izlerken kıstırmak, bu çabayı bir yandan estetik/etik sislere boğarak gizemli ve aşkın boyuta taşırken bir yandan da her an saldırılmayı hakkeden bir ‘suç’ yaftası ile çoğaltmaktır. Dişi, kadın ve nihayet anne olmak, şairin bir bakıma lirik, bir bakıma mistik dönüşümüyken şiirin nesep sahihliği eksi ya da artı algıyı kışkırtacaktır.
DNA testinden geçirilebilecek bir ‘şey’e kilitlenmiş şiir, muhtemel hatalar koleksiyonuna ait seçkin bir parçadır öyleyse. Öyleyse biyolojinin kurallarına tâbî olması oranında kriminolojinin de görev alanına sıçramaktadır. Öyleyse şiirin tanıkları listesi, ‘anne’ şairin sınırlarını çok aşarak ebeden, doğum uzmanına, olay yeri inceleme ekibinden, savcıya, kriminoloji laborantına kadar bir çok ilgi ve ihtisas aktörüne uzanmaktadır.
Erkeği ‘kadın’ ya da kadını ‘erkek’ bir kimliklendirme ve işlevlendirme perdesine yansıtarak düşünmek bir sanrıdan fazla transseksüelizme saplanmaktır, doğru. İzahını sunmak uğruna şairin (ve şiirin) ‘dişil’leştirilmesi hakkını, iznini kim verdi peki?
Sakın kadîm sûfî öğretilerin akıl ile kalbe ilişkin önerdiği sembollere başvurularak bu ruhsat işinin zaten geleneksel tasavvurdan ödünç mecazlar tarafından çözümlendiği sütresine yatmayın; her an eriyebilir o sığınak, her an aleyhinize dönebilir. Kalp ‘ ile ‘ümm’, yani ‘anne’ özdeşliğinin kök paradigması, şiiri simetrik ‘vahy’ tanımının kucağına atar.
Şiirin duaya hısımlığı bizi kamaştırmasın: ‘Şair’ peygamber veya ermiş portresinin vesayetinde tutulursa, insanî vasıflarından koparak tanrısallaşır, abartılı mitolojik çağrışımların vicdanına kalır. O zaman ‘şair’ peygambere ve ermişe özgü sorumlulukların dilsel acentasıdır.
İlkel çağların korlarını üfleyerek büyütülen alaz, ‘şair’in ‘şaman’, ‘büyücü’, ‘kâhin’ statüsünden kendini sıyırdığı o muhteşem birikimi nasıl yakıp küle çevirebilir acımasızca ? ‘Şiir’ bu pagan üslûbun pençelerini sökmüş görülmüyor mu yoksa ? ‘İlham’ kaynaklı şiire inananlar, bu safta sıklaşabilirler; kımıldamadan sabit-kadem durabilirler. Ama bu tercihi normatif bir güç olarak dayatmak, bu erk karşısında itaati pekiştirmek başka bir tavır alış biçimi. Bilginin ‘ vehbî ‘ ya da ‘kesbî ’ karakterine, imgenin mizacına göre şiirin de kendi hassasiyet şeceresi vardır elbette.
‘Esin’ merkezlilik, şiirle birlikte diğer sanatların ortak şifreleri arasındadır ve imgesel gerçekliğe rast gelmek durumunu açıklar. Fakat şiir de diğer sanatlar gibi bu çarpışmayı ne tür bir estetikle cevapladığımıza dair titizlikleri hayatlaştırmıyorsa, ‘ esin’ karanlığa karışacaktır. İmgesel gerçeklikle selamlaşmanın bahanesi içselliğimize müdahil bir form getirmekten kaçınmışsa, orada sanat koltuğunu anlık duyguya kaptırmıştır.
‘Baba’sı aranan şiire pikniğe gidildiğinde, bütün rasyonelleştirme ağaçlarına mutlaka bir salıncak asılmıştır; merak keyfince eğlenebilsin diye. İpi sağlam değilse, yere çakılabilirsiniz. Ama eminim doğurgan ‘şair’ler, dizelerinin altını temizliyor, kundağını bağlıyor, ninnilerini söylüyordur.
Şehir ile medeniyet arasında birbirini vareden kopmaz bir ilişki var...
İletişim, hayatımızın en temel ve vazgeçilmez unsurlarından biridir. Doğduğumuz andan itibaren etrafımızda olup bitenlerle ve dünyayla kurduğumuz bağ, iletişim yoluyla gerçekleşir. İletişimin temel amacı ise anlaşılır olmaktır.
Yaşadığımız ülkenin insan yapısı, pek öyle homojen değil. Belki imparatorluk bakiyesi olmaktan kaynaklanan bir çeşitlilik, hatta, yeri geldiğinde...
İnsanoğlunun düşünebilme kapasitesi sadece şimdinin, yaşanıyor olanların ıklım tıklım...
Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.
Yorumlar (0)