Ahmet Tirfil / Araştırmacı-Yazar
Dünyanın değişik coğrafyalarında ortaya çıkan, en ağır insanlık suçları kapsamında kabul edilen olaylarda Siyonist Yahudilerle Evanjelist Hristiyanların birlikte hareket etmelerinin en bariz örneğini Gazze’de yaşanılan katliamlar konusunda görüyoruz. Dünya kamuoyunun bu kadar tepki gösterdiği, protesto ettiği Gazze’deki katliamları Siyonist Yahudilerle Evanjelist Hristiyanların askeri ve siyasi güç birliği yaparak sürdürüyor olmasını sadece konjonktürel bir strateji olarak göremeyiz. Bu ittifakın daha büyük, kendilerince kutsal/yüce bir hedefi ve amacı var.
Yeni Dünya Düzeni (New World Order), uluslararası ilişkiler, siyaset ve ekonomi açısından büyük değişikliklerin yaşandığı ABD ve ittifak ortağı olarak Avrupa devletlerinin etkin rol üstlendiği, uluslararası kurumların ortaya çıktığı ve bu kurumlar üzerinden küresel hegemonyanın inşa edildiği bir dönemi tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Bu kavram, özellikle Soğuk Savaş'ın sona erdiği ve 1990'larda Sovyetler Birliği'nin çöküşü ile daha fazla gündeme gelmiştir. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle, dünya düzeni tek kutuplu hale gelmiştir, yani Amerika Birleşik Devletleri küresel düzeyde en güçlü askeri ve ekonomik güç olmuştur. Bu durum, ABD'nin uluslararası ilişkilerde ve özellikle ekonomik sistemde dominant bir konumda olduğu bir dönemi işaret etmektedir. Bu düzenin temel özelliği, ABD'nin, dünya çapında birçok konuda belirleyici ve yönlendirici rol oynamasıdır. Bu dönemden sonra ABD ve AB ülkeleri, küresel hakimiyetlerini liberal siyaset ve kapitalist ekonomik ilkelerin vazgeçilmez bir gerçeklik olduğu kabulüyle hareket ederek diğer ülkelere, toplumlara empoze etmişlerdir.
Yeni Dünya Düzeni'nin tek kutuplu yapısı, ABD'nin küresel hegemonik rolüne dayanmaktadır. Küreselleşmenin temel dinamiği dijitalleşme ve internetin yaygınlaşması, dünya genelinde insanların bilgiye daha hızlı erişebilmesini sağladığı gibi algı yönetimi ve toplumların ideolojik ve siyasi hedefler doğrultusunda yönlendirilmesi gibi etki unsurları, ulus devletlerin siyasal, toplumsal, kültürel ve ekonomik parametrelerini derinden etkilemiştir. Küresel ticaretin ve sermaye hareketlerinin serbestleşmesi, liberal sert ekonomik faaliyet olarak görülse de bu durum birçok ülkede gelir eşitsizliğini artırmış ve bazı yerel ekonomiler için olumsuz sonuçlar doğurmuştur.
Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya ve Türkiye gibi ülkeler ABD ve AB’nin sömürgeci hegemonik küresel etkinliğine, Yeni Dünya Düzeni'nin tek kutuplu yapısına karşı çıkmışlardır. Bu ülkeler, çok kutuplu bir dünya düzeninin savunucusu olmuşlar ve ABD'nin küresel egemenliğine karşı alternatif stratejiler geliştirmeye yönelik siyasal ve ekonomik iş birlikleri ve ittifak yapıları oluşturmaya başlamışlardır. Bu çalışmalar, son yıllarda giderek daha da belirginleşmiş, uluslararası güç dengesinin değişmesi ve çok kutuplu iş birliğine dayalı bir düzenin kurulmasını yönünde önemli adım olmuştur.
Evanjelizm, İncil’i tüm dünyaya yaymayı amaçlar. Misyonerlik faaliyetleri aracılığıyla dünyanın birçok ülkesinde İncil’i çeşitli dillerde basıp dağıtarak, her yaştan insanı İncil’i okumaya teşvik etmek üzerine çalışmalar yürütmektedir. Bu strateji, Hristiyanlığa yeni inananlar kazandırmayı amaçlar ve “evanjelize etmek” (müjdelemek) kelimesi, bu sürecin özüdür, diğer dinlere mensup insanlar barış ve müjde vaadiyle etki altına alınır. Evanjelist hareket, sadece dini yayma faaliyetiyle değiş, aynı zamanda insani yardım faaliyetleriyle de farklı toplumlara ulaşma stratejisi yürütür. Yoksulluk, açlık ve doğal felaketlerden etkilenen bölgelere yardım göndermek, Evanjelistlerin misyonerlik stratejilerinden biridir. Bu faaliyetler, Hristiyan inancının toplumsal düzeyde etkili olmasına ve yeni inançlı bireylerin kazanılmasına katkı sağlar.
Siyonizm ve Evanjelizm, farklı coğrafyalarda ve dinlerde kökenleri olan ancak birbirleriyle güçlü bir ittifak oluşturan iki önemli ideolojidir ve yeni dünya düzeninin kurulması ve yürütülmesinde başat rol üstlenmişlerdir. Evanjelizm, Amerika'da yalnızca dini bir hareket olmanın ötesine geçerek, siyasete ciddi şekilde entegre olmuştur. Bazı başkanlar, özellikle Evanjelist topluluğa yakın durmuş, onların desteğini almak için dini değerlerine ve siyasal beklentilerine karşılık projeleri ve politikaları şekillendirmiştir.
Evanjelizm, Hristiyanlığın Protestan mezhebi olarak, özellikle Kuzey Amerika ve bazı Avrupa ülkelerinde yaygın olarak görülen ve Hristiyan misyonerliğini yaymayı amaçlayan bir harekettir. Evanjelistlerin, Siyonistlerle iş birliği tamamen din ile ilişkili bir ittifaktır. Evanjelistler, İncil’deki "Mesih’in geri dönüşü" inancıyla Yahudilerle birlikte “Dünya Krallığına” sahip olacaklarına inanmaktadırlar. "Tanrı'nın Ebedi Planının Tamamlanması" inancı, Hristiyan teolojisinde Tanrı'nın yaratılışın başlangıcından itibaren belirlediği ve zaman içinde adım adım gerçekleştirdiği kutsal bir planı ifade eder. Bu plan, tarihsel olarak Yahudilerin ve Evanjelist Hristiyanların dünya hakimiyetini sağlayacak, insanlığın kurtuluşu bu şekilde tamamlanacak Yahudilerin ve Evanjelist Hristiyanların önderliğinde dünya ebedi olarak barış ve huzura kavuşacak bir amacı içerir.
Evanjelist Hristiyanlar, İncil'deki inançlarına dayalı olarak İsrail'in varlığını Tanrı'nın bir planı ve kendilerine verilen bir müjde olarak kabul ederler. İncil'deki Eski Ahit'e göre, Yahudi halkının Filistin topraklarına geri dönmesi, İsa Mesih'in ikinci gelişinin işaretlerinden biri olarak görülür. Evanjelistlere göre, İsrail'in yeniden kurulması, Tanrı'nın vaatlerini yerine getirmesinin ve Hristiyanlık inançlarının son zamanlarda doğru bir şekilde gerçekleşmesinin bir parçasıdır. Bu nedenle, Evanjelistler için İsrail'in güvenliği sadece bir siyasi mesele değil, aynı zamanda dini bir sorumluluktur.
Evanjelizm, çok yönlü stratejiler kullanarak toplumsal, dini, kültürel ve politik etki yaratmayı amaçlar. Evanjelistlerin Siyonistlerle olan ilişkisi, Yahudi halkının dinî inançlarıyla uyumlu bir stratejidir. Bu stratejiye göre Evanjelistler, Yahudi halkının Filistin’deki topraklara yerleşmesini Tanrı’nın iradesi olarak kabul ederler. Bu yüzden, Evanjelistler için İsrail’in varlığı, sadece bir siyasi mesele değil, aynı zamanda dini bir misyonun parçasıdır. Çünkü Yahudiler bu topraklara yerleştiği zaman İsa Mesih yeniden dünyaya dönecek ve “Tanrı Krallığı” kurulacak, Yahudiler ve Evanjelist Hristiyanlar dünyaya hâkim olacaklardır.
"Yeni Dünya Düzeni", Evanjelistlerin önderliğinde Amerikan hegemonyasının devamlılığını sağlarken aynı zamanda Siyonistler de Filistin topraklarına yani kendilerine vaadedilen topraklara sahip olabilecekler ve Tanrı’nın vaadi gerçekleşecektir. Evanjelist Hristiyanlar, İsrail’in varlığını sadece politik bir olgu olarak görmekle kalmaz, aynı zamanda dini bir gereklilik olarak kabul ederler. İncil’deki kehanetlere göre, Yahudi halkının Filistin’deki topraklarda varlığını sürdürmesi, Mesih’in dönüşünü sağlayacak bir olay olarak görülür. Bu inanç, Evanjelistlerin, özellikle Amerika Birleşik Devletleri'ndeki güçlü lobicilik faaliyetleri aracılığıyla İsrail’in siyasi ve askeri desteğini güçlendirmelerine yol açmıştır. Amerika’nın İsrail’e verdiği sürekli destek, bu ittifakın temel hedeflerinden biridir. Siyonistlerin amacı, İsrail Devleti’nin geniş topraklara sahip olmasını, bölgesel olarak güçlenmesini ve uluslararası düzeyde saygınlık kazanmasını sağlamak iken, Evanjelistler bu amaçta yer almayı, Tanrı’nın planını yerine getirmek için dini bir görev olarak görürler.
Siyonizm ve Evanjelizm arasındaki ittifak, Amerika’nın dış politikasının şekillendirilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Amerikalı Evanjelistlerinin siyasal ve finansal alanlarda güçlü etkisi, İsrail’e sürekli destek veren politikaların şekillenmesine katkı sağlamaktadır. Amerikan hükümeti, İsrail’i sadece bir müttefik olarak görmekle kalmaz, aynı zamanda küresel hegemonyasını pekiştirmek için stratejik bir partner olarak da kullanır. Bu ittifak, Orta Doğu’daki dengelerin daha çok İsrail lehine şekillenmesini, İsrail’in hiçbir hukuki yaptırıma aldırış etmeden işgal politikalarına devam etmesini ve bir Filistin Devleti’nin kurulmasının engellenmesini hedeflemektedir. Bugün İsrail’in Filistin Gazze’de gerçekleştirdiği katliamlar ve işgal politikalarına ABD, AB ülkelerinin, Siyonist lobi ve finans baronlarının bu kadar açıktan destek vermeleri Siyonistlerin ve Evanjelistlerin dünyaya hakim olmak için kendilerince inandıkları bir mücadeledir.
Evanjelistlerin parasal ve finansal gücü, özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nde önemli bir yer tutar. Evanjelist Hristiyanlar, sadece dini topluluklar oluşturmakla kalmaz, aynı zamanda büyük bir ekonomik etki de yaratırlar. Bu güç, kilise gelirleri, dini organizasyonlar, televizyon yayınları, kitap satışları, bağışlar ve misyonerlik faaliyetleri gibi birçok kaynaktan sağlanmaktadır. Megakilise olarak bilinen, yüzlerce, hatta binlerce üyeye sahip olan kiliseler, büyük gelirler elde ederler. Örneğin, Joel Osteen'in liderliğindeki Lakewood Church (Houston, Texas), dünyanın en büyük kiliselerinden biridir ve yıllık gelirinin yüz milyonlarca doları bulduğu tahmin edilmektedir.
Evanjelist televizyon ve medya kanalları, finansal gücün önemli bir kaynağıdır. Christian Broadcasting Network (CBN) ve TBN (Trinity Broadcasting Network) gibi ağlar, Evanjelik Hristiyanlar için büyük finansal gelir kaynakları oluşturur.
Siyonist örgütün dünya siyasetindeki en belirgin yönlerinden biri, Amerika Birleşik Devletleri ile olan güçlü ittifakıdır. İsrail, ABD’nin en yakın müttefiklerinden biridir. Siyonistler ABD yönetimi üzerindeki etkiyi Evanjelistlerle birlikte hareket ederek, güç birliği yaparak elde etmektedirler. ABD, İsrail’e askeri, ekonomik ve diplomatik açıdan büyük bir destek sağlamaktadır. Siyonistler, ABD’nin Orta Doğu’daki stratejik çıkarlarını İsrail’in çıkarlarıyla paralel görürler. Bu, İsrail’in güvenliğini garanti altına almak ve Filistin sorunu gibi meselelerde dünya çapında destek bulmak için kritik bir avantaj sağlar. Ayrıca, Siyonist lobisi, Amerika’daki politikaları etkileyerek, İsrail’in çıkarlarını dünya siyaseti üzerinde güçlü bir biçimde savunur. En son Amerika seçimlerinde görüldüğü üzere başkan adayları İsrail ve Yahudiler lehine ciddi söylemlerde bulunmuşlar ve desteklerini açıkça göstermişlerdir.
Siyonizm, Yahudi halkının tarihsel olarak karşılaştığı antisemitizm tehdidiyle de yakından ilişkilidir. Dünya siyasetine bakış açısının temel unsurlarından biri, Yahudi halkının korunması ve antisemitizmin engellenmesi için çaba sarf etmektir. Birçok Siyonist, özellikle Batı Avrupa ve Orta Doğu’daki antisemitik hareketlerin yükselmesiyle birlikte, İsrail’in ve dünya çapında Yahudilerin güvenliğini sağlamak için uluslararası düzeyde harekete geçilmesi gerektiğini savunur. Bu sebeple, Siyonist lobi, küresel çapta Yahudi karşıtlığı ile mücadele etmek için diplomatik çabalar yürütür ve bu sorunları dünya siyasetiyle ilişkilendirir. İsrail’in katliamları ve işgallerine karşı değişik ülkelerde gerçekleştirilen protestoların engellenmesi, katılımcıların gözaltına alınması ve hatta üniversite öğretim üyelerinin ve sanatçıların kamuoyu nezdinde tehdit edilmesi, dışlanması ve görevlerine son verilmesi gibi baskılar antisemitizm ile ilişkilendirilerek dünya kamuoyu üzerinde baskı kurulmuştur. İsrail’e karşı düzeyli bir şekilde gerçekleştirilen protestoların antisemitizm ile ilişkilendirilmesi ve bu konuda bazı ülkelerin özel koruyucu hukuki düzenlemeleri acilen yürürlüğe sokmaları İsrail'in bölgesel üstünlüğünü artırmak ve aynı zamanda uluslararası düzeyde izolasyonu kırmak için psikolojik bir hamledir. İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği katliamlar dünya kamuoyu zihninde çok önemli iz bıraktı. Siyonistler ve Evanjelistler için bu durum geleceğe yönelik ciddi sorun olarak ortada durmaktadır. Zira Siyonist Yahudi projesi hiçbir zaman bu kadar yaygın bir şekilde dünya kamuoyu gündeminde yer bulmamış ve tartışılmamıştı. Siyonist Yahudiler kendi geçmiş tarihlerde sebep oldukları kaos ve kışkırtıcı eylemleri sonucu maruz kaldıkları siyasi baskıların mağduriyetini yıllarca ön planda tutarak özellikle Filistin’de gerçekleştirdikleri zulüm ve insanlık dışı eylemleri kamufle etmek için kullanmışlardı. Siyonist Yahudilerin katliamlara karşı gösterilen tepki ve nefrete karşı Yahudi inancını kendileri için kaynak olarak göstermeleri ve hatta dini kaynaklarından bu katliamlara cevaz veren pasajları ön plana çıkarmaları Siyonist Yahudi ve Evanjelist Hrıstiyan düşüncenin dünya huzuru ve barışı için ne kadar ciddi bir tehdit olduğu gerçek olarak ortaya çıkmış durumdadır.
Avrupa devletleri, Orta Doğu’daki Arap ve İslam dünyası ile sürekli olarak stratejik rekabet içindedir. Özellikle petrol zengini Arap ülkeleri ile olan ilişkilerde, Avrupa ülkeleri bazen bu ülkelerle zorlu diplomatik ilişkiler kurmuşken, İsrail, Batı’nın güvenliğini sağlamak, bölgedeki petrol ve enerji kaynaklarına sahip olarak Batı’nın ihtiyacını karşılamak ve bölgedeki stratejik dengeleri korumak adına önemli bir müttefik ve Batı’nın uç karakolu olarak rol üstlenmiştir.
Amerika'daki güçlü iş adamları, medya sahipleri ve finans baronları, Evanjelist inançlarına sahip olan ve aynı zamanda Siyonist ideolojiye yakın olan gruplar arasında yer alır. Bu insanlar, İsrail'in güvenliğini sağlamak için finansal kaynaklar sunmakta ve çeşitli siyasi stratejilerle İsrail'in dünya çapında destek bulmasını da sağlamaktadırlar.
Evanjelist Hristiyanlar, Amerikan politikalarında İsrail yanlısı tutumları desteklemek için güçlü bir lobi gücüne sahiptirler. Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması, Suriye toprağı olan ancak İsrail tarafından işgal altında tutulan Golan Tepeleri bölgesinin İsrail toprağı olarak ilan edilmesi, Amerika'nın İsrail’e olan desteğini açıkça gösteren bir adımdı ve Evanjelist gruplar tarafından büyük bir coşku ve onayla karşılanmıştır. Çünkü Evanjelist ve Siyonistler, İsa’nın ikinci gelişi için Kudüs’ün merkezi bir yer olduğunu kabul ederler. Aynı zamanda gelecekteki Tanrı’nın krallığının kurulacağı yer de Kudüs’tür. 2018 yılında Donald Trump'ın Kudüs'ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararı, Evanjelist grupların ve Siyonist lobinin etkisi ve baskısıyla uluslararası hukuka aykırı olarak ilan edilmiştir.
Filistinli direniş grupları, özellikle Hamas, Fetih gibi örgütler, siyonistler gibi Evanjelistler tarafından da terörist olarak nitelendirilmektedir. Filistinlilerin Gazze’deki yönetiminde yer alan Hamas, Evanjelistler tarafından İslamcı radikalizm ile ilişkilendirilir. Hamas'ın İsrail’e karşı yürüttüğü silahlı direniş, Evanjelistlerin bakış açısına göre, sadece İsrail’in güvenliğini tehdit etmekle kalmaz, aynı zamanda Tanrı’nın kutsal planına da zarar verir. Bu nedenle, Gazze’deki çatışmalar sırasında Evanjelist liderler ve gruplar, Filistinli sivillerin ölümlerine dair kaygılarını dile getirmezler. Bunun yerine, İsrail’in savunma pozisyonunu savunarak, Filistinli grupların şiddetini ve radikalizmini eleştirirler. Gazze'deki çatışmalar, sadece siyasi bir mesele olarak değil, aynı zamanda İncil’in vaatlerine dayalı bir kutsal savaş olarak da görülmektedir. Bu bakış açısına göre Evanjelistler, İsrail’in kendisine vadedilen toprakları ele geçirme mücadelesini (işgal hareketlerini) Tanrı’nın iradesine uygun ve dini bir sorumluluk olarak kabul ederler.
Evanjelist – Siyonist iş birliğinin en kritik derin gizemi İsrail'in Gazze’ye saldırısı, vaat edilmiş topraklara ulaşma hedefi gibi kaotik gelişmeler, bazı Evanjelist Hristiyanlar tarafından Armageddon'a giden bir yol olarak yorumlanmaktadır. Armageddon, İncil’in Vahiy kitabında anlatılan, dünyanın sonunu getirecek büyük bir savaş olarak tanımlanır. Bu savaşta, İyi (Tanrı’nın temsilcisi) ve Kötü (Şeytan’ın ve onun takipçilerinin temsilcisi) arasındaki son çatışma gerçekleşir. Bazı yorumlara göre, Müslümanlar, Armageddon savaşında yer alan "düşman" taraflardan biri olarak görülür. Bu savaşın Armageddon adlı bir yerde, yani bugünkü İsrail topraklarında gerçekleşeceği belirtilmiştir. Birçok Evanjelist Hristiyan bu bölgeyi dünyanın son savaşının merkezi olarak kabul eder. Bazı Evanjelistlere göre, İsrail’in varlığı ve burada meydana gelen büyük çatışmalar, Kudüs’ün Yahudilerin kutsal ve Mabedin bulunduğu şehir olarak ilan edilmesi, Mesih’in ikinci gelişini ve Armageddon savaşını tetikleyecek olaylar arasında sayılıyor.
Yeni Dünya Düzeni anlayışı, küresel politikaların şekillenmesinde önemli bir rol oynamış olsa da, özellikle 21. yüzyılda bu kavramın itibar ve güven kaybına uğradığına dair pek çok görüş bulunmaktadır. Yeni Dünya Düzeni, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından, küresel yönetimde tek kutuplu bir yapının egemen olduğu bir dönem olarak tasavvur edilmiştir. Bu düzenin başlıca özelliği, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Batı ülkelerinin öncülüğünde oluşturulan bir liberal ekonomik sistem, demokratik değerler ve serbest ticaret modeline dayalıdır. Ancak, son yıllarda hem küresel güç dinamiklerinin değişmesi hem de Batı merkezli normların, uluslararası kurumların sorgulanması, bu düzenin itibar kaybetmesine neden olmuştur.
Avrupa ve Amerika'da son yıllarda yükselen popülist ve milliyetçi akımlar, Yeni Dünya Düzeni'nin küresel ölçekte yayılmaya çalıştığı küreselleşme, serbest ticaret ve insan hakları gibi unsurlara karşı ciddi bir tepki oluşturmaktadır.
BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto hakları ve uluslararası kuruluşların etkisizliği, küresel adalet konusunda büyük bir soru işareti yaratmaktadır.
Tüm bu faktörler, Yeni Dünya Düzeni’nin güvenilirliğini ve itibarını zayıflatmıştır. Yeni küresel ve bölgesel aktörler, çok kutuplu bir dünyanın gerekliliğini ve ABD ve Batı egemenliğinden uzaklaşma ihtiyacını savunur hale gelmiştir. Bu, özellikle Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinin daha bağımsız bir dış politika izlemeye ve yeni ittifaklar oluşturmaya başlamasıyla kendini göstermektedir.
Bu durum bazı analistlere göre yeni savaşlar ve bölgesel krizler yaratma potansiyeline sahiptir. ABD ve AB ülkelerinin İsrail’in genişleme ve işgal politikalarına, bölgede uydu özerk devletçik yapılanmalarına destek vermesi, terör örgütlerinin ve vesayet güçlerinin bölgede çatışma ortamı yaratmasına imkân vermesi gibi gelişmeler İran, Arap ülkeleri ve Türkiye gibi bölgesel aktörleri karşı hamlelere sevk edecektir.
İsrail’in Gazze'deki katliamları, tarihsel olarak uluslararası büyük bir tartışma konusu olmuştur. İsrail kendine gösterilen protestoları engellemek için ülkelere baskı kurarak bu sivil direnişi antisemitizm kapsamına sokarak psikolojik bir korku yaratmaya çalışsa da dünya kamuoyu İsrail’in katliamlarını asla unutmayacak ve bu durum çok uzun yıllarca İsrail’e karşı nefreti hafızalarda canlı tutacaktır.
"Büyük İsrail Projesi" kavramı, esasen dini, ideolojik ve politik bağlamlarla ilişkilendirilmiştir. Bu proje, Tevrat'ta bahsi geçen ve "Nil'den Fırat'a kadar" uzanan toprakların Yahudi halkına vaat edildiği iddiasına dayandırılır. Bundan dolayı Siyonist ve Evanjelistler, bugün Suriye ve Irak’ta terör örgütlerini askeri, finansal ve siyasal varlıklarını açıktan desteklemektedirler. Bu bölgelerde demografik yapıyı değiştirerek oluşturacakları özerk yönetimlerle bölgenin siyasal yapısı değişmiş olacaktır. Bu özerk yönetim bölgeleri ABD ve İsrail’in piyonu niteliğinde olmaları nedeniyle zamanla İsrail’in bu bölgelere siyasi ve askeri anlamda sahip olması kolaylaşacaktır. Türkiye’nin Suriye ve Irak politikaları bu stratejiye karşı bir hamle olarak okunmalıdır. Suriye ve Irak’ta ABD’nin askeri varlığını sürdürme çabası Türkiye’nin bu bölgelerde tesis edeceği siyasal ve askeri egemenliği engellemeye yöneliktir. ABD’de Yahudi ve Evanjelist senatörlerin ABD askerlerinin Suriye’de ve Irak’ta varlığını devam ettirmesi gerektiği yönünde kongrede çeşitli baskı faaliyetleri yürütmeleri Büyük İsrail Projesi için bu bölgelerin önemini bilmelerinden kaynaklanmaktadır. Türkiye eğer bu bölgelerde siyasi ve askeri olarak etkin olursa Siyonist ve Evanjelist lobi, yakın gelecekte Türkiye’nin siyasal ve askeri yapısını değiştirmeye yönelik stratejileri devreye sokacaktır. ABD yanlısı bir dış politikayı benimseyecek siyasi kadro, alacağı kararlar ile bu bölgelerden askeri ve siyasi argümanları geri çekecek ve böylelikle Büyük İsrail Projesi yeniden aktif kılınacaktır. Suriye’de Esed rejiminin yıkılması bölgede daha önceden belirlenen politikaları ve stratejileri boşa çıkarmıştır. Şimdi yeni strateji ve politikaların mücadelesi dönemidir.
İsrail'in yayılmacı ve işgal politikaları, yalnızca Orta Doğu'yu değil, dünya barışını da olumsuz etkileyen önemli bir faktördür. Bölgesel çatışmaları tetikleyen bu politikalar, uluslararası hukukun zayıflamasına, küresel güçler arasında gerilimlerin artmasına ve radikalleşmenin beslenmesine ve ülkelerin egemenlik ve toprak güvenliğine karşı saldırıların normalleşmesine neden olmaktadır.
Özellikle sivillerin hedef alındığı, orantısız güç kullanımı ve geniş çaplı yıkım içeren askeri eylemler, saldırılarda kullanılan askeri mühimmatlar, sivil halkın açlığa mahkûm edilmesi, hastane ve okulların imha edilmesi, uluslararası yardımların bölgeye ulaştırılmasının engellenmesi gibi konular dünya genelinde insan hakları savunucularını, hükümetleri, uluslararası kuruluşları ve dünya kamuoyunu derinden etkiledi. Siyonistlerin ve Evanjelist lobilerinin, İsrail’in uluslararası hukuk ihlallerine karşı gösterdiği savunmacı direnç, insan hakları ihlallerinin dünya genelinde gündeme gelmesini, protesto edilmesini, kınanmasını engelleyemedi. Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Gazze'de savaş suçu işledikleri gerekçesiyle İsrail Başbakanı Bünyamin Netanyahu ve eski savunma bakanı Yoav Gallant hakkında yakalama emri çıkararak tüm dünya kamuoyunun dikkatini bu bölgeye ve İsrail’in katliamlarına yöneltti. Bu kararın uygulanıp uygulanmayacağı konusu her ne kadar tartışmalı olsa da tarih ve dünya kamuoyu, İsrail’in Gazze’de işlediği savaş suçlarını, gerçekleştirdiği katliamları/soykırımı yani “Siyonist Yahudi terörizmi” asla unutmayacaktır.