Ahmet Tirfil Yazdı: Modern Çağda İnsanın Özgürlük Algısı

Rasyonalist düşünce iddiasıyla Ortaçağ Avrupa dogmatizmine başkaldırıda bulunan batılı birey, kendini keşfetme duygusuyla her şeye karşı itiraz etmeyi özgürlük olarak anlamıştır.

A+
A-

Ahmet  TİRFİL

Rasyonalist düşünce iddiasıyla Ortaçağ Avrupa dogmatizmine başkaldırıda bulunan batılı birey, kendini keşfetme duygusuyla her şeye karşı itiraz etmeyi özgürlük olarak anlamıştır. İnsanı kutsallaştıran ve aklı temel ölçü olarak kabul eden batı düşüncesi, kendi dışındaki her şeyi “öteki” olarak nitelemiş ve “öteki”nin asimilasyonuna dayalı kolonyalist anlayış, “evrensellik” iddiasıyla batılı değerleri yüceltmiştir.

Rasyonalist düşünce tüm değerleri, batının evrenselliği ve bilimsellik ölçütüyle tartışma zeminine çekmiştir. Böylelikle yeni bir gerçeklik bilgisi ve algı tarzı oluşturularak diğer tüm kültür ve bilgi birikimi reddediliyordu. Aslında insanlık tarihi boyunca insanın “hakikat arayışı” ve “varlığı anlamlandırma” çabası devam etmiştir. Bu arayışa tarihin belirli zamanlarında farklı felsefi kuramlar öncülük etmiştir. Liberal düşünce sisteminde dahi hakikat arayışında “teoloji” kaynaklık teşkil etmiş, insanın sorumluluğu ve birlikte yaşam kuralları teolojik metinler baz alınarak belirlenmiştir.

Özgürlük kavramı tarihin hiçbir döneminde bugünkü kadar sınırsız ve sorumsuzluk olarak algılanmamıştır. Kilisenin dogmatizmine karşı batılı insan teolojik kurgudan kendini sıyırırken bunu özgürlük olarak görmüş, ancak seküler düşünce anlayışında siyasi otoritenin düzenlemesine bağlanmış, sorumluluk duymuştur.

Özgürlük, insanın yaşama dair eylemlerinde seçimde/tercihte bulunmasıyla ilgili bir karardır.

Sosyal bir varlık olan insanın birlikte yaşam kültüründe seçimde bulunma eylemi aynı zamanda bir sorumluluğu da içermektedir. Bu sorumluluk seçiminin/tercihinin kapsamıyla ilgilidir. Kişinin seçimi/tercihi bir yaşam biçimini ortaya çıkarır. Bu yaşam biçimi sosyal iletişimi/etkileşimi ifade eder. Tam da bu noktada kişinin sorumluluğu başlar. İnsan olmakla sorumluluk içiçe bir bütündür. Kişinin belirli bir şeyi yapmaya gücü varsa aynı zamanda bu yaptığıyla sorumludur.  Kişinin bu yapma konusunda tercihi/ seçimi bir özgürlükse, sorumluluk da sosyal yaşamın temel paradigmasıdır. Özgürlük insana ait bir niteliktir. Özgürlük ancak kişi üzerinden değerlendirilir. Bunun dışında failin belli olmadığı bir düzlemde özgürlük ve sorumluluktan bahsedilemez. Yani toplumsal özgürlük veya toplumun özgürlüğü ifadesi faili örttüğü için soyut bir içeriğe bürünür.

Kişinin seçimi/tercihi, “isteyerek yapma” anlamı taşır. “İsteyerek yapma” hali “bilgiye sahip olma”yı gerektirir. Yani özgürlük kavramının içinde “bilgiye sahip olma” gerekli bir koşuldur. İşte bu gerekli koşul sağlandığı için “sorumluluk” özgürlüğün vazgeçilmez unsurudur. Bilgiye sahip olmak özgürlüğü doğru noktada ve içerikte kullanmayı sağladığı için bilgisizlik sorumluluğu ortadan kaldıran bir mazeret değildir. Bilgisizlik kişiyi tercihi/seçimi yanlış yapmaya yöneltir. Bu durum özgürlüğün varlığını ortadan kaldırmaz ancak kullanıma dair sorumluluk meselesi olur. 

Kişinin tercihi, isteyerek yapmak anlamı taşır. Kişi gücünün yetmeyeceği şeyleri yapmak isteyebilir ancak tercih etmez; ancak yapabileceği şeyleri tercih eder. İstemek, kişinin amacı ile ilgili; tercih ise amacına ulaştıracak araçlarla ilgili diyebiliriz. Tercih aynı zamanda “iyi ve kötü” ile ilişkilidir. Bilgiye sahip olmak “doğru ve yanlış” ayrımında kişiye rehberlik eder. Tercih, birden fazla seçenek içerisinde akıl ve düşünce ile varılan sonuçtur. Bundan dolayı tercih, kişinin son noktada karar vermesi anlamı taşır.

Hakikat tam da bu noktada önem kazanıyor. İyi ve kötü şeyleri yapmak veya yapmamak bir tercih ise, kişinin “hakikat/doğru arayışı” bir sorumluluk olarak kabul edilir. Bundan dolayı özgürlük, insanın isteyerek bir eylemde bulunmasıdır. Sorumluluk da bu eylemin sonucuna göre ortay çıkan neticedir.

Günümüzde “özgürlük” kavramı insanın kendine ve birlikte ortak yaşam koşullarına sorumluluk anlayışında kopartılarak “her istediğini yapabilmek” olarak kabul edilir hale geldi. Aslında kişi bu sınırsızlık anlayışının kabul edilemez olduğunu biliyor olmasına rağmen özgürlük kavramı “siyasi/ideolojik” bir araç olarak kullanılmaktadır. Sorumluluktan uzak bir tercihin ortaya çıkaracağı kaos, kişinin tercihle varmak istediği amacı/sonucu da anlamsız kılar.

Peki sorumluluğun kapsamı ve tabi olunan kuralların kaynağı ne olacaktır? Bu noktada da batı düşünce sisteminin materyalist/ seküler anlayışı evrensel bir norm olarak tüm dünya halkına dayatılmaktadır. Rasyonalist/seküler anlayışa göre insan aklın buyruğuyla yaşayan bir canlıdır. Ancak akıl, elde edilen veriler ve duyumlarla hareket ettiğinde ortak bir yaşamı gerçekleştirmek için doğru tercihte bulunmayı sağlayabilecek midir? İnsanın yapıp ettiklerinden doğan sorumluluk ölçütü nasıl belirlenecek?

Şu bir gerçek ki, hiçbir şey varoluş nedeni olmaksızın var olmaz. Yani hiçbir şey anlamsız ve rastlantı değildir. Rastlantıya bağlanan her konu, o konu hakkında bilgi eksikliğini gösterir. “Varlığın anlamı” konusunda arayış insanı “hakikat”e yöneltir.

Özgürlük, varlığın anlamına uygun doğru bilgiyle tercihte bulunup, öteki insanlarla etkileşimde sorumluluk bilinciyle hareket etmek demektir. Bu nokta ortak bağlayıcı bir etken olarak yasalar devre girer. Kişinin kendine ve öteki insanlara karşı sorumluluğun sınırlarını belirleyen ortak menfaati, iyi ve kötü ayrımında ortak ölçüyü yasalar belirler. Yasaların ve insanın varlık nedenine uygun sorumluluk ilkelerinin kaynağı konusu geniş bir konudur. Ancak “varlığın anlamı” ve “varlığın nedeni” konusunda ilahi bir gücün ve ilahi iradenin varlığı reddedilemez bir gerçektir. Aslında özgürlük anlayışında sorumluluk tartışması bu ilahi iradenin görmezden gelinmesinin sonucudur. Batı düşüncesi bireyi kutsallaştırıp, rasyonalist/seküler anlayışla hareket ettiği için sorumluluk bilinci ve sınırı tartışılmaktadır.

Batı kendi yapısal sorunlarından kaynaklı olumsuz tecrübeleri sonucunda ilahi kaynağı reddettiği için “varlığın anlamı” sorusuna cevap verememektedir. “Varlığın nedenine/anlamına” doğru cevap veremediği için “özgürlük ve sorumluluk” anlayışının çerçevesini değişkenler üzerinden ancak belirleyebiliyor. “Değişkenler” üzerinden bir çerçeve oluşturma çabası uygulamada büyük sorunlara neden olmaktadır. Bugün batının küresel politikalarındaki tutarsızlığın nedeni sistemin değişkenler üzerine kurulu olmasından kaynaklanmaktadır. Buna rağmen kavramlar üzerinden öyle “evrensel doğru” algısı yönetiliyor ki, uygulamadaki sorunlar gizleniyor.

Batı düşüncesinde özgürlük anlayışı “reddetme” odaklıdır. Reddetme bir şeyi yok sayıp, başka bir şeyi tercih etmek anlamı taşır. Batı düşüncesinde birey, kilisenin dogmatizmine karşı başkaldırıda bulunup, ilahi kaynaklı her şeyi reddederek aklı ve seküler yaşamı tercih etmiştir. Bundan dolayı batı düşünce sisteminde birey, “varlığın nedeni/anlamı” sorusunu gündeme almaz, varlığı ölümle sonlandırdığı için sorumluluk anlayışını dünyevi ölçülerle değerlendirir.

İslam düşüncesinde ise özgürlük, daha çok kişinin hürriyeti kapsamında değerlendirilir. yani insanın Allah’a kulluk ve varlık anlamına uygun bir yaşamı sürdürebilmesi ve bu konuda bütün kısıtlamalara karşı hür olmasını içerir. İnsan idrak ve irade sahibi varlıktır. Varlığın anlamı insanın fıtratına kodlanmıştır. İyi kötü ilahi metinlerle mutlak olarak belirlenmiş ve bu çeneklerde insanın varlık anlamına uygun iradede bulunacağı öngörülmüştür. Bundan dolayı İslam düşüncesinde insan, yaşamının her evresinde iradesinden sorumludur. Akletmek, idrak etmek, doğru iradede bulundan için ilahi metinler ve rehber olarak peygamber gönderilmiştir. İrade serbestiyeti kişinin nefsinde vardır, ancak bu irade dünyevi ve uhrevi sorumluluğu insana yükler. Doğru iradede bulunmak için doğru bilgi bu ilahi metinlerde vardır. İnsan, iyi-köyü, doğru-yanlış ayrımında özgür irade sahibidir. Allah Kuran’da “O (Allah), hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır.” (mülk-2) buyurmaktadır.

İlahi kaynağı ve metinleri reddeden batı düşüncesi, aklı mutlak ölçüt olarak kabul ederken ilahi metinlerin akletmeyi içermediğini iddia ediyor. Aslında Allah insanı irade, güç sahibi, idrak, iyi kötü ayrımını yapacağı anlayış ve tefekkürle yaratmıştır. Batı düşüncesinde kişi, kainatın, insanın varlığını anlamak için “neden” sorusunu sormamaktadır. Buna karşılık “nasıl” sorusunu önceleyerek bir cevap verip bu cevabı da “bilimsellik” olarak nitelendiriyor. “Neden” sorusuna cevap verme çabası insanı ilahi bir kaynağa ve sorumluluğa ulaştıracaktır. “Nasıl” sorusuna verilecek cevap gözlem ve deneyle mümkün iken “Neden/niçin” soruna cevap teolojik-vahyi ve akli bilgiye bağlıdır. Her iki soru da insanı ve kainatı daha iyi anlamak için gereklidir. Yani hem bilimsel veriler hem de vahyi ve akli bilgiler değerlidir. Bunlardan birini yok saymak insanı ve kainatı anlamlandırmakta konuyu zayıflatır.

Günümüz dünyasında yaşanılan olaylara ve batının politikalarına bakıldığında batı düşünce sisteminin çöktüğünü ve artık dünyaya vadedeceği bir şeyin kalmadığını görüyoruz. Bugüne kadar sadece reddederek ilahi olan her şeyi yok sayan batı düşünce sistemi evrenselleştirdiği kavramlarla yüzleşmektedir.

İnsanın fıtratına, eşyanın tabiatına aykırı hiçbir şey, hiç bir tercih özgürlük kapsamında değerlendirilemez. İnsan fıtratı, eşyanın tabiatı kendine özgü, değiştirilemez kodlar, yasalar içerir. 

Tercih kavramını, her bir şeye kişisel müdahale ve kişisel karar olarak düşünürsek hiçbir şeye itiraz etme hakkımızın olmadığı sonucu doğar. İtiraz etme, reddetme düzenleme gibi bütün fiiller işlevsiz hale gelir. Bu durum ise yaşamı, tabiatı her şeyi terörize eder. Bundan dolayı özgürlük kavramının cazibesine kapılarak insan fıtratına, kainatın, eşyanın tabiatına aykırı davranışlar  bireysel tercih olarak kabul edilemez.

Bugün güç, servet ve çeşitli ittifak kuruluşların hegemonik zulmü ve uygulamaları , Birleşmiş Milletler, NATO , Dünya Sağlık Örgütü vb kuruluşlar, uluslararası diplomatik ilişkiler, terör olayları, savaşlar, bunların tamamında devletlerin, kişilerin ve hatta toplumların tercihlerinin etkisi ve sonucu mevcuttur. Eğer tercih dokunulmaz,  müdahale edilmez bir karar olarak düşünülürse yaşanılan sıkıntılara, ortaya çıkan dramatik insan hakları olaylarına, ölümlere hiç kimsenin itiraz etme hakkı yoktur. Bu önerme asla mantıklı ve akla uygun değildir.  O halde yasaların, düzenlemelerin ve hatta itiraz etmenin önemli bir hak olduğu düşünülür. 

İnsanlığın kurtuluşu ve huzuru, insanın ve kâinatın varlık nedenine ve anlamına uygun olarak ilahi metinler çerçevesinde bilimsellik anlayışını yeniden yorumlayarak yeni bir sistem oluşturmaya bağlıdır. Bu çabada kötü örnekler öncelenerek ümitsizliğe kapılmamak gerekiyor. Doğru ve evrensel bir sistemi kurmak konusunda Müslüman toplum kadim bir medeniyete, bilgi ve tecrübeye sahiptir.

 

*Araştırmacı-Yazar

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

POPÜLER HABERLER