Mustafa Muharrem Yazdı: Özne ya da Oyuncak
Carlyle tarihi ‘kahraman’ figürüyle açıklar: Deha katından aramıza karışan olağanüstü kişiler bu kurama göre tarihin failleridir.
Küresel stratejilerin mücadelesinde ibret dolu olaylara şahitlik ediyoruz. Bugüne kadar olduğu gibi bugün de yaşanan olayların dehşeti, dünya kamuoyunun büyük çoğunluğunun vicdanını kanatırken bütün bunların gayesi ve hedefi konusunda ortak bir bilinç maalesef yok.
* Ahmet TİRFİL
Küresel stratejilerin mücadelesinde ibret dolu olaylara şahitlik ediyoruz. Bugüne kadar olduğu gibi bugün de yaşanan olayların dehşeti, dünya kamuoyunun büyük çoğunluğunun vicdanını kanatırken bütün bunların gayesi ve hedefi konusunda ortak bir bilinç maalesef yok.
7 Ekim’de başlayan İsrail’in Gazze’ye saldırısı, sıradan bir çatışma değil; ırk üstünlüğü ve kurgulanmış teolojik iddiaların itici gücüyle emperyal bir işgalin sürdürülmesidir.
1948’den bugüne adım adım, farklı iddia ve politikalarla devam eden İsrail’in Filistin’i işgali, bugün daha da genişleyerek küresel planın bir parçası haline gelmiştir. İsrail’in bu işgal politikalarını güvenlik sorunu olarak gösteren batılı işbirlikçiler, Siyonizm’in bu işgal hareketinin ana kaynağı olan “Büyük İsrail Projesi” hedefini örtbas etmek gayretindeler. Zira bu işgal politikalarının asıl gayesi ve teolojik kaynağı uluslararası kamuoyunda ve Müslüman ülkelerde tartışılmaya başlandığı zaman konu değişik bir çehreye bürünecektir. Siyonist Yahudi devleti İsrail’in bu emperyalist politikaları “güvenlik sorunu” ve “terörizmle mücadele” kavramlarıyla saptırılmaktadır. Çünkü bu konu emperyalist bölgesel bir işgal hedefinin ilk durağıdır.
Bugün tüm dünyaya bela olan ve Ortadoğu’yu barış ve huzur toprağı olmaktan çıkaran işgalci İsrail’in politikalarını doğru analiz edebilmek için Siyonizm’i kapsamlı bir şekilde bilmemiz ve anlamamız gerekiyor.
Siyonizm’in ve Yahudilerin Filistin’e göç serüvenleri özellikle bizim ülkemizde politik bir anlayışla ve maalesef tarihi bilgiler çarpıtılarak güdümlü bir anlayışla analiz edilmektedir. Zira Yahudilerin Filistin’e göç serüveni, teolojik yalanlar ve ideolojik hedefler çerçevesinde ilerlemiştir. Zamanla bu yalan ve efsaneler dünya kamuoyunda “ezberletilmiş doğru” olarak zihinlerde yer etmiştir. Ortadoğu ve Anadolu topraklarını işgal eden emperyalist devletler, bu bölgede yaşayan Müslüman toplumu ayrıştıran ve hatta birbirine kin besler hale getiren iddiaları/yalanları gerçekmiş gibi nesilden nesile kabul ettirmişler ve bugün bu ayrışma Filistin toprağının Siyonizm tarafından işgal edilmesine zemin hazırlamıştır.
Tarihleri boyunca sürgün hayatı yaşayan ve büyük bir dışlanmışlık/ezilmişlik psikolojine bürünmüş Yahudiler Avrupa’da ve Rusya’da sahip oldukları ekonomik ayrıcalıklar ve üretim imkanlarını ideolojik amaçları için kullanmışlar, bundan dolayı içinde yaşadıkları toplumun nefretini üzerlerinde toplamış, devlet yöneticilerine karşı organize olup terörist hareketlerin müsebbibi olmuşlardır. Siyonist ideolojinin etkisiyle yaşadıkları milletler arasında kendilerini “Tanrı tarafından seçilmiş/üstün ırk” olarak kabul edip sosyolojik yapıyı bozmaları nedeniyle daha da dışlanmışlardır.
ABD ve İngiltere ve Avrupa’daki zengin Yahudi banker, tüccar ve Siyonist liderlerin desteği ve kışkırtmasıyla “birlikte yaşama” kültürünü ve ortamını baltalayan Yahudiler yaşadıkları bölgelerde kripto bir örgütlenme ağı oluşturmuşlardır. Bu dışlanmayı “Yahudi düşmanlığı” olarak lanse eden Siyonizm, Yahudileri kapalı bir sosyolojik yaşama itmiş bu gizlilik içinde yaşadıkları toplumu daha çok tahrik etmiştir.
Bugün İşgalci İsrail’in zulmüne ve insanlık dışı/soykırım politikalarına kaynaklık teşkil eden inanç ise “ bu toprakların Yahudilere vadedilmiş” olduğu yalanıdır. Çok uzun yıllarca sürgün ve diaspora hayatı yaşayan Yahudileri aynı amaç ve ideal etrafında toplamak ve Siyonizm’in hedefini dünya kamuoyunda kabul edilmesini sağlamak için ideolojik hedeflerini teolojik bir içeriğe büründürme gayretinin ürünüdür bu yalan. Bu iddiayı doğrulayacak hiçbir kaynak mevcut değildir.
Siyonizm Filistin toprağını işgal öncesinde Yahudilerin sebep oldukları “dışlanmışlığı” vicdani bir kalıba sokmak ve “zorunluluk” algısı uyandırmak için dünya kamuoyuna kabul ettirdiği “Hitler’in Yahudilere soykırım” iddiası da bugün gerçekliği ve içeriği tartışılan “bir mağduriyet “ algısıdır.
1929 Büyük Dünya Ekonomik Buhranı Avrupa’yı kasıp kavururken, Avrupa’da yükselen ırk üstünlüğüne dayalı milliyetçilik akımında Yahudiler kendilerini “Tanrı tarafından seçilmiş/üstün ırk” olarak kabul etmeleri “ari ırk” iddiasında bulunan Hitler tarafından kabul edilemez bir çıkış olarak görülmüştür. Bunun üzerine bir de 1933’te Siyonist liderlerin ve zengin Yahudi banker, sanayici ve tüccarların Yahudilere yaptıkları Alman mallarını boykot çağrısı Hitler’in Yahudilere sert bir politika yürütmesinin temel sebebidir. Ancak Holokost olarak ifade edilen “Yahudi soykırımı” sorunu bugün doğruluğu ve hacmi açısından sorgulanmakta ve hatta bu konunun Yahudilerin yaptıklarını mazur göstermek için bir ajitasyon malzemesine dönüştürüldüğü tartışılmaktadır.
1917 Rusya Bolşevik Devriminin başat aktörlerinin Yahudiler olduğu gerçeğini düşündüğümüzde Hitler ve Mussolini’nin Yahudilere karşı baskı politikalarının sorunsalı salt ırk ve teolojik kaynaklı değildir. Rus Çar’ın öldürülmesinde birinci derecede Yahudilerin sorumlu olması sonrasında Avrupa devletlerinde de Yahudiler devrimci bir tehdit olarak görülmüştür.
Hitler ve Mussolini’nin Yahudi politikalarına karşılık Siyonist liderler hiçbir şekilde Yahudi aleyhtarı politikalara karşı bir protesto veya kollektif bir eylem yapmamışlardır. Çünkü Siyonist liderlerin önceliği Yahudilere karşı yapılan baskıların sonlandırılması, çözülmesi değil, baskıların ağırlaşarak Yahudilerin Filistin’e zorunlu göçünü sağlamaktı. Yahudi devletinin kurulmasını ancak bu şekilde sağlayabilirlerdi. Bundan dolayı Siyonist Yahudi liderler, zengin Yahudilerden aldıkları destekle Yahudilerin Filistin’e göçü planlamışlardır.
Kışkırtılan Yahudiler ne kadar baskı altında kalırlarsa göç etme motivasyonları ve göçe ikna olmaları o kadar kolay olacaktı. Yani Hitler’in ve Mussolini’nin baskıları Siyonist liderlerin işine geliyordu. Siyonist liderler Avrupa’da yaşayan ve Hitler’in baskısı altında olan seçkin aile mensubu, meslek sahibi ve zanaatkar Yahudileri para karşılığı kurtarmışlar ve Filistin’e göç etmelerini sağlamışlardır. Yahudi Ajansı temsilcisi Dr. Rudolf Kasztner bu seçkin Yahudileri ayıklama ve göç ettirme operasyonunun başındaki Yahudi’dir. Para karşılığı seçkin Yahudilerin göç ettirilmesi geride kalan Yahudilerde umutlu bir bekleyişi doğurmuştur. Ancak amaç Yahudileri baskıdan kurtarmak olmadığı için bu girişim Yahudileri daha da taşkınlığa itmiştir. Bütün Yahudilerin kişi başı elli dolar karşılığında baskılardan ve kamplardan kurtarılma imkanı varken bilinçli bir strateji takip edilerek bu uygulanmamıştır. Yahudi Ajansı temsilcisi operasyonun başındaki Siyonist lider Kasztner, Nazilerle işbirliği yaptığı ve Yahudileri kamplardan kurtarmak için gereken çabayı göstermediği suçlamasıyla daha sonra Tel Aviv’de sokakta öldürülmüştür.
Bugün işgalci Yahudilerin bu emperyalist yayılmacı politikaları sadece Filistin topraklarına sahip olmaktan ibaret değildir. Başta ABD, İngiltere ve Batı devletleri İsrail’i, Ortadoğu’da küresel hakimiyetleri için “ileri karakol” olarak görmekteler. İsrail de bu küresel şer ittifakının gölgesinde “Nil’den Fırat’a kadar sözde kendisine vadedilmiş topraklara sahip olmak için” insanlık dışı bir işgali sürdürmektedir.
Bu teolojik efsane Anadolu topraklarını da içine almaktadır. Bugün Yahudiler Filistin halkını o topraklardan sürgün etmek için nasıl işgalci bir politika izliyorsa yarın Lübnan, Suriye ve Türkiye toprakları üzerinde de aynı iddiaları ve politikaları sürdürmeyi hedeflemektedirler.
İsrail’in bugün Filistin’de işlediği savaş suçları ve insanlık dışı muamelelerini Arap milletinin sorunu olarak görmek büyük bir yanlışlık ve İşgalci Yahudi politikaların önünü açmak demektir. Amaç coğrafi olarak büyük bir İsrail devletini oluşturmaktır. Dünyanın en büyük petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip bu topraklara sahip olarak küresek hegemonyayı idame etmek temel amaçtır.
Her gün bebek, çocuk, kadın, yaşlı insanların hunharca katledilmesine göz yuman, bu soykırımı, çığlığı görmezden gelen Batı dünyasının bölge üzerinde farklı planları daha var. 7 Ekim’de başlayan savaşın hemen başında İsrail hükümeti Gazze’nin açıklarında Akdeniz’de doğalgaz ve petrol arama ve işletme için 7 firmaya lisans verdi. Yani mesele Rusya-Ukrayna savaşı sonrası enerji sorunuyla karşı karşıya kalan Batı ülkeleri, Akdeniz havzasını sanayi, ekonomik ve üretim politikaları için vazgeçilmez bir kaynak olarak görmekteler. Çünkü İsrail Levithan bölgesi denilen Akdeniz’de çok büyük doğalgaz keşfi yaptı ancak bu rezervi Avrupa ülkelerine taşıyamamaktadır. BM kararına göre Gazze açıklarında elde edilen doğalgaz ve petrolün ortağı Filistin devletidir. Bu ortaklığı ortadan kaldırmak ve Akdeniz havzasını Avrupalı şirketlerle parsellemek için İşgalci Yahudi İsrail, Gazze’yi Filistin toprağı olmaktan çıkarmayı hedefliyor. Bunu başarabilirse Gazze ve Gazze deniz sahası Avrupalı devletlerin desteği ile İsrail devletinin hakimiyetine geçecek ve İsrail enerji potansiyeli açısından ABD ve Batı ülkeleri için stratejik bir ülke vasfına kavuşacaktır.
Bugün bütün bu gelişmelere şahit olmak üzerimizdeki sorumluluğu, insani yükümlülüğü daha da artırmaktadır. Dünyanın dört bir köşesinde din, ırk, yaşam biçimi ayrımını gözetmeyen milyonlarca insan bu soykırım karşı sesini yükseltmektedir. Küresel elitler ve Siyonist uşakları dünya kamuoyunun bu tepkisini susturmak için bütün yolları denemektedir. Daha dün ifade özgürlüğü, demokratik protesto hakkı, insan hakları vb kavramları muasır medeniyet kimliği olarak gören ve diğer ülkeleri/milletleri medenileştirme rolünü üstlenen ABD ve Avrupa, büyük bir kaygı içindedir. Yahudi’nin hiç kabul edemeyeceği şey, dünya kamuoyunda Yahudi eleştirisinin ve hatta düşmanlığının yaygınlaşmasıdır. Çünkü Yahudiler, bugüne kadar teolojik iddiaları7 yalanlarıyla Filistin’de yaptığı bütün işgalleri ve insanlık dışı muameleri dünya kamuoyunu kendi lehine yöneterek sürdürmüştür. Bugün dünya kamuoyunda sorgulanıyor ve hatta lanetleniyor olması, uluslararası ceza mahkemesinde soykırımla suçlanması büyük bir yalnızlığı ve lanetlenmeyi ortaya çıkarmıştır.
Aslında mesele bireysel olarak aklen, vicdanen ve insani bir duruş/tavır olarak nerde durduğumuzdur. Ezberletilmiş yalan yanlış bilgi ve algıların peşinde olup bugün yaşanılan bu insanlık dışı olayları seyrediyor muyuz yoksa insani, vicdani bir duruş ve rol mü üstleniyoruz?
Bugün tarihin kayda geçtiği gerçek şudur ki, en büyük Hitler Netanyahu’dur. İsrail, soykırım suçu işleyen işgalci bir terör devletidir.
Bugün Siyonizm’e karşı Filistin’i kuşanmak, büyük İsrail hedefi projesini akamete uğratarak Anadolu’yu kurtarmak anlamını taşımaktadır.
*Araştırmacı-Yazar