Ali Akbaş Ağabey’in çok sevdiğim bir Göygöl şiiri var, Göygöl Azerbaycan’da, onu da sordum.
Rahmetli İbrahim Bozyel bir dergi çıkarıyormuş. Memmet Aslan gelip misafir olmuş. Ali Ağabey’de de kalmış. O da Memmet İsmail ile tanıştırmış.
Gorbaçov dönemi. Yasaklar var. Buna rağmen Azerbaycan’a gitmek istemiş Ali Ağabey. Uçakla gidecek para da yok. Gürcistan plakalı bir araba ile karşılamışlar ve Gürcistan’dan gitmişler.
Göygöl’e gitmişler Gence’nin yanından geçerek. Zümrüt gibi dağların içindeymiş Göygöl. Bulutların arasından yüzünü göstermemiş. Az sonra bir kısmı görünmüş Göygöl’ün, onun da fotoğrafını çekmiş bana gönderecek inşallah. Ali Ağabey’ler dağa tırmanıyorlarmış, göl aşağıda kalmış. Yanında beş, altı göl daha varmış, yavrularıymış sanki.
Büyülenmiş Ali Ağabey ve o Göygöl’e bir şiir yazmış. Yazmış ama Türk Dünyasının dertlerini, sıkıntılarını, hasretlerini, sevinçlerini, bizim sevdalarımızı da katmış içine.
Zaten şiir de Çırpınırdın Karadeniz’i yazan, 45 yaşında Türk Milliyetçisi olduğu için Ruslar tarafından kurşuna dizilen Ahmet Cevat’a ithaf edilmiş.
“Şimal küreğiyle kar geliyor kar,
Sunamı tufandan koruyun dağlar” derken Sarıkamış var, Azerbaycan’a Kuzeyden esen rüzgârların verebileceği zarar var.
“Her gece rüyamda bir beyaz gemi” derken Cengiz Aytmatov’a gönderme var.
Kısacası o şiirde Türk Dünyası var.
Ahmet Kabaklı da Göygöl için “Göl üzerine yazılmış, dünyanın en güzel şiiri” demiş.
Orada evde konuşurlarken sessizce duvarları işaret etmiş kaldıkları ev sahibi. Bu “duvarlardan bizi dinliyorlar” demekmiş. Konuşmalarını hep dışarıda yürüyerek yapmışlar bu yüzden.
Türkiye’ye dönüş de çok maceralı olmuş. Ermenistan üzerinden gelmişler. Orada hediye edilen fotoğrafların bile arkasını yırtarak içinde bir şey var mı diye incelemişler gümrükte.
Göygöl şiiri de defalarca sindire sindire okunmalı.
Ali Ağabey’in Yetik Ozan’a ithaf ettiği Türküler şiiri çok güzel. Yine türkülerle ilgili Mükerrem Kemertaş’a bir şiir yazmıştı.
Huma Kuşu’muz diye başlığı vardı. Huma Kuşu denince Mükerrem Kemertaş akla geliyordu ya.
Huma Kuşu bizim efsanevi bir kuşumuzdu, devlet kuşuydu, cennet kuşuydu.
Derler ki Huma Kuşu hiç yere inmez. Göklerde dolanır, orada yumurta yapar, yumurtalar yere düşmeden yavrular kanatlanır, onlar da uçmaya başlar.
Osmanlı devlet müesseselerini hep “huma” ile irtibatlandırmış, yani gök ile.
Berr-i Hümayun, Bahr-i Humayun, Dîvân-ı Hümâyun, Nâme-i Hümâyun, Hattı Humayun, Mührü Humayun, Ordu-yu Hümayun, Saray-ı Humayun, Donanmayı Hümayun vb.
Yine duman almış Palandöken’i
Kerem et Mükerrem bir türkü söyle.
Türküler bağrımda bir gül dikeni
Kerem et Mükerrem bir türkü söyle.
Yükseklerde öten hüma kuşumuz
Issız gecelerde can yoldaşımız
Sen söylerken göğe değer başımız
Kerem et Mükerrem bir türkü söyle.
şiir böyle devam ediyordu.
Eskişehir Türk Ocağı’nda bir Türkü Gecesi yapacağız.
Bizim burada da Muharrem Atabay var, okumuş çocuk, konservatuar mezunu. Bizim kahrımızı çeker. Köye gider türkü söyleriz meselâ. Ya da kısa saplı sazını alır, arabada giderken çalar. Rasim kısa saplı sazlar için şöyle demişti;
“Cazı koyduk şarkı, türkü yerine,
Anlamaz ya dinler körü körüne,
Ucu gider değer diye birine,
Sazların sapını kısa yaptılar.”
Biz arabaya sığdığı için kısa saplı sazı yanımıza alıyoruz gerçi.
Mükerrem ile Muharrem de benziyor. Muharrem’e bir şiir yazayım dedim. Yıl 2016, Muharrem’in de şiirden haberi yok.
Dost bağında ne dert kalır, ne de gam,
Sen bizlere türkü söyle Muharrem.
Al sazını kucağına bu akşam,
Sen bizlere türkü söyle Muharrem.
Önce saza düzen verilir ya. Aşık Reyhani Ağabey Tebriz’de bulunduğu bir zaman oradaki aşıklardan Emrah’ın türküsünü duymuş “Bugün sabah ile visali yardan”. Şimdi Erivan dedikleri bizim kadim Türk şehri Revan’dı. “Kırmızı Gül Demet Demet” orada rahmetli olmuş oğlunu anlatırdı türküde. Muharrem’le Aşık Reyhani Ağabey’i evinde de ziyaret etmiştik. Bu kıtada onları anlattım.
Şu sazına bir düzen ver önceden,
Haber gelsin Tebriz, Revan, Gence’den,
Emrah söyle Reyhani’den, inceden,
Sen bizlere türkü söyle Muharrem.
Yanımızda Baran ve Burcu’da vardı. Baran saz çalıyor, Burcu söylüyordu.
Avâzımız tâ ebede yaslansın,
Şu yeryüzü nakış nakış süslensin,
Baran çalsın, türkü Burcu seslensin,
Sen bizlere türkü söyle Muharrem.
Türkü diyen güneş şendir, ay şendir,
Dere şendir, deniz şendir, ay şendir,
Nağme nağme cümle âlem gülşendir,
Sen bizlere türkü söyle Muharrem.
Sen söyle ki kışlar bahara ersin,
Nice aşık sümbül dersin, gül dersin,
Uca dağlar sesimize ses versin,
Sen bizlere türkü söyle Muharrem.
Türkülerle şu cihana ar gelir,
Dağımıza göz yaşınca kar gelir,
Ana gelir, baba gelir, yar gelir,
Sen bizlere türkü söyle Muharrem.
Ezeldendir bu muhabbet ezelden,
Yeryüzüne sevgi dağıt her telden,
“Gönül sana nasihatım ” Veysel’den,
Sen bizlere türkü söyle Muharrem.
Sesimizi güçlü kılsın Yaradan,
“Altun hızmav mülayim” de oradan,
Harput oku, Urfa oku sıradan,
Sen bizlere türkü söyle Muharrem.
Demişler ya “Kuş kanatın, er atın”,
Kanatlanın bu vatanı kuşatın,
Türk’ü sevmek gerçeğidir hayatın,
Sen bizlere türkü söyle Muharrem.
Ali Akbaş Ağabey bir dörtlük gönderdi “vatsap”tan, kendi beceremezdi zaten de, hanımı göndermiş.;
“Önce ney olan kamış,
İçin için ağlarmış,
Sonunda kalem olmuş,
Konuşmaya başlamış.”
Ali Ağabey Miraç’ı düşünmüştür, Hz. Ali’yi, kuyuyu, kuyunun taşmasını, suyun kenarında biten kamışları, kurutulmasını, dağlanmasını, insanın başındaki yedi deliği, neydeki yedi deliği, dokuz ay ana karnındaki yolculuğu, neyin dokuz boğum olduğunu, kalemi, nun’u, eşyayı, mürekkebi, hokkayı vs. düşünmüş sonrada bu dörtlük olmuştur, eminim.
Annem vefat ettiğinde köye ardıçların, meşelerin arasına defnettik. Ali Akbaş Ağabey’in hemşehrisi Nedim Abi “burada Ali Ağabey’in Ardıç’ın Türküsü şiiri okunmalı” demişti.
Toroslar’ın tepesinde,
Tel duvaklı bir ardıcım.
Yemenimi yele verdim,
Buluta karışır saçım.
Toroslar’ın tepesinde,
Üç budaklı bir ardıcım.
İmrenirim uçan kuşa,
Maviliği sevmek suçum.
Toroslar’ın tepesinde,
Yeni yetme bir ardıcım.
Ben yanarsam orman yanar,
Çamlıbele sığmaz acım.
Torosların tepesinde,
Eli bağlı bir ardıcım.
Tepemden Turnalar geçer,
Katılmaya yetmez gücüm.
Torosların tepesinde,
Dalı kırık bir ardıcım.
Gönülsüz kızlar gibiyim,
Beni kınamayın bacım.”
Annemin mezarının başında ardıçların yanında meşe ağaçları da var.
Belki ben de bir “Meşe” şiiri yazmaya çalışırım kısmet olursa.
Allah Ali Akbaş Ağabey’e sağlıklı, huzurlu uzun ömür versin inşallah.
Yorumlar (0)