*Ahmet Tirfil
“Zengin olmak” anlayışı toplumun hemen hemen her kesiminde psikolojik bir dürtü, zihni bir meşguliyettir. İnsan öncelikle temel yaşam ihtiyaçlarını karşılamak ve sonrasında yaşam standartlarını yükseltmek maksadıyla para kazanmak, zengin olmak çabası içinde yaşamını sürdürür.
Küreselleşen dünyada, reklamlar aracılığıyla, sosyal medya araçları marifetiyle para kazanmak, zengin olmak anlayışı hırsa dönüşmüş, kişiler artık kendilerini başkalarıyla kıyaslayarak kendileri için bir yaşam tasarlayarak kazanma ve zengin olma algısını şekillendirmektedir.
Farklı kişilerin yaşam tarzları, servetleri üzerinden kendi yaşamını mukayese eden kişi, para kazanmayı temel ihtiyaçlarını sağlamak için bir motivasyon olmaktan çıkarıp özendiği yaşamı tecrübe etmek ve o hazzı yaşamak için hırsa dönüştürüyor. Bu noktadan sonra zengin olmak çabasının temel hedefi olup, para kazanmak, zengin olmak için her şey “hak” ve “mübah” olarak kabul edilmektedir.
Bu dürtünün temel parametrelerinden biri, hayatın her alanında zenginliğin kişiye bir güç ve itibar kazandırdığı algısıdır. Zira bu kabulü destekleyen örnekler yaygındır.
Kendi yaşam standartlarını başkalarıyla kıyaslama kişiyi tehlikeli bir dürtüyü besliyor. Hayatı istediği gibi yaşamak için zengin olmayı “koşul” olarak gören anlayış , insanın “tatminsizlik” duygusunu azdırıyor. Bu tatminsizlik kişide psikolojik travmalara ve yönelmelere sebep olmaktadır. İntihar, hırsızlık, kapkaç, dolandırıcılık, faiz ve kredi, tefecilik vb sorunların kaynağında büyük ölçüde tatminsizlik ve özenti yer almaktadır.
İslami perspektifte zenginlik, toplumsal bir imtiyaz doğurmadığı gibi kişisel ve toplumsal yükümlülüklerin gerekçesidir. Para kazanmanın, zengin olmanın kaynağı ve süreci konusu zorunlu kurallara ve vazgeçilmez şartlara bağlıdır. Yani zengin olmak için her yol mübah değildir. Mülkün sahibi Allah’tır, kişinin elde ettiği zenginlik bir nimet olarak görülür ve bu nimetin toplumsal yaşamda ihtiyaç sahipleriyle paylaşımı manevi bir sorumluluk olarak görülür. Zekat’ın farz, faizin, tefeciliğin haram oluşu, sadakanın özendirilmesi, infak (karşılıksız yardımlaşma) konusunun kişinin malını ve ömrünü bereketlendirdiği anlayışı vb meseleler bir inanç kaidesidir.
İslam’ın uyulması zorunlu olmak üzere ortaya koyduğu bu kurallar sadece ticari hayatı düzenlemeye matuf değil, aynı zamanda sosyal hayatı düzenleyip, kazanç üzerinden sosyal kast sistemini önlemeyi de içermektedir.
İslam ekonomi anlayışta ticaret teşvik edilmiş, koymuş olduğu dini prensiplerle paylaşmayı tercihe bağlamayarak sorumluluk çerçevesinde ele alıp, paylaşmayı, sosyal refahı hep birlikte inşa edecek bir toplum bilincinin oluşmasını da sağlamaktadır.
Zengin olmak anlayışı diğer dini görüşlerde ve toplumlarda farklılık arz etmektedir. Bunlardan en önemlisi Yahudilerin zenginliği konusudur. Sadece ticari olarak değil, hayatın her alanında güçlü finans/para gücüne sahip olan Yahudiler, bu gücü ekonomik faaliyetlerin dışında da etkin olarak kullanmaktalar. Hatta bu etki o kadar yayılmış durumdadır ki, “dünyayı Yahudiler parasal güçle yönetiyorlar” anlayışı toplumun her kesiminde kabul görmüştür.
Peki Yahudiler bu para/finans gücüne nasıl ulaştılar?
Babil Kralı Nebukadnezar, Yahudilerin isyanı nedeniyle Kudüs’ü ele geçirdiğinde çiftçilik yapan Yahudiler dışında Hahamlar, zanaatkârlar, ticaret erbabı ve zenginleri Babil’e sürgün etmiştir.
Daha sonra Roma döneminde komutan Titus tarafından işgal edilen Kudüs tam anlamıyla tarumar edilmiştir. Yahudi inancı ve kültürüne ait hiçbir iz bırakılmamış ve Yahudiler Avrupa toprakları dahil olmak üzere dört bir tarafa sürgün edilmişlerdir.
Özellikle Avrupa ülkelerine göç eden Yahudiler Hz İsa’nın idam edilmesi konusunda Yahudileri suçlamışlar ve bu Hristiyan toplumda Yahudilerin dışlanmasının temel sebebi olmuştur. Yahudiler içinde yaşadıkları toplumda “güvensiz millet”, “lanetlenmiş millet” olarak kabul edilip dışlanmışlardır. Devlet görevlerinde yer alamıyorlar, toprak sahibi olamıyorlar, askere alınmıyorlar ve kapalı toplum yapıları nedeniyle sosyal olarak da genişleyemiyorlardı. Buna karşılık ticari hayatın içinde yer almışlardır.
Özellikle zengin Yahudiler, içinde yaşadıkları toplumda çiftçilere ve ticaret erbabına faizle borç para vererek onlarla ilişki kurmuşlar ancak borçlarını ödeyemeyen kişilerin mallarına el koyarak zenginliklerini artırmışlardır.
Yahudilerin faiz ve tefecilikle ilgili tutumlarını belirleyen anlayış teolojik bir kaynak olarak Tevrat’a dayanmaktadır. Tevrat’ta bu konu şöyle ifade edilmektedir: “Kardeşinize para, yiyecek ya da normalde faiz getiren herhangi başka bir şey ödünç verdiğinizde, ondan faiz almayacaksınız. Bununla birlikte kafirlerden (diğer insanlardan) verilen borç mukabili faiz alabilirsiniz ama kardeşlerinizden almayacaksınız. Böyle yapın ki, hakim ve sahip olmak için gittiğiniz her ülkede el attığınız her iş’te sizin Tanrınız olan Rab sizi kutsasın”.
Bu teolojik inanç sadece Yahudiler tarafından değil, Tevrat’ı eski Ahit ismiyle dini bir kaynak olarak kabul eden Hristiyanlar tarafından da faiz ve tefeciliğin referans kaynağı olarak kabul görmüştür.
Yahudiler tefecilik ve faiz uygulamalarıyla ciddi bir gelir sahibi olurken bu durum aynı zamanda Yahudilerle Hristiyanlar arasında ciddi problemleri de kışkırtmıştır. Ancak para gücü Yahudileri toplumun yönetici ve zengin Hristiyanlarla ilişkilerini kuvvetlendirmiştir.
Kilisenin, Yahudilerin ekonomik hayata hakimiyeti ve Hristiyan mensuplarının içine düştüğü zorluğu ortada kaldırmak için faizi yasaklayan çeşitli kararları olsa da bunlar süreci etkilememiştir.
Yeniden farklı bir yere sürgün edilme korkusu nedeniyle Yahudiler gayri menkule yatırım yapmayarak kazançlarını, birikimlerini altın vb. madenlere yöneltmişlerdir. Ayrıca mal varlıklarını korumak için yabancı etnik kişilerle asla evlilik yapmadılar. Zenginlikleri üzerinden toplumsal bir baskı oluşmaması, dışlanma, yağma ve hırsızlık korkusuyla şatafatlı, gösterişli bir yaşamdan uzak kalmışlardır. Dünyanın neresinde olursa olsun Yahudi ile işbirliği yapmak onlarla ticari köprüler kurmak sosyal bir anlayış olarak ön planda tutulmuştur.
Toprak sahibi olamasalar da parasal güçleri nedeniyle tarım ve hayvansal ürünlerin ticaretini ele geçirdiler. Bu alanda o kadar güçlü şirketler kurarlar ki dünyanın dört bir yanına diğer Yahudiler aracılığıyla mal göndererek sektöre hakim olmuşlardır.
Yahudiler teolojik inançlarını kaynak alarak kendileri dışında herkesi “yabancı (kafir)” olarak kabul etmiş, faiz ve tefecilik yoluyla sömürüyü meşrulaştırmışlar, faizle borç para verip, tefecilikle mal sahibi olup güçlerini artırmışlardır.
Ayrıca Avrupa’da Feodal beyler arasında çeşitli sebeplerden dolayı çıkan savaşlarda parasal güç kaybeden veya daha fazla paraya ihtiyaç duyan yöneticiler de Yahudilerden faizle borç para almışlardır. Daha sonra bu borç yükü altında kalan feodal beyler Yahudilere çeşitli ticari imtiyazlar vererek Yahudilerin daha da güçlenmesinin önünü açmışlardır.
İngiltere Kralı I. Richard ve Kral John Yahudi bankerlerden borç para almışlar daha sonra yüksek faizle karşılaşınca siyasal ve sosyal tepkiler doğmuştur.
Sovyet Rusyada da Yahudiler Avrupalı Yahudi zenginlerin desteği ile ticari hayatta etkin rol oynamışlardır. Bolşevik Devriminde parti liderleri, zenginler, gazeteciler Bolşevik devriminde ulusal grup olarak süreci yönetmişlerdir. Hatta Bolşevik Devrimi “Yahudi Bolşevik Devrimi” olarak kabul edilir.
Modern Kapitalizmin doğuşunda ve faizle üretimin, kapasitenin artırılması anlayışının yaygınlaşmasında Yahudilerin etkisi büyüktür.
Yahudi zenginlerin asıl büyük başarısı, kazancı ise sömürge ülkelerden getirdikleri altın, gümüş, mücevher, lüks eşyalar sektöründe tekelleşmiş olmalarıdır. Bu ürünlerle özellikle aristokrat ve yönetici seçkinlerle irtibat sağlayarak hem ticari imtiyaz hem de sosyal itibar kazanmışlardır.
Yahudiler Almanya, Hollanda, Portekiz, İspanya ve hatta İngiltere’de ticaretin çok büyük etkili gücü olmuşlardır.
Sanayileşme döneminde özellikle sanayi üretimi için gerekli olan finansın sağlanmasında Yahudi bankerler aktif rol üstlenmişlerdir.
Dünyada bankacılık sisteminin kurucuları Yahudi bankerlerdir. Amerika merkez bankası (FED), bazı şirket ve bankaların hisseleriyle teşekkül etmiş ve dolar basımında tek yetkili kuruluştur. Rothschilds, Lazard Freres, Kuhn-Loeb, WarburgCo., Lehmann Brothers bu yapının sahipleridir. Bunların tamamı ise Yahudi ve Yahudilerin sahibi olduğu uluslararası şirketlerdir.
Yahudiler, Çarlık Rusya içerinde finans ve bankacılık sektörünün sahibi konumundadırlar. Günzburg ailesi bir hanedanlık gibi Batının Yahudi bankerleriyle iş birliği yaparak demiryolları, inşaat, madencilik ve bankacılık sektörlerini ele geçirmişlerdir. Lazar Polyakov, İsrail Brodsky, Roshildler ailesi gibi yahudi işadamları ve Yahudi bankerlerin oluşturduğu altısı yahudi olan sekiz kişilik komite Rusya Merkez Bankası’nı oluşturmuşlardır.
Osmanlı Devleti’nde de Yahudi zengin aileler Osmanlı ekonomik ve ticari hayatı içinde son derece etkin roller üstlenmişler. Selanik, Avrupa’dan sürgün edilen Yahudilerin yoğun bir şekilde yerleştiği ve buradan finans ve ticari faaliyetlerini sürdürdüğü merkez konumundadır.
Selanik Bankası ve 1894’de Felix Amar tarafından kurulmuş Amar Bank ile bankacılık sektörünün öncüleridir. Selanik Bankasının, halk arasında Yahudi Banker Allatini Bankası diye adlandırdığı bilinmektedir. Selanik’in önde gelen bankerleri, Allatini Kardeşler, David di G. Fernandez, Saul Modiano ve Isaac Tiano gibi Yahudi isimler oluşturmaktaydı. Osmanlı Bankası ismi itibarıyla yerli bir banka olarak algılansa da sermaye sahipleri yabancı ve Yahudi bankerlerdir. Bunun dışında birçok banka kurulmuş ancak bunlar Yahudi zengin ailelerin şirketi gibi çalışmışlardır. 1888 yılında II. Abdulhamid tarafından kurulan Ziraat Bankası yerli ve milli bir banka olarak bugüne kadar faaliyetlerini sürdürmüştür.
Yahudiler bugüne kadar elde ettikleri serveti, sadece ticari hayattaki başarıları ve cesaretleri sonucunda elde etmemişlerdir. Her türlü finansal ve ticari faaliyetlerinde dini kaygı ve ahlaki sorumluluktan uzak, elde etmek, sömürmek, kazanmak, kar elde etmek üzerine bir anlayışla hareket etmişlerdir.
Coğrafi keşifler adıyla sunulan yeni toprakların keşfi konusu, aslında sömürgeciliğin ve köle ticaretinin başladığı dönemdir. Sanayileşme, kalkınma ve değerli madenlerin keşfi olarak sunulan coğrafi keşifler, bugün insanlık adına utanç dolu olayların yaşandığı dönemdir. Ne acıdır ki, Yahudileri bu konuda da köle ticaretinin öncüleri olarak görüyoruz. Deniz ulaşımında güçlü olan Yahudi bankerler, adeta fason iş yaptırır gibi servetleriyle köle ticaretinin finansını sağlamışlardır. İnsanlık, coğrafi keşifleri bazı batılı seyyahların heyecanına ve keşif tutkusuna bağlarken, Avrupa bu yeni toprakların kıymetli madenlerini ve ürünlerini kendi zenginliği için barbarca sömürmüş ve o toprakların milletini de sanayi ve ticaret faaliyetlerinde köle olarak kullanmışlardır.
Zenginlik ve servet sahibi olmak algısı Kapitalist düzende refah içinde, haz ve arzularını tatmin etme aracı olarak kabul edilirken diğer tarafta sömürülen topraklar ve yoksul bırakılan milletler ise göz ardı edilmektedir.
Bugün aynı şekilde Yahudi sermayesi, küreselleşen dünyada devletleri ve toplumları derinden etkileyen faaliyetlerini sürdürmektedir. Silah sanayi, ilaç sanayi, altın, mücevher ve kıymetli madenler, petrol ve doğalgaz sektörü işletmeciliği, bankacılık, dünya ticaret merkezi, telekomünikasyon, dijital teknolojiler, uydu ve internet ağları vb alanlarda Yahudi sermayesi baş rol oynamaktadır. Bunların dışında siyasal ve toplumsal strateji ve politika üretim ve uygulama merkezleri ve organizasyonları tamamen Yahudi asıllı kişi ve kuruluşlar tarafından yürütülmektedir.
Aslında konu en sonunda bir noktada kesişiyor. O da, Dünyada sömürü ve şiddetin bu kadar yaygınlaşması ve hatta normalleşmesi mevcut ekonomik, siyasi sistemin Yahudilerin, Evanjelist kadronun elinde olmasının sonucudur. Biderbeng toplantıları, Davos buluşmaları, AIPEC, CFR, RAND, Urban Institute, Hudson Institute, Overseas Development Institute, Chatham House, IGLHRC gibi kuruluşlar dünyada küresel olay ve kaosların planlandığı ve süreçlerinin fonlandığı merkezlerdir. Bu kuruluşların tamamına yakını Yahudi, Evanjelist ve Masonlar tarafından yönetilmektedir. Ülkemizdeki bazı dernekler, medya kuruluşları, okullar, gazeteci, aktivist ve sanatçıları da bu kuruluşlar fonlamaktadır. ABD ve Batı merkezli bu hegemonik yapı dünyanın dört bir köşesinde insanlık dışı savaş ve çatışmaları körüklemektedir.
Mevcut küresel yapı ve hegemonik sömürü sisteminin gücü ve etkisini kırmak için Batı dışındaki devletler ve milletler tarafından yeni ittifak ve işbirliğinin inşa edilmesi zorunludur. Aksi halde Batının ve Yahudi sermayesinin dünyaya tahakkümü ve insanlık dışı uygulamaları daha da kuvvetlenecektir. Bunun için öncelikle siyasi ve toplumsal bilincin oluşturulması, teknolojik, bilimsel ve kültürel dönüşüm yönünde birlikte güçlü bir iradenin ortaya koyulması bu düzenin etkisinden kurtulmanın mutlak zorunluluğudur.
*Araştırmacı-Yazar