16-09-2024 08:40:51 Son Güncelleme: 16-09-2024 10:01:51

Ahmet Tirfil Yazdı: Öz’e Dönüş İçin Zihni Prangalardan Kurtulmak

Devletler, toplumlar tıpkı insan hayatı gibi inişli çıkışlı bir süreç yaşarlar. Bazen güçlü ve öncü; bazen ise siyasi, askeri ve ekonomik çalkantılara maruz kalırlar. İnsan nasıl ki maruz kaldığı...
Ahmet Tirfil Yazdı: Öz’e Dönüş İçin Zihni Prangalardan Kurtulmak

 

*Ahmet Tirfil

Devletler, toplumlar tıpkı insan hayatı gibi inişli çıkışlı bir süreç yaşarlar. Bazen güçlü ve öncü; bazen ise siyasi, askeri ve ekonomik çalkantılara maruz kalırlar. İnsan nasıl ki maruz kaldığı sıkıntı ve zorlukları tecrübelerinin rehberliğiyle çözerse, devletler de içine düştükleri kaos ve buhran dönemlerini doğru teşhislerle özgün bir çaba ve projeyle atlatırlar. Özgün çaba ve proje konusunda başarılı olamayan toplumlar, kolonyalist bir hegemonyanın zorunlu etkisiyle dönüşürler. İşte asıl mesele tam da bu “değişimin kaynağı ve parametreleri”nin meşruiyeti ve niteliği konusunda düğümleniyor.

 “Modern-Muasır” tartışması 19.yy’da Osmanlı’nın askeri yenilgilerinden sonra bu toplumun gündemine yoğun bir şekilde girmiştir.

Fransız düşünür Ernest Renan’ın 1883’te “İslam’ın terakkiye( ilerlemeye) engel olduğu” yönündeki iftirası özellikle Avrupa’da eğitim gören jön Türkleri etkilemiş ve bu jakoben zümre modernleşmenin önünde engel olarak “dini” hedefe oturtmuştur. Modernleşmek için tüm Doğulu yüklerden kurtulup, Batı ile eklemlenmeli ve ancak bu şekilde hayatta kalarak ilerleme sağlanabilirdi.

Özellikle edebiyat, sanat ve yönetici seçkin zümre, yaşanılan askeri, siyasi başarısızlıklardan dolayı içine düştükleri bunalımı, eziklik psikolojisini “dini ve kültürel değerlerden koparak” aşmaya çalıştıklarında , Batı Medeniyetini yücelterek paradoksal bir kabule yönelmişlerdir.

Batı’nın, Doğu ülkeleri üzerindeki siyasi hegemonyasını ve sömürgeleştirme girişimlerini meşrulaştırmak için ortaya attığı “modernleşme” iddiası, Doğu toplumlarında Batının evrensel bir medeniyet ve ilerlemenin modeli olarak kabul edilmesi anlayışını doğurmuştur. Avrupa medeniyeti ve Avrupalı yaşam biçimi bir “varoluş meselesi” olarak kabul edildi. Buna göre Osmanlı ayakta kalmak, var olmak istiyorsa kesinlikle Batı’ya eklemlenmelidir. İlerleme ancak batı ekseninde modernleşmeyle gerçekleşebilirdi. İlerleme anlayışı, hayatta kalma ile ilişkilendirilmiş ve bunun tek çaresi ise Batı’nın felsefi, kültürel ve ekonomik modelini özümsemeye bağlanmıştır.

Avrupa’nın medeniyet ve kültürünü alma önerisi özellikle edebiyat ve siyasi seçkinlerin sloganı haline dönüşmüştür. Ancak bu medeniyet ve kültür transferinin nasıl gerçekleşeceği ve bu sürecin nasıl işletileceği konusunda belirgin bir stratejinin, projenin sunulmaması seçkin zümrenin nasıl bir zihni esaret altında ezildiğini de gösteriyor. Modernleşme sloganıyla Batı Medeniyetini ilerlemenin öncüsü ve evrensel tek medeniyet olarak kabul eden elit zümreden sürece dair aşamalı bir değişim teklifi gelmemiş buna karşılık dini, kültürel değerler geri kalmışlığın kimliği olarak ilan edilmiştir. Bundan dolayı aslında modernleşme öncüsü olarak arz-ı endam eden edebiyatçı ve siyasi kadronun değişim konusunda ilmen ve fikren hazır olmadıkları, Batının kültürel yaşamının özentisiyle/hayranlığıyla değişim iddiasında bulundukları, bu süreci yönetmek için yetersiz oldukları bir gerçektir.

İlerleme ile modernlik olgusunu karıştıran elit zümrenin yanıldığı nokta şudur ki, her medeniyet ve kültür, kendi ilke ve değerleri üzerine inşa olur. İlerleme/kalkınma bir başka medeniyeti transfer ederek, başka bir kültürü mevcut kültüre monte ederek elde edilemez. Modernlik hiçbir millete ve medeniyete ait bir vasıf olmadığı gibi tarihsel bir zamanı da ifade etmez. Modernlik “an” ile ilgilidir. Ve yaratıcılık ruhunu içerir.

Batı’nın kendi tarihi ve geleneğinin, din ile olan tecrübesi ve ilişkisi ile Müslüman toplumların tarihi ve geleneğinde dinle olan tecrübesi, ilişkisi çok farklıdır.  Batı’da din, dogmatik bir içerikle kilisenin ve siyasi erk’in hegemonyasına araç olarak kullanılırken, Müslüman toplum anlayışında din, herhangi bir ruhban sınıfı ve siyasi gücün tasarrufunda asla kabul edilmemiştir. İslam Dini’nin batılı düşünür ve yöneticileri tarafından hedefe oturtulmasının sebebi, gerçekten İslam’ın muhteviyatına hakim olduklarından değil, sömürgecilik faaliyetlerini daha etkili bir şekilde yürütmek için hedefteki toplumların iç dinamiklerini ortadan kaldırmak istemelerinden kaynaklanmıştır.

Modernleşme ve ilerleme konusu Batı merkezli bir örnekliği mutlak ölçüt olarak gösterilirken, Batı devletlerin tarihi serüvenleri gözden kaçırılmaktadır. Özellikle sanayi devrimi üzerinden kalkınma yorumlanırken dünya ölçeğinde yaşanılan sömürgecilik faaliyetlerinin insanlık dışı içeriği de yorumlanmalıdır.

Batı medeniyetinin özellikle Afrika ve Uzak Doğu’daki sömürgecilik faaliyetleri insanlık dışı uygulama, işkence ve köleleştirme ayıplarıyla doludur. Batı, bu toprakların sadece kaynaklarını sömürmemiş, yüzbinlerce insanı katlederek ve yüzbinlerce insanı köleleştirerek kendi ilerlemesini/kalkınmasını meşrulaştırmıştır.

Batı medeniyetinin ve Batının kalkınma serüveninin her aşamasında zulüm, işkence, köle ticareti ve milyonlarca insanın kanı ve göz yaşı vardır.

Son dönem Osmanlı seçkin edebiyat ve yönetici zümre, Batı medeniyetinin paradigmaları üzerinden ilerleme iddiasında bulunurken batının kalkınma serüveninde izlediği yöntemi asla değerlendirememiştir.

“Batı medeniyeti ekseninde bir değişimle ancak var olunacağı” iddiasında bulunan elit zümre İttihat ve Terakki yönetiminin öncüleri olmuşlardır. Önemli olan bu noktanın sorgulanması gerekiyor. Zira Osmanlı Hanedanını en ağır şekilde eleştiren bu elit zümre, yönetimi ele geçirdiklerinde devletin ilerlemesi ve kalkınması yönünde hiçbir şey yapmadıkları gibi İttihat ve Terakki dönemi, Osmanlı devletinin en hızlı yıkılış dönemi olmuştur.

Balkan topraklarının, Libya ve Filistin’in kaybedilmesi, ardından I. Dünya Savaşı ve Anadolu’nun işgali, Batı ekseninde modernleşme ve dini değerlerden ayrılma iddiasıyla değişimin öncüsü olan seçkin zümrede varoluş krizini daha da derinleştirdi.

Aynı İttihatçı seçkin kadro Cumhuriyet döneminde de bu zihni prangalarından kurtulamadı. Anadolu topraklarını işgal ve tarumar eden Batılı güçleri ve kültürünü uygar ve çağdaş olarak görüp batılılaşma politikaları devam etti.

Bu sefer “muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak” ideali her alanda topyekûn hedef olarak topluma sunuldu. İlerlemenin temel şartı, yaratıcılık demiştik. Ama maalesef ilke ve değerler üzerinde yaratıcılık gerçekleşmediği gibi, kolonyalist hegemonik değişim politikaları, devleti ve toplumu kendi tarih ve kültüründen koparmıştır.

“Muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak” ideali ilk bakışta psikolojik bir motivasyon olarak görülse de zaman içerisinde bu anlayış Batı kültür ve medeniyetin transferi ve var olan kültür ve değerlerin yok edilmesi anlayışına dönüşmüştür.

Bugüne kadar süregelen bu söylem, zihinsel bir esaret ve pranga olmuştur. Yani Batı, tarihin her anında “muasır”, diğer devlet ve toplumlar ise tarihin her anında batıyı taklit etmek zorunda olup, Batı’nın seviyesine ulaşmak için çabalamak zorunda olan “geri kalmış”, “ezik” bir durumdadır. Bu söylem, hedef olmaktan çıkmış, “ezilmişliği”, “yenilgiyi”, “geri kalmışlığı” kader olarak kabul eden zihinsel prangaya dönüşmüştür.

Hatta konu o kadar farklı algılanır olmuş ki, geleneksel kültür ve kurumlara bağlı kalınırsa sömürgelikten kurtulunamayacağı dahi ileri sürülmüştür.

Bu durumda çok kritik bir soru sorulmalıdır. Din, bir devletin, toplumun ilerlemesi, kalkınması, sanat ve estetik sahibi olması, çalışkan ve üretken olması yolunda hangi yasak ve ilkeleriyle karşı çıkıyor, engel oluyor?

Batı’nın askeri üstünlüğü üzerinden Batı medeniyetini evrensel, tek modern medeniyet olarak kabul etmek gerçekten rasyonel bir önerme midir?

İslam medeniyeti ve kültürünün tarihi serüveninde var olan askeri üstünlüğü, siyasi/yönetimsel örnekliği, ilmi başarıları, toplumsal, ahlak ve gelenek örnekleri/ilkeleri, üretim çeşitliliği, sanat, estetik ve imar öncülüğü tarihi başarılar değil midir?

Şu tarihi bir gerçektir ki, İslam medeniyetinin ilke ve değerleri öncülüğünde çok sayıda ilim adamı insanlığın gelişmesine ve faydasına katkı sunan çok önemli keşiflerde bulunmuşlardır. İşin en önemli kısmı ise bu keşifler sadece Müslümanların faydalandığı şeyler değildir, tüm insanlığın ilerlemesine ve huzuruna vesile olmuştur.

Farabi: Matematik, Botanik, Tıp, Felsefe, Mantık ve Musiki alanında eserler vermiştir.

İbn-i Sina: Tıp alanında yazmış olduğu eserler Batı’da dahi okutulmuştur. Hastalıklar, tedavileri konusunda çığır açmıştır. Mikrop konusunda ilk çalışma yapan ilim adamı olarak kabul edilmektedir.

Ali Kuşçu: Astronomi ve matematik alanında dahi olarak bilinir.

El Buruni : Astronomi, matematik, botanik, eczacılık, coğrafya alanında dönemin üstadıdır.

El Kindi : ilk defa pergel kullanan, sıvıların özgül ağırlıklarını bulan; felsefe, tıp, ilahiyat, siyaset, matematik, astronomi, meteoroloji, psikoloji, diyalektik, optik ve kimyanın da aralarında olduğu 20’denfazla farklı alanda 270’e yakın eser vermiş çok yönlü İslam âlimlerinden bir tanesidir.

Battani: matematik dâhisi olup Trigonometriyi bulan ilim adamıdır. Ayın güneş etrafında dönmesini 365 gün, 5 saat, 48 dakika, 24 saniye olarak hesaplamıştır. Günümüzde ise bu 365 gün, 5 saat, 48 dakika ve 46 saniye olarak hesaplanmıştır. Yani Battani, sadece 22 saniye yanılmıştır.

Nurettin Batruci: Modern astronominin kurucusu olarak kabul edilir. Gezegenlerin iki kutuplu olduğunu, gök cisimlerinin hareketlerinin doğudan batıya doğru olduğunu 800 sene önce tespit etmiş; batılı ilim adamları ise ondan 500 sene sonra bu keşifler üzerinde çalışmışlardır.

İbn-i Heysem: gözün görme olayını ışığın gözün içine girerek kırılması sonucu olduğunu yani optik ilmini ilk bulan islam alimidir.

Cabir İbn-i Hayyan: Kimya alanında sıvıları kaynama noktalarına göre sınıflandırmış ve kimyada “baz” konusunu ilk gündeme getiren İslam alimidir.

İlk aşı da İslam dünyasında geliştirildi. Çiçek aşısının Avrupa’da kullanılmasından 50 yıl önce Osmanlı’daki çocuklar Çiçek hastalığına karşı aşılanıyordu.

İslam Medeniyeti’nde yapılan ilmi çalışmalardan bazıları bunlar…

Daha önce de söylediğimiz gibi dünya tarihinde her medeniyet ve kültür kendi ilke ve prensipleri üzerinde yükselmiştir.

İslam Medeniyeti, bütün değerleriyle tarihi sürecinde insanlığın faydasına değer katan çok önemli keşifleri gerçekleştirmiş, hayatın her alanında uzun zaman yürürlükte kalan kanun ve düzenlemeleri yapmış, farklı medeniyetlere ve toplumlara örnek olmuş kadim bir medeniyettir.

Bundan dolayı zihnimize zerk edilmiş, düşünce dünyamıza sokulmuş, ezberletilmiş eziklik psikolojisinden kurtulup, kadim medeniyetimizin, kültürümüzün rehberliğinde, ilmi birikimlerin ışığında bugün yeni bir dünya düzeni kurmak için yeniden motivasyon kazanarak ilerlememizin önünde hiçbir engel yoktur.

*Araştırmacı-Yazar

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 318 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI