Avrupa Birliği Küreselleşmeyi Artırırken Kozmopolitizmi de Teşvik Ediyor.

Avrupalı ​​siyasetçiler ve bilim insanları, Avrupa Birliği’ni oluşturacak kimliğin, giderek büyüyen, herkesi kucaklayan kozmopolit bir yaklaşım mı olacağı, yoksa ötekileştirme kavramının gündeme getirildiği dini ve kültürel bir bakış açısı mı olacağı konusunu sıklıkla gündeme getiriyor. Batı, kültürel kimliğini ifade ederken, Batılı olmayan kültür ve toplumlara oryantalizm, az gelişmişlik, fakirlik, yeni dünya düzeni gibi kavramlarla yaklaşmaktadır. […]

A+
A-

Avrupalı ​​siyasetçiler ve bilim insanları, Avrupa Birliği’ni oluşturacak kimliğin, giderek büyüyen, herkesi kucaklayan kozmopolit bir yaklaşım mı olacağı, yoksa ötekileştirme kavramının gündeme getirildiği dini ve kültürel bir bakış açısı mı olacağı konusunu sıklıkla gündeme getiriyor. Batı, kültürel kimliğini ifade ederken, Batılı olmayan kültür ve toplumlara oryantalizm, az gelişmişlik, fakirlik, yeni dünya düzeni gibi kavramlarla yaklaşmaktadır. Günümüzde demokratik bir dünya düzeninin veya dünya barışının sürdürülmesine yönelik girişimler ancak kimlik sorunlarının ötekileştirilmeden çözülmesi ve karşılıklı anlayışla mümkün olabilir.

Bugün Avrupa Birliği içinde tartışılan en önemli konulardan biri Avrupalı ​​kimliğinin nasıl yaratılacağıdır. Bu kimlik Avrupa Birliği’nin devamını sağlayacak mı? Peki bu kimlik Avrupa Birliği’ni bir arada tutacak mı? Ancak çoğu görüşe göre Avrupa Birliği’nin devamlılığı ile Avrupa kimliği arasında bağlantı kurmak, Avrupa ülkelerinin Avrupa Birliği’ne olan bağlılıklarını ve güvenilirliklerini kaybetmelerine neden oluyor. Çünkü Avrupa tarihinde hep öteki kavramı var olmuş ve Avrupa kendi yapılanmasını hep başkaları üzerinden güçlendirmiştir. Kimliği oluşturan unsurlar göz önüne alındığında Avrupalı ​​kimliğinden bahsetmek neredeyse imkansızdır. Avrupa Birliği’nin ulusal bir kimliği var dediğimizde bunun böyle olmadığını rahatlıkla görebiliriz. Çünkü ortak dil yok, farklı diller konuşuluyor. Ya da Avrupa Birliği’ni coğrafi bir kimlik olarak tanımlamak istediğimizde bunu yapmanın zor olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü sınırları tam olarak belli olmadığı için Akdeniz, batı ve kuzey sınırları belli olmasına rağmen doğu sınırı hala belirsizdir.

Öte yandan Avrupa Birliği’ne din temelinde baktığımızda onu bir Hıristiyan birliği olarak görebiliriz. Ancak bu Hıristiyan birliği, Avrupa Birliği’nin savunduğu kozmopolitizm, çok kimliklilik gibi kavramlarla çelişmektedir. Avrupa Birliği’nin ortak bir küresel medeniyet yaratma idealini zorlaştırıyor ve tüm dünyada güvenilirliğini engelliyor. Buna göre coğrafi konum, dil, etnik köken gibi kültürel unsurların kimlik oluşturmada yetersiz kalması, Hıristiyanlık ve ortak geçmişe sahip olma, ötekileştirme kavramının Avrupa Birliği’ni bir araya getirmekten daha etkili olduğunu ortaya koymaktadır. Aslında Avrupa kimliğini yaratan benzerlikler değil, Avrupa dışındaki farklılıklardır. Avrupa tarihine baktığımızda Avrupacılık düşüncesi İslam’a karşı gelişmiştir. Ve İslam hep Avrupalılar tarafından öteki olarak şekillendirildi. Kimlikle birleşmiş bir Avrupa her zaman tartışmalı bir fikir olmuştur. Günümüze kadar tarihi yorumlayanlar, Avrupa için her zaman farklılaşmış, bölünmüş ifadesini kullanırlar. Avrupa Birliği kurulmuş olmasına rağmen bu yorum değişmemiştir.

Avrupa Birliği’nin kendi devamlılığını sağlayabilmesi için bu görüşünü sürdürmesi gerekiyor. Yani küreselleşirken kozmopolitizmi desteklemeli ve çoğulcu bir kimlik yaratmalıdır.

Kozmopolitizm, farklı toplumların ortak bir çatı altında toplanması ve herkesin bu topluluğun bir parçası olarak görülmesi düşüncesine dayanmaktadır. Kozmopolitanizmi savunan görüşlere göre insanlar yalnızca bir ülkenin vatandaşı değil, dünya vatandaşıdır. İnsanlar bu düzende gönüllü olarak yer almakta, birbirlerinin haklarına saygı göstermekte, yabancıların insan haklarına saygı gösterilmesinin önemini vurgulamaktadır. Çevre kirliliği, nükleer tehdit, kaynakların sorumsuz kullanımı gibi günümüzün tehlikeleri ülkeleri birbirine daha bağımlı hale getirmekte ve burada kozmopolitlik düşüncesi yeniden anlam kazanmaktadır. Kozmopolit bakış açısı Avrupa Birliği’nin tarihsel yolculuğundaki en önemli temel parametrelerden biridir. Öyle olsa bile tarihinde kozmopolitlikle her zaman bir sorunu olmuş gibi görünüyor. Farklı kültürleri tanıma konusunda demokratik bir tutum sergilemediği görülmektedir. Sanayi devrimiyle birlikte Avrupa’nın kozmopolit yaşam deneyimiyle tanışması Avrupa’da olumsuz etkilere neden oldu.

Sanayi toplumu olmak, farklı kültürel ya da dinsel unsurların birbiriyle birleşmesini gerektirmiş ve bu durum toplumda büyük anlaşmazlıklara ve huzursuzluklara neden olmuştur. Çünkü Avrupalılar kozmopolitliğe değil, tek kültürlülüğe eğilimli. Bu durum Birinci ve İkinci Dünya Savaşları deneyimlerinde açıkça görülmektedir. Dünya Savaşları, tarihsel olarak bir arada yaşayan toplumların birbirleriyle çatışmasıyla sonuçlanmıştır. Birlik kavramı sosyal, kültürel ve hatta siyasi bir ortaklığı çağrıştırıyor. Ancak Avrupa’nın geçmişi bu anlamda pek de iyi şeyleri çağrıştırmıyor. Avrupa’nın tarihi, çok kültürlülük veya bir arada yaşama açısından olumsuzluklarla doludur. Ancak AB’nin devamlılığını ve küreselleşmesini savunanlar bunun ancak kozmopolit bir yaklaşımla sağlanabileceğini savunuyor. Avrupa Birliği’nin dünyada önemli bir argüman olabilmesi için çoğulcu bir kimlik yaratmak gerekiyor. Ancak bu fikir henüz oluşum aşamasındadır ve henüz hayata geçmemiştir. Avrupa Birliği’nin devamı ancak kozmopolit bir yaklaşımla mümkündür. Başka bir deyişle her Avrupalı ​​birey bir dünya bireyi olmalıdır. Avrupa kozmopolitlik kavramını benimsediğinde aslında kendi tarihiyle barışık hale geliyor. Kozmopolitlik düşüncesini benimseyen Avrupalı, ortak bir milliyet veya ortak bir din üzerinden birbirine bağlılığı savunmak yerine, dünya vatandaşı olmayı savunuyor ve bu ideali sürdürmek istiyor. Mesela Türkiye laik bir devlettir.

Farklı dinleri hoşgörüyle buluşturmuş, farklı dinlere mensup insanlar birbirlerinin dinlerine saygı duymuşlardır. Hoşgörüyle birlikte yaşamaya devam ediyorlar. Ancak kozmopolit Avrupa Birliği’nde aynı hoşgörü ilkesi mevcut değil. Bu birliğin sürdürülebilmesi için Avrupa Birliği’nin farklı kimliklere sahip insanların birliğini sürdürebilme becerisini standartlaştırması gerekmektedir. Çünkü kozmopolitlik tüm dünyayı kapsayan bir fikirdir. Avrupa Birliği’nin ayakta kalabilmesi için farklı dini inançlara, farklı etnik kökenlere ve kültürlere sahip insanların bir arada yaşamasını sağlayacak bir sistem kurması gerekiyor. Avrupa’yı içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi sorunlardan kurtarmanın tek yolu kozmopolitlik düşüncesini kabul etmektir.

Avrupa Birliği’ne üye ülkeler arasında mevzuat ve kanunlarda önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Ancak yine de hizmetlerin, malların ve insanların serbest dolaşımını sınırlayan ve ticarete engel oluşturabilecek farklılıklar mevcut. Bu sorunları Avrupa Birliği içinde akılcı bir şekilde çözmek yerine milliyetçi yaklaşımlar kullanılmış, Avrupa Birliği çerçevesinin dağılma riski dikkate alınmıştır. Örneğin Avrupa Birliği, göç politikalarında hem üye ülkeler hem de üye olmayan ülkeler arasında dayanışma ve koordinasyonu sağlamakla yükümlüdür.

Çünkü bu durum Avrupa Birliği’nin temel ilkelerinden biri olan insan haklarının korunması ilkesiyle örtüşmektedir. Küreselleşen dünyada göç olgusu ekonomik açıdan gelişmiş devletler için göz ardı edilemeyecek boyutlara ulaşmıştır. Avrupa ülkeleri en büyük göç merkezleridir çünkü özgürlük merkezleridirler ve daha iyi yaşam koşulları sunarlar. Avrupa Birliği gibi geniş ve sistemli bir yapı, yoksul ya da gelişmekte olan ülkelerin gözünde daha da çekici görünüyor. Ne yazık ki Avrupa Birliği’nin göç konusuna yaklaşımı ülkeden ülkeye farklılık gösteriyor ve göç konusunda yasal bir politikaya sahip değil. Avrupa Birliği’nin ekonomik nedenlerden dolayı göçmenlere ihtiyacı var. Ancak kozmopolitizm etno-kültürel çatışmaları ve güvenlik kaygılarını da beraberinde getiriyor. Bu durum Avrupa Birliği’nin göçmenlere karşı sert ve muhafazakar politikalar izlemesine neden oluyor. Bu nedenle ekonomik kaygıyı ve kazancı göz ardı eder. Maastricht ve Schengen düzenlemeleri AB vatandaşlarının serbestçe hareket etmesine olanak tanıyor. Ancak AB üyesi olmayan vatandaşların Avrupa Birliği sınırları içindeki hareketleri halen çözülmemiş bir sorundur.

AB’nin dış sınırlarının kontrolü, AB üyesi olmayan vatandaşlara karşı daha da sıkılaştırıldı. 1995 yılındaki Schengen uygulamasıyla üye ülkeler arasındaki sınırlar kaldırılarak tek sınır oluşturulmuştur. Ancak AB üyesi olmayan ülke vatandaşlarının Avrupa Birliği sınırları içerisinde göç etmesi durumunda nasıl davranılması gerektiği konusunda hâlâ bir fikir birliği mevcut değil. Özellikle Müslüman ülkelerin vatandaşlarına karşı önyargılar daha fazla. Bunun arkasında birçok neden var. Ancak bunun temel nedenlerinden biri Avrupa’nın Hıristiyan birliğini korumaya çalışmasıdır. Etnik ve kültürel çeşitlilik Avrupa Birliği politikalarını olumlu yönde etkilememektedir. Doğudan batıya göçün doğal bir sonucu olarak birçok farklı dil, din ve ırktan insanlar bir araya geldi. Avrupa Birliği’nin kurucu ilkelerinden biri çeşitlilik içinde birlik politikasıdır. Ancak Avrupa Birliği bu politikayı uygulamada zorluk yaşamakta ve göçmenleri ayrımcılığa maruz bırakmaktadır. Her AB üyesi devletin elbette kendi ulusal çıkarlarını ve güvenliğini koruması gerekiyor ve bu nedenle göçmenlerle ilgili uygulanan politikalar ülkeden ülkeye farklılık gösteriyor. Ancak burada önemli olan dil, din, ırk ayrımı gözetmeksizin uluslararası göç konusunda ortak bir politikanın benimsenmesidir. Avrupa Birliği’nin bu yönde ilerlemesi gerekiyor.

Kültürel olarak kozmopolitizm Avrupa toplumu üzerinde büyük etkiler yaratmaktadır. Tamamen farklı topluluklarla bir arada yaşamaya çalışmak hem olumlu hem de olumsuz etkiler yaratıyor. Özellikle tüketim, yeme-içme gibi günlük yaşamı etkileyen alanlarda çok büyük değişiklikler yaratıyor. Dil, ırk, din ve daha birçok alanda farklı topluluklarla bir arada yaşamak birçok sorunu da beraberinde getiriyor. Bu nedenle Avrupa Birliği küreselleşme ile kültürel farklılıklar arasında bir ayrım yapmak zorunda kalıyor. Bu nedenle Avrupa Birliği zaman geçtikçe daha içe dönük bir politika izlemeye ve kendisi gibi olmayan, farklı bir dil konuşan, farklı şeylere inanan insanlara karşı önyargılı yaklaşmaya başladı. Liberal devlet anlayışından daha da uzaklaşan bir noktaya doğru evrilmeye başlamıştır.

Avrupa’nın kozmopolit bir gelecek yaratma çabası ve bunun Avrupa Birliği kimliği olarak benimsenmesi, günümüzde çok uzak bir ideal olarak görülüyor. Çünkü Avrupa Birliği birçok milletten, devletten, kültürden ve dilden oluşuyor. Bu farklılıklar dikkate alınarak oluşturulacak ortak değerler kimlik duygusunun sağlanması için gereken ilk adımdır. Ancak Avrupa Birliği halkı bu konuya henüz hazır değil. Siyasi bütünleşme devam ederse ve demokrasi yeterince sağlanamazsa Avrupa Birliği’ne karşı muhalefet artacak, ortak kimlik ve bilinç oluşamayacak ve Avrupa Birliği’nin dağılma süreci gündeme gelecektir. Bugün milliyetçilik Avrupa’da hâlâ yaşayan bir unsurdur.

AB, demokrasi, insan hakları gibi evrensel değerleri temel alan bir kimliktir ve bu değerleri sadece üye devletlere değil, bu kimliğin içinde yer alan kozmopolit kimliğe sahip tüm bireylere yansıtmalıdır. Bu sayede geçmiş tarihindeki olumsuz imajdan kurtulabilir, kimlik çatışmalarının ötesine geçebilir. Dolayısıyla Avrupalılık yeniden tanımlanmakta, küresel değerlere dayalı yeni bir kimlik üretilerek kültürel dönüşüm sağlanmakta ve böylece kimlik bunalımı aşılmaktadır. Son yıllarda yapılan bazı araştırmalara göre eğitimli ve profesyonel insanlar ya da büyük şehirlerde yaşayanlar kendilerini dünya vatandaşı olarak görmek istiyor. Bu durum kozmopolitanist Avrupa görüşünü benimseyenleri haklı çıkarmaktadır. Kozmopolitliği savunan Avrupa Birliği, sınırlı bir birlik olmaktan çıkıp dünyada söz sahibi bir konuma evrilecektir. Kozmopolitizm, modern Avrupa tarihindeki aşırı milliyetçiliğe karşı bir duruştur.

Avrupa Birliği, küresel olarak yalnızca ihtiyaç sahibi olanları hedeflemek yerine, küresel sosyal eşitlik için düzenlemeler yapmalıdır. Pek çok Avrupalı ​​lider, dünya kalkınmasının yönüne ilişkin kendi amaç ve değerlerini yansıtma amacını dile getiriyor.

Avrupa Birliği sadece küreselleşmeye katılmak veya katkıda bulunmak istemiyor; bunun yerine uluslararası sosyal ve ekonomik konularda kendi yaşam standartlarını korumak ve böylece küreselleşmeyle bir arada var olmak istiyor. Küreselleşmenin Avrupa Birliği üzerindeki sonuçlarından biri de parasal ve ekonomik birlik olup, bu durum üye ülkelerin sosyal politikalarını da etkilemiştir. Yeni küresel düzene uyum sağlamak adına özelleştirme, serbestleştirme gibi unsurlar hayata geçirildi. Ve bu şekilde Avrupa entegrasyonu küreselleşmenin alternatifi değil, parçası haline geldi. Ancak küreselleşme Avrupa toplumları için kalıcı ve derin sonuçlar doğurmuştur. Bu sonuçların en önemlisi, geleneksel Avrupa refah devletini güçlü haliyle korumanın zorluğudur. Rekabetin ve esnek çalışmanın oluşması refah devletinin küçülmesine yol açmıştır. Dolayısıyla sermaye hareketliliği işgücü maliyetlerinin daha düşük olduğu coğrafyalara kaymıştır. Sonuç olarak Avrupa’da refah devletini sürdürmek zorlaştı. Sonuç olarak eşitsizlik ve sosyal dışlanma yükselişte olan değerler haline geldi. Küreselleşmeye uyum sağlanamadığı takdirde Avrupa Birliği’nin zamanla çökmesi kaçınılmazdır.

Bu soruyu burada soralım. Dünyayı tümüyle etkisi altına alan küreselleşme Avrupa açısından olumlu etkiler yarattı mı? Çok dilliliğe ve çok kültürlülüğe büyük önem veren Avrupa’da küreselleşmenin olumlu bir etki yaratmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Avrupa, çeşitliliği sayesinde güçlü ve güçlüdür. Aslında gücünü çeşitlilikten gelen zenginlikten alıyor. İngilizcenin dünya çapında hakim dil olarak kullanılması Avrupa’nın çeşitliliğine yönelik bir tehdit olarak görülüyor. Bu nedenle Avrupa Birliği çok kültürlülüğü ve çok dilliliği korumaya yönelik çalışmalar yürütmektedir. Ancak burada göz ardı edilmemesi gereken konu, Avrupa Birliği’ne üye devletlerin kendi kültürlerini koruma konusunda istekli ve ısrarcı olmalarıdır. Ülkelerin kendi dillerini koruyarak kendi kültürlerini koruyabilecekleri rahatlıkla söylenebilir. Bu nedenle AB üyesi ülkeler ülke içinde ve dışında çok dillilik ve çeşitlilik ilkelerine saygı duymuşlardır. Amsterdam Anlaşması ile her Avrupa Birliği vatandaşı, resmi kurumlarda Avrupa Birliği üye devletlerinden herhangi birinin resmi dillerinden birinde yazışma yapma hakkına sahiptir. Bu durumda 23 farklı dilde hizmet vermek Avrupa Birliği için çok maliyetli oluyor. Avrupa Birliği’nin ilkeleri arasında birliğe üye halklar arasında yakın bağların kurulması da yer almaktadır. Öncelikle Avrupa Birliği’ne üye ülke vatandaşlarının çok dillilik fikrine alışması gerekiyordu.

Birlik içerisinde farklı kültürlerden vatandaşların yerlerinden edilmesi işlerinde, günlük yaşamlarında ve eğitimlerinde sorunları da beraberinde getiriyor. Bu sorunların en aza indirilmesi için çok dillilik üzerinde durulan bir konudur. Bu nedenle Avrupa Birliği bu unsuru vurgulamış ve birlik vatandaşlarının kendi dillerinin yanı sıra diğer dilleri de öğrenmelerini kolaylaştırmaya çalışmıştır. Her ne kadar Avrupa Birliği vatandaşları üzerindeki öteki kavramı ortadan kaldırılmak istense ve Birlik bu yönde çabalar gösterse de bu durum kolay kolay kabullenilmemiştir. Örneğin 2000’li yıllarda bazı etnik grupların kendi ana dillerinde eğitim uygulamalarına son verildi, çünkü bu etnik grupların uyum sorununun giderek zorlaştığı söylendi. Avrupa Birliği çok dilliliği savunmaya devam etse de İngilizce bugün Avrupa Birliği içinde bile en yaygın olarak bilinen ve kullanılan dildir. Bunun nedeni küreselleşmeye bağlanabilir.

Sonuç olarak Avrupa Birliği kozmopolit modelin önemli bir örneğidir. Bu durumun zorluklarıyla aktif bir şekilde mücadele etmeye çalışırken, üye devletler arasında siyaset ve demokratik katılım açısından kilit bir hareket noktası olmaya devam ediyor.

Bu kozmopolit siyasi topluluk, ulus devletleri bir araya getiren ve birçok açıdan barışı ön planda tutan bir projenin eşsiz bir örneği olmuştur. Kozmopolitanizm kavramı çok kültürlülüğü, küresel hareketliliği ve birbirine bağlılığı içermektedir. Küreselleşme süreçleri artan gerçekliklerdir ve Avrupa Birliği bu gerçekliğe uyum sağlamaya çalışmaktadır. Her ne kadar AB bağlamında zaman zaman milliyetçi güçlerin yükselişi görülse de AB içerisinde daima ulusötesi hareketler yaşanmıştır. Bu gergin durum büyük ihtimalle önümüzdeki dönemde de devam edecek. Avrupa Birliği kozmopolit ve demokratik bir çerçeve oluşturma çabalarına devam etmelidir. Avrupa Birliği, farklı olanları ötekileştirmeden, farklı kimlikler arasında demokrasiyi buluşturarak, karşılıklı anlayış ve hoşgörü temelinde başarılı olmalıdır. AB her ne kadar çokkültürlülüğü savunsa ya da kültürel çoğulculuğu benimsese de bu kavramların hayata yansıtılması, demokrasi gibi değerlerin herkese eşit şekilde uygulanması AB için zorluk yaratmaktadır. Bu durum Avrupa Birliği’nin güvenilirliğini gölgeliyor. Küresel iletişim çağında yaşanan gelişmeler, dünyada yaşayan herkesin tüm gelişmeleri anında görebilmesine olanak sağlıyor.

Bu nedenle kozmopolitanizm, birlikte yaşamanın felsefi bir taşı ve farklılıkların bir arada yaşamasına yönelik kültürel bir anlayıştır. AB’nin kendi çalkantılarını tamamen bırakıp küreselleşmeye odaklanması ve kozmopolitanizmi temel felsefesi haline getirerek ilerlemesi gerekiyor. Kozmopolitanizm, etnik ve toplumsal sorunların aşıldığı, milliyet veya din üzerinden değil, daha iyi bir dünyanın parçası olmakla övünen bir Avrupalılığı ifade eder. Burada amaç farklı etnik grupların bir arada yaşayabileceği bir anayasal sistemin oluşturulması olmalıdır. Avrupalıların kendi kültürel bağlarından uzaklaşıp dünya vatandaşı olmaları gerekiyor. AB’nin ekonomik, siyasi ve endüstriyel krizi aşmasının tek yolu kozmopolitizmi kabul eden bir Avrupalı ​​düşünce yaratmaktır. Kozmopolit Avrupa birçok farklı ulustan, kültürden ve devletten oluşur. Bu farklılıklar dikkate alınarak oluşturulacak ortak anlayış Avrupa Birliği’ni geliştirecek ilk adımdır. Bu insanlar arasında şeffaflığı ve demokrasiyi sağlamalıdır. Siyasi entegrasyon sağlanmalıdır. Bunlar yapılmazsa Avrupa Birliği’ne karşı görüşler daha da güçlenecek. Bu bağlamda evrensel ilkelere dayalı yeni bir kimlik üretilmeli ve AB’nin kültürel dönüşümü bu şekilde sağlanmalıdır. İnsanları kendi kültürünü tanıyarak ötekileştirmeden, kültürcü bir söylem geliştirmeli, kozmopolit Avrupalı ​​kimliğiyle küresel dünyada söz sahibi olmalıdır. Dini, kültürel, etnik farklılıklara bakılmaksızın dünya vatandaşı olmayı esas alan bir anlayış geliştirmelidir.

 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir