13-01-2025 00:34:11

Ahmet Tirfil Yazdı: Batı’nın Kirli Kalkınma Tarihi: Sömürgecilik Ve Köle Ticareti

Avrupa, Orta Çağ’da feodal yapı ile kilise arasında var olan güç...
Ahmet Tirfil Yazdı: Batı’nın Kirli Kalkınma Tarihi: Sömürgecilik Ve Köle Ticareti

 

Ahmet  TİRFİL / Araştırmacı-Yazar

Avrupa, Orta Çağ’da feodal yapı ile kilise arasında var olan güç mücadelesiyle uzun yıllar meşgul olmuştur. O dönemde Avrupa’nın dış dünya ile irtibatı çok düşük düzeydedir. Avrupa toplumu, Haçlı seferleri döneminden gelen anlatılar, seyyahların seyahatnameleri, aktarımları ve Hristiyan din adamlarının özellikle bugünkü Ortadoğu, Afrika ve Asya bölgesine dair bilgileriyle ancak diğer toplumların yaşamlarından haberdar olmuştur.

Çin’den Afrika’ya kadar uzanan kara ve deniz ticaret yolları o dönemin ticari faaliyetlerinin sürdürülmesine imkân veriyordu. Bu güzergahlar Müslümanların egemenliği altındaydı. Doğu’da Hicaz bölgesi, Batıda Fas’tan, Balkanlara ve Karadeniz’e kadar çok geniş bir coğrafyaya hâkim olan Müslümanlar hem karada hem de denizde ticari hayata hakimdirler. Bundan dolayı Avrupalılar, Çin ve Hindistan bölgesine ulaşabilmek için Müslümanların hakimiyeti dışında farklı yollar bulmak zorundaydılar.

Avrupa’da ortaya çıkan ve ciddi sayıda ölümlere sebep olan “veba salgını”ndan sonra ticari hayat sekteye uğramış, emek gücü azalmış ve Avrupalı tüccarlar yeni ürünlere ulaşarak ticari faaliyetlerini genişletmek çabasıyla yeni arayışlara girişmiştir. Asya ve Afrika’dan Avrupa’ya ulaştırılan altın, ipek, kumaş, halı, mücevherat, baharat ve bazı tarım ürünleri Avrupa’da değişik şehirlerde tüketime sunulmuş olsa da bunların üretildiği/getirildiği yerler konusunda merak ve heyecan uyandırıyordu.

O dönemde ticari faaliyetler altın üzerinden sürdürülmektedir. Avrupalılar hem kendi ticari faaliyetlerini genişletmek hem de diğer ülkelerden alacakları malları finanse edebilmek için altına gereksinim duymaktaydılar. Ancak Avrupa, tarım ürünleri, ipek, kumaş, halı ve en önemlisi baharat konusunda Asya kıtasına muhtaç olmakla birlikte değerli madenlere, yeteri miktarda altın ve gümüş madenine sahip değildi. Afrika’daki madenlerden elde edilen altın ve değerli madenler, Arap ve diğer Müslüman tüccarlar tarafından kervanlarla ticaret yollarından kıyı kentlere toz şeklinde taşınıyor buralarda Venedikli, Katalan ve özellikle Yahudi tüccarlara satılıyordu. Karşılıklı ticaret ilişkileriyle Afrika’da altın üretim bölgeleri hakkında bilgi sahibi olan Avrupalı tüccarlar, aracı tüccarları aradan çıkarmak ve altına ve diğer ham maddelere doğrudan ulaşmak için büyük bir arayış ve çabaya girmişlerdir.

Veba salgınıyla çok sayıda nüfus kaybeden Avrupa, emek gücü açığını kapatmak için Afrika’dan bir kısmını para karşılığı büyük kısmını da ele geçirdikleri bölgelerdeki hür insanları zorla göçe tabi tutarak köle ticaretini başlatmışlardır. Farklı ülkelerin değerli madenlerini, tarımsal ürünlerini ve topraklarını sömürgeleştirme faaliyetleri ise sadece bireysel ticari bir arayıştan kaynaklanmamıştır. Uzak bölgelere, kıtalara yolculuk ve bu yolculuk için gerekli gemi, insan ve diğer masrafları, dönemin bazı yöneticileri üstlenmişlerdir. Christopher Colombus, Çin’e ulaşmak için batıya yolculuk projesini İspanya Kraliçesi İsabella’nın sağladığı destekle gerçekleştirmiş ve Amerika kıtasını bu yolculukta keşfetmiştir. Ayrıca İngiltere adına önemli keşiflere imza atan John Cabot da, İngiliz Kralı VII. Henri’den destek alarak çalışmalarını sürdürmüştür.

Afrika ve Doğu’nun her türlü zenginliğine sahip olmak, o bölgeleri ele geçirmek, zenginleşmek ve Hristiyanlığı yaymak için modern anlamda ilk sömürgecilik faaliyetleri Portekiz ve İspanya’nın öncülüğünde başlamış ve hemen ardından tüm Avrupa ülkeleri bu süreçte yer almışlardır.

Avrupa ekonomik zorluklarını aşmak, zenginleşmek, değerli madenlere sahip olmak ve kendi topraklarında üretimi yaygınlaştırmak için emek gücü (işçi) oluşturmak, siyasal etkinliğini artırmak için Afrika ve güney Asya’da sömürgecilik faaliyetlerine yönelmiştir. Sömürgecilik, sadece ekonomik kazanç elde etmek amacıyla değil, aynı zamanda kültürel, dini misyon faaliyeti olarak da gelişmiştir.

Köle ticareti, 15. yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar devam eden, Afrikalı insanların zorla yeni kıtalara taşındığı ve köle olarak çalıştırıldığı karanlık bir tarihe sahiptir. Köle ticaretinin en önemli aktörleri, Avrupa'daki bazı imparatorluklar ve şirketler, Afrika'daki yerel gruplar ve Amerika kıtasındaki plantasyon sahipleriydi. Afrika’daki bazı yerel liderler, köleleri toplamakla birlikte, aynı zamanda köle ticaretine ilişkin pazarları da yürütmüşlerdir. Batı Afrika'nın bazı bölgelerinde, kölelerin satıldığı yerel köle pazarları kuruluyordu. Köle ticaretinin büyük aktörleri, Avrupa'nın sömürgeci güçleri Portekiz, İspanya, Fransa, Hollanda, İngiltere ve büyük tüccar aileler olmuştur. Ayrıca bu dönemde bazı Yahudi tüccarlar da, bu ticaretin bir parçası olmuş ve belirli ticaret ağlarında etkin yer almışlardır.  Portekiz kökenli zengin bir Yahudi tüccar olan Isaac de Castro Tartas, Hollanda'nın sömürgelerinde önemli bir güç olmuştur. Hem köle ticaretinde etkin rol almış hem de özellikle şeker plantasyonları gibi tarım sektörüyle ilgili işlerde yer almış güçlü bir tüccar olmuştur. David Nassy, Jacob de Pinto, Moses M. Nassy, Abraham Pereira, Abraham de Pina, Samuel Pallache gibi pek çok Yahudi tüccar, köle ticaretinde taşımacılık ve finansal açıdan yer almışlardır. Afrika’dan getirilen kölelerin büyük kısmı plantasyon denilen büyük çiftlik arazilerinde çalıştırılmışlardır. Özellikle Yahudiler bu arazilerde ürettikleri ürünlerin piyasasını ellerinde tutmuşlar ve büyük gelir elde etmişlerdir. Yahudiler köle ticaretinde sadece finansal açıdan değil, köle ticaretinde kullanılan gemilere yatırım yaparak da, bu sektörün en önemli aktörleri olmuşlardır.

Portekizli kaşiflerin misyonu sadece ekonomik kaynaklara ulaşmaktan ibaret değildir; Hristiyanlığın yayılması ve Müslümanların hakimiyetinin ortadan kaldırılması sömürgecilik faaliyetlerinin diğer amacıydı. Afrika’da başlayacak olan Portekiz sömürgecilik faaliyetleri Hindistan’a kadar devam etmiş ve burada “Estado da India” adında Portekiz sömürge devleti kurulmuştur. Portekizliler, Papa tarafından verilen izin belgesi ile keşiflerine devam etmişler, Hristiyanlığın temsilcisi sıfatıyla sömürgecilik faaliyetlerini meşrulaştırmışlar ve bunun üzerinden ayrıcalıklı bir unvan kazanmışlardır.

Kilise, sömürgeci faaliyetleri "medeniyet getirme" ve "Hristiyanlık yayma" misyonu üzerinden meşrulaştırmıştır. Bu anlayışa göre, Avrupalı sömürgeciler, yerli halkları "ilkel/vahşi" ve "kurtarılması gereken günahkârlar" olarak görerek, bu toplumu “medenileştirme” ve Hristiyanlığı yaymanın ilahi bir görev olduğuna inanmışlardır. Bu ideolojik ve teolojik temel düşünce, sömürgecilerin yerli halklara yönelik şiddet ve sömürü politikalarını haklı göstermelerinde etkili olmuştur. Kilise tarafından görevlendirilen misyonerler, sömürgeleştirilen bölgelerde Hristiyanlığı yaymak için aktif bir rol oynamıştır. Katolik ve Protestan misyonerler Afrika, Asya, Amerika ve Pasifik'teki yerli halklar arasında çalışarak din değiştirme çabalarına odaklanmışlardır. Misyonerlik faaliyetleri ilk zamanlarda dağınık bir şekilde, örgütlenme yapısı olmadan sürdürülmüş ancak daha sonra bu faaliyetler kurumsal bir yapı tarafından organize edilmiştir. Örgütlü bir şekilde misyonerlik faaliyetlerini yürüten teşkilatlardan bazıları şunlardır: London Missionary Society, Church Missionary Society, Baptist Missionary Society, Basel Mission, Peres Blancs, Société des Missions Étrangères de Paris

Cizvit Tarikatı (Societas Jesu) misyonerlik faaliyetlerinde en etkili merkez olmuştur. Cizvit misyonerleri, Hindistan, Çin, Japonya ve Güney Amerika gibi bölgelerde sömürge idaresiyle iş birliği yaparak Hristiyanlığı yayma konusunda çalışmalarını sürdürürken aynı zamanda yerli halkların dillerini ve kültürlerini öğrenme konusunda titiz bir yaklaşım sergileyerek bölge halkı nezdinde nüfuz kazanmışlardır.

Cambridge Üniversitesi ve Oxford Üniversitesi gibi kurumlar da misyonerlik eğitimi veren Protestan merkezler arasında yer almıştır. Urbaniana Üniversitesi (Roma), Katolik misyonerlerin yetiştirildiği önemli bir eğitim kurumu olarak bilinmektedir.

Misyonerler, görevlendirildikleri bölgelerde etkili bir iletişim kurabilmek için yerel dilleri öğrenmiş, bu dillerde İncil çevirileri yapmışlar ve İncil teolojisini eğitim programlarına dahil etmişlerdir. Yerel dilleri öğrenmek ve İncil’i yerel dillere çevirerek dağıtmak ve eğitim programlarına dahil etmek, Hristiyanlık mesajını anlaşılır hale getirme açısından önemliydi. Ayrıca misyoner okulları, hastaneler ve küçük yerleşim yerlerinde sağlık merkezleri kurarak yerel halkın güvenini kazanmak için etkili bir strateji yürütmüşlerdir.

Kilise, sömürgeci devletlerle sıkı bir iş birliği içinde çalışmıştır. Birçok kilise mensubu, sömürge idaresinin bir parçası olmuş ya da ekonomik faaliyetlere katılmıştır. Misyonerler ayrıca istihbarat sağlama konusunda etkin rol üstlenmişler, sömürgecilere bilgi sağlayarak yerel halkın direniş hareketlerini engellemede dolaylı rol oynamışlardır.

Batılı seyyah ve kaşiflerin seyir notları ve yazdıkları kitaplarda yeni kıtalara, coğrafyalara yaptıkları yolculukların nedenleri arasında dini bir amaç olduğu açıkça görülmektedir. Kristof Kolomb, “Öngörüler Kitabı”            adını verdiği eserinde yapmış olduğu seyahatlerin sonucunda altın ve kıymetli madenlere ulaşıp zengin olmayı, bu servetle güçlü bir ordu kurarak kutsal şehir Kudüs’ü Müslümanların elinden kurtarmayı hedeflediğini ve bu hedefe ulaşmak için Tanrı’nın kendisini görevlendirdiğini ifade etmektedir.

Sanayileşme sürecinde Avrupalı devletler arasında büyük, güçlü, zengin ülke olma yarışında iş gücü ve hammadde kritik bir öneme sahipti. Bundan dolayı köle ticareti, Afrika’nın kıymetli madenleri ve tarımsal ürünleri stratejik öneme sahiptir. Özellikle Afrika, Batılı devletlerin kalkınma hamlesinde işgücü ve hammadde potansiyeli açısından rekabetin yaşandığı bölge olmuştur.

Misyonerlik faaliyetleri geniş bir coğrafyaya yayılırken bu bölgelerden Avrupa’da emek gücü olarak kullanılmak üzere köle ticareti de sürdürülmüştür. Avrupa’nın kalkınması ve üretimin sürdürülmesinde Afrika’dan Avrupa’ya getirilen binlerce kölenin kanı ve alın teri vardır.

Avrupa devletlerinin Afrika üzerindeki sömürge faaliyetlerini düzenlemek amacıyla 1884 yılında Prusya (Almanya) Başbakanı Otto Von Bismarck öncülüğünde “Berlin Kongo Konferansı” toplandı. Bu konferans, sömürge ülkeleri tarafından Afrika’nın işgalini meşru gösteren ve Afrika’nın paylaşıldığı tarihi bir sürecin adıdır. Afrika bu toplantıda Avrupalı ülkeler tarafından paylaşıldı. Bu paylaşımda yapay sınırların çizilmesiyle coğrafi, kültürel ve siyasi olarak uyumsuz ve çatışmacı bölgeler ortaya çıktı. Aynı dili, kültürü, dini, yaşamı paylaşan topluluklar farklı ülke sınırlarında kalmış; farklı kültür, dil ve yaşama sahip topluluklar ise aynı sınırlar içinde tutulmuştur.

Konferans, Afrika kıtasının Avrupalı güçler tarafından sömürgeleştirilmesini meşru hale getirmiştir. İngiltere, Fransa, Almanya, Belçika, Portekiz ve İtalya gibi devletler Afrika’da geniş topraklara ve kıymetli madenlere sahip oldular.

Belçika Kralı II. Leopold’a mülkiyet olarak bırakılan Kongo Havzası, ekonomik zenginliklerinin yanısıra halkıyla birlikte kralın mülkü olarak kabul edilmiştir. Bu bölgede misyonerlik faaliyetleri, kralın desteği ve himayesinde sürdürülmüş ve Avrupa’ya köle ticareti yoğun bir şekilde yapılmıştır.

Berlin Konferansı’ndan sonra Afrika’dan Avrupa’ya köle ticareti bir sektöre dönüştürülmüştür. Afrikalı yerliler, Avrupa’daki üniversitelerde bilimsel deneylerde kullanılmış ve o dönemde Avrupa’da hakim olan evrim teorisi düşüncesinde Afrika yerlileri “ evrimleşme sürecini tamamlayamamış yamyamlar” olarak kabul edilmiştir. Sömürge zamanında Afrikalı yerlilere öyle onur kırıcı ve acımasızca davranılmış ki, hayvanat bahçelerinde yabani hayvanlarla aynı kafeslere kapatılarak teşhir edilmişlerdir.

Afrika’dan Avrupa ve Amerika’ya götürülen köle sayısı yüzbinlerce olduğu tahmin edilmektedir. Bunların belirli kısmı sevkiyat sırasında belirli kısmı ise hastalıklar nedeniyle hayatlarını kaybetmişlerdir. Avrupa’da üretilen silah, tekstil ürünleri ve içki gibi ürünler, köle ticaretinde takas olarak kullanılmıştır.

Kenya Devlet Başkanı Mzee Jomo Kenyatta’nın o meşhur sözü Afrika’nın sömürülmesini acı bir şekilde açıklıyor: “Misyonerler Afrika’ya geldiğinde bizim topraklarımız, onların İncil’i vardı. Bize, gözlerimiz kapalı dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi tekrar açtığımızda İncil bizim, topraklarımız onların olmuştu”

Yapılan bir araştırmaya göre “Afrika’dan ABD’ye 12 milyon köle sevk edildi, ancak sevkiyat sırasında 10 milyon köle hayatta kalabildi. Kölelerin üçte ikisi 35 yaşında erkeklerden oluşuyordu. Atlantik ötesi köle ticaretinde kölelerin sadece kas gücü önemliydi. Afrika’daki satıcılardan alınan köleler gemilere dolduruluyor, sevkiyat sırasında hayatta kalmayı başaranlar efendileri tarafından dünya köle pazarında yeni alıcılara satılıyordu. Bundan sonra köleler yeni efendilerinin tarlalarında veya üretim işlerinde ırgatlık yapıyordu. Ağır şartlar altında, acımasız uygulamalara tabi tutulan köleler yaklaşık beş yıldan sonra iş göremez hale geliyordu. Bu duruma gelen köleler öldürülüyor ve onların yerine, sonunda aynı akıbete uğrayacak yeni köleler getiriliyordu” (klawitter, SDE Akademi Dergisi 3/2023,A. İnaltekin)

Belçika Kralı II. Leopold, otomobil lastiği üretimi için Afrika ormanlarından elde edilen sünger hammaddesi toplama işinde çalıştırılan ancak yeterli miktarda hammadde toplayamayan çocukların ellerini keserek kölelerin daha çok çalışması için bu vahşice cezayı uygulamış ve elleri kesilen çocuklarla fotoğraf çektirmiştir.

Avrupa’da bazı önemli sanayi kuruluşları ve büyük işletmeler bu sömürge döneminde büyüyerek markalaşmışlardır. Örneğin, Almanya’da lokomotif, tren vagonu, kamyon ve savunma sanayi ürünleri üreten marka şirketi Krupp, üretimlerinde ve demir yolları inşaatında Afrikalı köleleri çalıştırdığı tarihi bir gerçektir.

Direniş gösteren veya kaçmaya çalışan köleler, örnek olması için halka açık yerlerde idam edilir veya ağır işkencelere tabi tutulurdu. Afrikalı kölelere yapılan işkenceler, yalnızca fiziksel eziyetlerle sınırlı kalmayıp onların kültürel kimliklerini ve insanlık onurlarını hedef alan sistematik bir zulüm süreciydi.

Afrika’da sömürgecilik faaliyetleri konusunda başat ülkelerden bir diğeri de Fransa’dır. Afrika’nın bölüşülmesi anlaşmasında belirli bölgeler Fransa’nın himayesine geçmiştir. Fransızlar sömürge politikalarını Fransızca dilini yaygınlaştırma ve egemenliği altında tek geçerli dil haline getirmeyi hedefleyerek sürdürmüşlerdir. Buna yönelik yerel okullarda Fransızca eğitim yaygınlaştırılmış ve ticaret Fransızca dil üzerinden yürütülmüştür. Böylelikle sömürge altındaki yerel halk kendi özgün kültürel kimliğinden uzaklaştırılmıştır. Fransızların himayesinde ve diğer sömürge bölgelerinde yerel halkın elit, yönetici şahsiyetlerinin sömürge devletleriyle olan ilişkileri Afrika kıtasının sömürülmesini daha da kolaylaştırmıştır. Yerel halkın sanatçı, edebiyatçı, yazar, siyasetçi şahsiyetleri Fransızca dilini gelişmeye ve imkanlara sahip olmaya yönelik bir imkân olarak kabul etmişlerdir. Afrika’nın sömürülmesi, kültürel ve ekonomik boyunduruk altına sokulmasında batılı misyonerler kadar yerli işbirlikçilerin de rolü önemlidir. Yukarıda da belirttiğim gibi misyonerler dünyanın dört bir yanında emperyalizmin öncü aktörleri olmuştur.

İngiliz sömürgeciliği her ne kadar Avrupalı devletlerden biraz geç başlamış olsa da diğer ülkelerin sömürgecilik ve köle ticaretiyle ulaştıkları zenginlikleri gören İngiltere faaliyetlerini kuzey Amerika ve Hindistan bölgesinde yoğunlaştırmıştır. İngiltere’nin sömürgecilik faaliyetleri, dünya tarihine derin izler bırakmış ve birçok bölgenin sosyal, ekonomik ve politik yapısını şekillendirmiştir. Bu süreç, İngiltere'nin küçük bir ada devleti olarak başladığı konumdan küresel bir imparatorluk haline gelmesini sağlamıştır.

İngilizler kendi ülkesinde suça karışmış insanları sömürge bölgelerine sürgün ederek bunları işçi olarak kullanmışlardır. 1777 yılında en az kırk bin erkek ve kadın Amerika kolonilerine sürgün edilmiş, yüzbin civarında erkek ve yirmibeşbin kadın da Avustralya’ya gönderilmiştir.

İngiltere’nin sömürgecilik siyasetinde Hindistan’ın özel bir konumu olmuştur. Yedi Yıl Savaşları sonrasında imzalanan Paris Antlaşmasıyla İngiltere Hindistan’ı himayesine almış, iki yüz yıl boyunca hem ticari ve bölge güvenliği açısından askeri bir kaynak olarak bu bölgede hakimiyeti sağlamıştır. İngilizlerin Hindistan’la ilk ticari faaliyetleri 1600 yılında başlamıştır. İngiltere’de Sanayi Devrimi'nin başlaması, sömürgecilik faaliyetlerini daha da artırdı. Sömürgelerden ham madde sağlanıyor ve İngiliz ürünleri bu bölgelere satılıyordu. Güney Afrika’daki elmas ve altın madenleri gibi kaynaklar İngiltere’nin sömürgecilik faaliyetlerinin ekonomik temelini oluşturdu.

İngiltere’nin köle ticaretindeki rolü, Atlantik köle ticaretinin en önemli aktörlerinden biri olarak dünya tarihine damgasını vurmuştur. İngiltere, 17. yüzyıldan 19. yüzyılın başlarına kadar köle ticaretinin organize edilmesinde, yürütülmesinde ve bundan büyük ekonomik kazançlar elde edilmesinde merkezi bir rol oynamıştır. Londra, Bristol ve Liverpool gibi şehirler, köle ticaretinin merkeziydi. Özellikle Liverpool, 18. yüzyılda Avrupa’nın en büyük köle ticareti limanı haline geldi. Köle ticareti, İngiltere’nin Sanayi Devrimi'ni finanse eden önemli gelir kaynaklarından biriydi. Köle ticaretiyle elde edilen sermaye, fabrikaların, bankaların ve altyapının geliştirilmesine büyük katkı sağlamıştır. Londra’da Lloyd's gibi şirketler, köle gemilerinin sigortalanmasında büyük rol oynamış ve gelir elde etmiştir. Ayrıca, İngiltere’nin finans, sigortacılık ve bankacılık sektörleri köle ticaretinden elde edilen gelirlerle büyümüştür.

Değerli taşlar, mücevher ticareti ve altın, Afrika sömürgeciliğinde önemli kazançlardır. Emperyalist Batı, Afrikanın bu zenginliklerini kendi ülkelerine taşıyarak kirli bir kalkınma ve zenginlik sahibi olmuşlardır. Özellikle altın, mücevher ticaretinde Yahudiler etkin rol üstlenmişler ve bu ticaretle daha da zengin olmuşlardır. Yahudiler, birçok Avrupa ülkesinde tarımla uğraşma veya toprak sahibi olma hakkına sahip olmadıkları için genellikle ticaret, finans ve zanaatla uğraşmışlardır. Köle ticaretinde kullanılan gemilerin sahibi olmaları altın ve mücevherat ticaretinde etkin olmalarını daha da kolaylaştırmıştır. Yahudiler, özellikle Avrupa'nın mücevher işçiliği merkezlerinde (Antwerp, Amsterdam gibi şehirlerde) yoğunlaşarak bu alanda uzmanlaştılar. 19. ve 20. yüzyılda, Belçika'nın Antwerp şehri ve Hollanda'nın Amsterdam şehri elmas ticaretinin merkezi haline geldi. Yahudi tüccarlar ve zanaatkârlar, bu sektörün en etkili gruplarından biriydi. Yahudi tüccarların dünya genelinde geniş bir diaspora ağı bulunması, elmas ticaretinin uluslararası hale gelmesinde etkili oldu. Bugün de, mücevher ve altın  merkezleri olarak bilinen Antwerp, Tel Aviv, New York gibi şehirler, Yahudi tüccarların geçmişte oluşturduğu temeller üzerine inşa edilmiştir.

Bazı ülkelere göre sömürgecilik faaliyetlerine daha sonra başlayan İngiltere’nin kısa bir sürede dünya ticaretinde etkin olmalarını sağlayan en önemli faktörlerden biri de özel sermaye ile kraliyet yönetiminin ortak hareket etmesidir. İngiliz Kraliyet yönetiminin tüccarları, kaşifleri ve denizcileri destekleyerek sömürge bölgelerine hâkim oldukları tarihi bir gerçektir.

İngiliz Doğu Hindistan Şirketi (East India Company), 1600 yılında İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth tarafından kurulan ve 17. yüzyıldan 19. yüzyıl ortalarına kadar dünya tarihini şekillendiren en güçlü ticaret şirketlerinden biridir. Şirket, başlangıçta ticari amaçlarla kurulmuş olsa da zamanla askeri ve politik güç merkezi haline gelmiş, İngiliz sömürgeciliğinin en önemli araçlarından biri olmuştur. Hindistan ve Güneydoğu Asya’dan baharat, çay, ipek, pamuk ve değerli taşlar gibi ürünler bu şirket kanalıyla İngiltere’ye taşınmıştır. Bunun karşılığında da İngiltere’de üretilen ürünler Hindistan bölgesine satılarak geniş bir Pazar alanı oluşturulmuştur. Şirket sömürgeleştirdiği Hindistan’dan elde ettiği zenginliği İngiltere’ye taşımıştır.

İngiliz sömürgecilik faaliyetlerinin merkezleri olarak değerlendirilen sömürge şirketlerinin en önemlilerinden bir diğeri de 1606 yılında I. James tarafından kraliyet imtiyazı ile kurulan Virginia Şirketi’dir. Bu şirketin yatırımcıları ve kurucuları arasında soylu aristokratlar, askeri şahsiyetler, devlet adamları ve zengin tüccarlar yer almışlardır. Şirketin yönetiminde yer alan kişiler Sir Robert cecil, Sir Thomas Smith, Sir George Somers ve Richard Hakluyt gibi isimler İngiliz sömürgeciliğine yön vermiş önemli şahsiyetlerdir. ABD’de 1790 yılında yapılan köle nüfus sayımına göre 697.000 köle tespit edilmiş, yaklaşık yetmiş beş yıl sonra 1861’de bu sayı 4.000.000’a ulaşmıştır. Kölelerin sıfır maliyetle iş gücünden yararlanılması İngiliz sanayisinin, finans gücünün en önemli kaynağı olmuştur.

İngiltere kurmuş olduğu şirketler aracılığıyla sömürge faaliyetlerini sürdürürken aynı zamanda askeri ve siyasi gücünü de bu bölgelerde tesis etmiştir. Doğu Hindistan Şirketi, Hindistan’ın bütün zenginliğini İngiltere’ye aktararak çok önemli bir zenginlik sağlarken; Virginia Şirketi Kuzey Amerika’da İngiliz hakimiyetini sağlamış ve bu bölgenin kaynaklarını kullanmıştır. Kraliyet Afrika Şirketi ise, Afrika’nın altın, gümüş ve diğer zengin ve kıymetli madenleriyle birlikte insanlığın en utanç tarihi sayfaları olan köle ticaretiyle İngiltere’nin zenginliğine büyük katkılar sunmuştur.

Sömürgecilik ve köle ticareti, dünya tarihinin en karanlık dönemlerinden biridir. Avrupa ülkelerinin ekonomik çıkarları doğrultusunda Afrika kıtasının insan gücü ve doğal kaynakları sömürülmüş, bu süreç milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine, toplumsal yapının bozulmasına ve kültürel yıkımlara neden olmuştur. Köle ticareti ve sömürgecilikten elde edilen zenginlik, Avrupa’nın refahını artırırken Afrika kıtasında derin yoksulluk, siyasi istikrarsızlık ve sosyal çöküşe sebep olmuştur.

Emperyalist devletlerin sömürgecilik ve köle ticareti faaliyetleri insanlık tarihinde utanç sayfası olarak yerini almıştır. Sömürgecilik politikalarının temel argümanı geri kalmış Batı dışındaki toplumları “medenileştirme” çabası olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Ne gariptir ki, bu çağda da aynı emperyalist ülkeler dünyanın değişik bölgelerinde işgal, siyasal ve toplumsal kaos, terör vb faaliyetlerini aynı argüman üzerinden gerçekleştirmektedirler.

Özellikle Afrika kıtası toplumu o tarihlerden bugüne yaşanılan zulüm, soykırım, işkence, köleleştirme ve etnik savaşlarla birbirlerine düşman edilmiş ve bu durum bugün halen bölgenin en önemli sorunudur. Afrika’nın bugün içinde bulunduğu travmatik durum, Batı sömürgeciliği ve kölelik sisteminin sonucudur. Batılı ülkeler ve ABD, sömürgecilik faaliyetleriyle insanlık suçu işlemişlerdir. Bugün elde ettikleri tüm zenginlik ve kazanımlarda Afrikalı ve dünyanın değişik bölgelerinde sömürge haline getirdikleri milletlerin ve kölelerin kanı ve nefreti vardır. Buna rağmen başta bu sömürge ülke toplumları olmak üzere birçok ülke toplumu Batı’nın bu zenginliği ve kalkınmışlığı konusunda tarihi gerçeklerden habersiz ve hatta batı hayranlığıyla yaşamlarını sürdürmektedirler.  Sömürgecilik faaliyetleri bugün de “küreselleşme” ve “küresel sermaye/şirketler” vasıtasıyla devam etmektedir.

Bütün olumsuzluklara karşılık bugün Afrika’da sömürgeciliğe karşı ve Batılı devletlere karşı ciddi bir uyanış, direniş ortaya çıkmıştır. Birçok Afrika ülkesi Batı ülkelerinin siyasi ve askeri varlığına kendi ülkelerinde son vermişlerdir.

Türkiye son yıllarda Afrika kıtasında dünyaya örnek uluslararası diplomatik ve insani ilişkiler tesis etmiştir. Batılı ülkelerin Afrika kıtasından sağladıkları zenginlik kaynakları ellerinden kaybolunca ciddi siyasal ve ekonomik çalkantılar yaşanmaktadır.

Afrika kıtası, emperyalist/sömürgeci ABD ve Avrupa ülkelerine karşı verdiği özgürlük mücadelesi dünya çapında etkili siyasal, ekonomik ve sosyal dönüşümü sağlayacaktır. Afrika kıtası ABD/AB ülkelerinin dünya hegemonyasının yıkılışında ve yeni dengelerin inşa edilmesinde kritik bir misyona sahiptir.

 

 

 

 

 

 

 

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 482 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI