Merhaba…Yolculuğumuza Başlıyoruz
Kıymetli YolcuTV Haber okuyucuları...
Toprak anadan doğduk. Analarımız da bunun içinde. Anasır, anasır-ı erbaa. Anasır demek unsur demek biliyorsunuz. Türkçesi ile söylersek ana sır. İkinci kez doğum ise manevi doğumdur.
Toprak anadan doğduk. Analarımız da bunun içinde. Anasır, anasır-ı erbaa. Anasır demek unsur demek biliyorsunuz. Türkçesi ile söylersek ana sır. İkinci kez doğum ise manevi doğumdur.
Nasıl ki, birinci doğumda bir döllenme yaşanıyorsa, ikinci doğumda da bir döllenme yaşanır. İnsan talip olur. Aşık olur, asrın yaşayan kamillerinden birisi tarafından tevhidle uyandırılır. Ondan sonra, yavaş yavaş zerreden küreye, karıncadan deveye bütün varlığa tevhid bilinciyle bakar, tevhid bilinciyle yaşar. En sonunda bir uyanış daha meydana gelir. Hepimizin malzemesi, manası Nur-u Muhammedi’dir. Malzememizin Nur-u Muhammedi olduğunu anlar. Resulullah Efendimiz’in manasıyla tanışmakla bu merhaleler tamamlanır ve ikinci uyanış kemale ulaşır. İntizar-ı subh-ı didar gerçekleşir.
Didarın aydınlatıcı sabahı beklenirken, bir gün ansızın güneş battığı yerden yani manamızdan doğuverir. Saff-ı evvel, saff-ı sani, saff-ı halis yani ilm’el yakin, ayn’el yakin, hakk’el yakin hakkıyla tecelli eder. Bütün kesretin yani zulmetin, bir tek nurdan ibaret olduğunu, hakikatin yüzünden ibaret olduğunu anlarsın.
Didar yani yüz, üç boyutludur. Bu varlık, ‘sen olmasaydın’ denen Hazret-i Peygamber’in varlığı için yaratılmıştır. Onun sırrını taşıyan insan-ı kamil için yaratılmıştır. Bu varlık senin için yaratılmıştır. Üç boyutta didarı müşahede edersin. Vesselam. Yani fena fişşeyh, fena firresul, fena fillahta bunları müşahede edersin.
Hazret-i Mısri’nin ‘’Ya Rab meded’’ demesinin sebebi şudur:
Yardım et ya Rab! derken bizim adımıza kendi geçtiği köprülerden hareketle Cenab-ı Hakk’a niyazda, yakarışta bulunuyor. Biz de buna ‘Amin’ diyoruz.
Gülşen-i vaslın nesimin irgürüp bad-ı saba
Gülşen, gül bahçesi. Vasl, kavuşma. Bad-ı saba, sabah rüzgarı. Bunlara yüklememiz gereken anlamlar var. Söz gelimi; bad-ı saba deyince hemen haber getiren olduğunu anlatmaya çalışıyor bizlere kelam erbabı..
Gülşen, gül bahçesi, vuslat gül bahçesi. Gül bahçesinden ne gelir? Koku gelir. İrgürmek, ulaştırmak demek. Sabah rüzgarı haber ulaştırır, ben burdayım dedirttirir. Neyi? Aradığımız neyse. Burda gül bahçesi olduğuna göre, bize ulaşan şey kokudur.
Andelib-i bağ-ı rüzgar olmuşam ya Rab meded
Andelib, bülbül demek. Gül bahçesinin bülbülü olmuşum. Bağırıp çağırıyorum, yalvarıyorum, yakarıyorum, ya Rab meded! Yardım et!
Peki koku denilince aklımıza ne gelecek? İbn- Arabi’nin Fusus adlı eserinin Muhammed bahsinin girişinde, ‘’Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi. Gözüm nuru namaz, güzel koku ve nisa (kadın).’’ diyor. Kadını kim okuduysa bugüne kadar yaşayanını görmedim. Yaşayanın da sır verdiğini görmedim.
Namaz da bir sırdır. İbn-i Arabi orda cevabını veriyor mu? Vermiyor. Açıyor, tefekkür etmemizi sağlıyor.
Şimdi geri dönelim ve ne anlama geliyor bakalım.
Gülşen-i vaslın nesimin irgürüp bad-ı saba
Andelib-i bağ-ı rüzgar olmuşam ya Rab meded
Sabah rüzgarı/ meltem; sana kavuşma, gül bahçesinin esintisini, kokusunu ulaştırınca ey aşık, çünkü andelib diyor. Demek ki, vuslat sırlarındanmış koku. Esintisini sana ulaştırınca, ben gül bahçesinin bülbülü ötüyorum ya, hakkıyla ötmeye başladım. Daha da feryadım çoğalır. Ya Rab, meded!
Bu tür aşıkların feryadı neden çoğalır? Kapılar açılsın diye. Vuslat kapıları açılsın diye. İşte onlardan bir tanesi, sabah rüzgarının melteminin getirdiği koku. İkinci en büyük haber ise salat-ı daimunun sırrıdır.
Necm Suresi/ 9.Ayet’e bakın, salat-ı daimunun sırrı orada gizlidir. Üçüncü sır ise Nisa süresinde saklıdır. Lakin o sır söylenmez. ‘’Bana dünyanızdan Nisa sevdirildi.’’ O mürid-mürşid arasında sırdır. Dervişle muhatabı, erkekse kadın, kadınsa erkek muhatabı arasında bir sırdır.
Cenab-ı Hak yolculukta, kadına erkek, erkeğe kadın suretinde sırlar tecelli ettirebilir. Ettirebilir değil de, eder. Dolayısıyla, bunları iyi anlamamız lazım. Ne kadar zorlanıyoruz bakın anlatmada, anlamada. Neden kem küm ediyoruz? Ya bilmediğimizden ya da bildiğimizi örtmemiz gerektiğinden. . Bilen söylemez, söyleyen bilmez.
Bununla birlikte burada gece-gündüz ilişkisi olduğunu da unutmayalım. Akabinde ise bad-ı saba/ sabah rüzgarı yani sabahın oluşu. Yani geceden gündüze geçişin ifadesi. Çünkü bülbül, seherde şakır. O vakit uyanıklık arzunuzu gerçekleştirmeniz gerekiyorsa ve siz de bunu istiyorsanız uyanık duracaksınız.
Sabahın seherinde ayakta olacaksınız. Çünkü seherde uyananlar, bir daha uyumazlar. Uyanık kalma çağrısı hiç uyumayın manasında algılanmasın. Elbette bedenin de uyumaya, uykuya ihtiyacı var. Velhasıl, bu alemde Hz. Peygamber de yattı, O da uyudu.
Mevlana da uyudu bu alemde, Yunus da uyudu. Ama bir uyanık uzuv var, hal var, durum var. O hiçbir zaman uyumaz. Nitekim ona da işaret ediliyor. Onun varlığında uyumayan bir şey var. Çünkü bir insan vuslat gülşeninden gelen sırlarla uyandığında artık o ebediyyen uyanıktır. Bir daha uyumaz.
Ehl-i tasavvufun indinde; uyanıklık ile uyku arasındaki mevzu fark ve cem mevzularıyla anlatılabilir. Biz şu anda gaflet halindeyiz. Fark halindeyiz yani ayrılık halindeyiz. Bir de farkın içinde fark etmek var. Ona fark-ı sani denir. Bir de cem hali var.
Varlığın sırrını kendinde toplayan insan cem halindedir. O zaman bizim, tefrikadan yani ayrılıktan/ gafletten/ farktan ceme geçmemiz icap ediyor. Farktan ceme geçme olayının temelinde çokluğa/ kesrete karşı şuhudumuzun yani şahit olduğumuzun Hakk olduğunun idrakidir. İşte bu nedenledir ki kamiller; ‘’Evladım, bu gördüğün Hak’tır.’’ der. Lakin siz bunu içinden takip edersiniz. Dışından söylerseniz, Ahmet de anlamaz, Mehmet de anlamaz. Yani herkesin anlaması mümkün değil. Dolayısıyla, içinden takip et. Varlık haktır.
İşte bu varlığın özünü içinden takip eden dervişan/ aşıklar, bir yerden bir koku geldiğinde bülbül gibi feryat etmeye başlar. Koku tevhid sırlarından bir sırdır. Bu onun zikr-i daimiye geçişidir. Zikr-i daimiyi tamamlarsa, salat-ı daimun zaten kendiliğinden hasıl olur.
Kalmışam zindan-ı cism içre bugün tenha garib
Bu kafesde ruz u şeb zar olmuşam ya Rab meded
Dikkat ederseniz gene zindan/ karanlık, ruz u şeb/ aydınlık karanlık motifleri var. Ondan sonra kafes, demin bülbül, gül bahçesi geçti. Demek ki, zulmet, aydınlık, zindan, hürriyet, ruz u şeb, gül-bülbül, vesaire gibi ikilikler devam ediyor.
“Kalmışam zindan-ı cism’’ zindan, dört duvar. Dört kalın duvar; toprak, hava, su, ateş. Bugün cisim zindanı içinde yapayalnız, tenha, hem ıssız hem bir garip kuş gibi kaldık. Bu ten kafesi içinde sabah akşam bülbül gibi ağlar olmuşum. Ya Rab, yardım et diyor.
Yapayalnız, tenhada garip kalmak.. İnsan neden gariptir? Aslından uzak düştüğü için. Bizim aslımız ne? Cenab-ı Hakk’ın nuru. İnsan, Cenab-ı Hakk’ın nurundan uzak kaldığı için gariptir, kimsesizdir. Biz, O’na döndüğümüzde, O’na dönme bilinciyle donandığımızda, -zaten O’ndayız- bu gariplik bitecek. Fakat yine garip kalacağız. Bu sefer kesrettekiler bizi anlayamayacak. Biz vahdette, varlık kesrette kalacağı için yine garip kalacağız.
Bir yanıt yazın
Yorumlar (0)