Bakın Yaklaşıyor Yaklaşmakta Olan (İsmet Özel)

Bazen uzaktan bakmak lazım her şeye, her konuya , her olaya ve her kişiye. İçinde bulunduğumuz durumu içerden değil dışardan gözlemlemek gerekir bazen…

A+
A-

Bazen uzaktan bakmak lazım her şeye, her konuya ,  her  olaya ve her kişiye.   İçinde bulunduğumuz durumu içerden değil dışardan gözlemlemek gerekir bazen.  Hatta kendi  kendimizi gözlemleyemeyeceğimiz için başkalarının bizimle ilgili gözlemlerini  daha çok dikkate almak gerekir.  Çoğu zaman olay, kişi, zaman ve mekanlar  bizim algıladığımızdan çok daha farklıdır.

Örneğin bir sözcüğün anlamı, içinde geçtiği cümleye, hatta cümledeki yerine göre değişeceği için cümleyi bir bütün olarak ele almak gerekir. Olayları ya da durumları da yer ve zamana göre ve yine öncesi ve sonrasıyla ele almak gerekir. Aksi halde ele aldığımız, her konu yanlış anlaşılır. Tam olarak anlaşılamaz. Yaptığımız tüm analizler yanlış, vardığımız tüm yargılar ve kanaatler hatalı olur.

Ülke olarak karşı karşıya kaldığımız durumları da incelediğimizde bu geniş perspektiften uzaklaştıkça hataların yapıldığı, ülke tarihimizde sayısız tecrübeyle sabittir. Yani durum/ durumlar iyi analiz edilmediğinde  ‘’tarih tekerrür eder’’.

İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoyun dediği gibi:

Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

“Tarih”i  “tekerrür”  diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

 Yani tarihin tekerrür etmemesi için de olayları iyi anlamalı ve buna göre atılması gereken adımlar ‘’ bir an önce ‘’ atılmalıdır.

Yine bazıları tarafından özellikle anlaşılmayan, tarihin derinliklerinden gelen ve insanlığın başına bela olan bir husus var. Filistin ve Kudüs meselesi, Siyonizm  ve İsrail devleti!!  (örgütünün ) inanç manzumesinden gelen  Arz-ı mev’ud ve Davut Yıldızı meselelerini de doğru anlamak için tarihi süreci bilmek gerekiyor.           

M.Ö. 11. yüzyılın sonlarında kurulan İsrailoğulları devletinin ilk kral ve komutanı Talut’tan sonra devletin başına geçen Hz. Davut, Kudüs’ü alarak burayı başkent yapmış ve Mescid-i Aksa’nın temelini atmıştır. Hz. Davut’tan (a.s.) sonra hükümdar olan oğlu Hz. Süleyman (a.s.) Mescid-i Aksa’nın yarım kalan inşaatını tamamlamıştır.

Kudüs, M.Ö. 63 yılında Roma imparatorluğunun hâkimiyetine geçmiştir. Roma imparatoru Konstantin 310 yılında Hristiyan olup 313’de Milano fermanı ile devletin dinini Hristiyan yapmış, 335 yılında da Kudüs’te Kıyamet kilisesini yaptırmıştır.

Kudüs, Peygamber Efendimizin (s.a.s.) isra ve miracıyla İslam tarihinde önemli bir konuma gelmiştir. Hz. Ebubekir (r.a) önce Amr b. As’ı daha sonra da Halid b. Velid’i Filistin’in fethi için görevlendirmiştir. Hz. Ömer (r.a) zamanında Müslümanlar Kudüs’ü kuşatmış ve barış yolu ile şehri fethetmişlerdir. Hz. Ömer (r.a) şehrin anahtarlarını teslim aldıktan sonra halka, güven ve huzur içerisinde dinlerini yaşayacaklarına dair yazılı bir eman vermiştir.

Daha sonraki dönemde Kudüs’ün idaresini alan Emeviler buraya büyük önem vermiştir. Halife Abdülmelik b. Mervan Peygamber Efendimizin (s.a.v) miraca çıkarken üzerine bastığı büyük kaya parçası (sahra) üzerine 691’de bir kubbe yaptırmıştır. Bu nedenle buraya Kubbetu’s-Sahra denir.

Avrupa’nın, 1099 yılında başlattığı Haçlı seferlerinde Haçlılar, sadece Mescid-i Aksa’nın içinde 60 bin müslüman katletmiştir. Bu seferler sonunda Kudüs Latin Krallığı kurulmuş ve Kudüs, bu krallığın başkenti olmuştur.

Selahaddin Eyyubi, 1187’de Hıttin Savaşı ile Kudüs’ü haçlıların elinden alarak, Mescid-i Aksa’dan ve Müslümanlara ait diğer mekânlardan Haçlıların izlerini silmiş, şehrin yeniden imarına ve yenilenmesine büyük önem vermiştir.

Sonraki tarihlerde Fatımilerin ve Memlûklerin yönetimine giren Kudüs, 1516 yılında Mercidabık savaşı ile Osmanlı hâkimiyetine geçmiştir. Yavuz Sultan Selim şehri fethettikten sonra Kudüs’te iki gün kalmış ve şehrin ismini Kudüs-ü Şerif olarak değiştirmiştir.

1797 yılında Napolyon filistinde bir Yahudi devleti fikrini ortaya attı. 1879 da 1. Siyonizm kongresi yapıldı. 1896 da teodor herzl  ‘’Yahudi Devleti’’ kitabını yayınladı. Bu arada çok az sayıda Yahudi göçmen Filistin topraklarına göç etti. 1903 te göçmen sayısı 25 bine ulaştı.  1. Dünya savaşı yıllarında İngiliz casusu lawrens in faaliyetleri  ve Osmanlı devletinin zayıf düşmesiyle 1918 de 1. Dünya savaşı sonunda İngilizler bölgeyi işgal etti.

Maalesef o gündenden sonra bölgede akan Müslüman kanı hiç dinmedi. İngilizlerin ve tüm batılı ülkelerin desteğiyle o bölgede İsrail devletinin temelleri atıldı. Hergün, her yıl Filistinli Müslümanlar topraklarından sürüldü.

Filistin topraklarını 1918 den 1947 ye kadar yöneten İngilizler 1947 bu bölgeyi Birleşmiş milletlere devretti. Birleşmiş Milletler Filistinin % 57 sini Yahudilere % 43 ünü Filistinlilere, Kudüsün yönetimini uluslara arası bir komisyona bıraktı.  29 Kasım 1947 de İsrail devleti kuruldu. Ancak birleşmiş milletlerin bu planı hiç uygulanmadı. Günümüze kadar her yıl Müslümanlar öldürülerek ve sürülerek yerlerinden edildi ve yerine Yahudi işgalciler yerleştirildi. Birlerinin dediği gibi Filstinliler toprak sattığı için oralara yerleşmedi Yahudiler. Zaten Osmanlı hakimiyetinde iken toprak satmaları imkansızdı, çünkü filistin topraklarının  % 80 i zaten vakıf malıydı. Osmanlı hakimiyetinden sonra da az önce de söylediğim gibi Öldürülerek ve sürülerek o topraklar boşaltıldı ve boşalan yerlere Yahudiler yerleştirildi. Bugün de aynı taktikle Filistinlilerin elinde kalan son toprak parçaları elllerinden alınarak Yahudi işgalciler yerleştiriliyor. Yani bu savaş 1917 den beri devam ediyor.

Peki bu filistin meselesinin bizimle ilgisi ne? Tarih boyunca Hz Yakup,Davut peygamberin, Süleyman peygamberin, yurdu olmuş, Hz. Muhammed Mustafa S.A.V in İsra ve Mirac mucizesine ve Peygamber efendimizin tüm peygamberlere imamlık yaptığı namaza ev sahipliği yapmış, Hz. Ömer Radıyallahu anha tarafından fethedilmiş Filistin toprakları ve kudüsten bahsediyoruz.

Yaklaşık 730 yıl İslam beldesi olmuş, 400 yıl Osmanlı idaresinde kalmış Filistin topraklarından bahsediyoruz, 400 yıl boyunca bizimle beraber her cephede savaşmış,son olarak da Çanakkalede atalarımızla beraber şehit olmuş Filistinli kardeşlerimizden bahsediyoruz.

Bu savaşın adı ilk önce İsrail – Arap savaşı, sonra İsrail – Filistin savaşı,İsrail Gazze – savaşı ve en sonunda İsrail Hamas savaşına indirgendi. Hamas deyince sakın onları batılıların dediği gibi terörist zannetmeyin. 100. Yıl önce  Kuva yı Milliye neyse bugünkü Hamas da odur. Hatta Filistin halkının seçimle yönetime getirdiği meşru bir siyasi partinin adıdır hamas.

 Biz biliyoruz ki bu savaş basbayağı İslam ve diğerlerinin savaşıdır. Yahudiler açısından bu savaş filistin topraklarıyla sınırlı değil. Bugün Gazze’yi, Lübnan’ı ve Suriye’yi   komple verseniz, oradaki bütün Müslümanları teslim etseniz de bu savaş bitmeyecektir. Arz ı mev ud yani vadedilen topraklar dedikleri bölgede Büyük İsrail Devletini kurmadan bitmeyecek. (Tabi bu Siyonizmin ve bugünkü İsrail devletinin istediği sonuç)  Bu vadedilmiş topraklar Suriye;Irak ve Lübnanın tamamını, Suudi Arabistan ve iranın bir kısmını ve ülkemizin Güneydoğudaki 22 vilayetin tamamını kapsıyor.

Son zamanlarda  İsrail’in nihai hedefinin ülkemizin toprakları olduğu düşüncesi  devletimizin en üst makamındaki Sayın Cumhur başkanımız tarafından da açık açık söylenmeye başladı .  Artık dünya görüşü, partisi, cemaati, derneği, vakfı  ne olursa olsun hepimizin çok akıllı ve uyanık olma zamanıdır. Bu millet en zor zamanında bile birlik ve beraberlik içinde düşmanını yenmesini bilmiştir.

Devlet tarihimizde en önemli stratejiler bu gerçek göz önünde bulundurularak belirlenmiştir.  Ancak  siyonizmin plan aşamasında belirlediği arz ı mevud  ve Büyük İsrailin kurulma tarihi gecikmiştir. Bu onların planıysa devletimizin de mutlaka planları vardır. İsrailin eninde sonunda bizim kapımıza dayanacağını bilen Türk devlet aklı onun hazırlıklarını da yapıyordur. Ancak düşman üzerimize davulla, zurnayla gelmeyecek. Bizim genlerimize kadar inen detaylı ve çok yönlü bir çalışma ile bizi yok etmeye çalışacak.  Siber kaos ve terörden  gıda terörüne kadar, içerde çıkarmayı düşündüğü nifak ve kalkışma hareketlerine kadar –ki bunu 15 Temmuzda gördük- her alanda top yekün bir saldırıya kalkışacak. Belki de orduların savaşı sadece son noktayı koymak için olacak. Yüzlerce yıl plan yapan siyonizmin karşısındaki son ve en kuvvetli kale olan Türkiye cumhuriyeti ile savaşı belli ki uzun ve çetin olacaktır.

İşte bu ahval ve şerait içinde bizlere düşen, yazımın başında da belirttiğim gibi bu durumu da bütüncül olarak anlamak, devletimize güvenmek, birlik ve beraberliğimize zarar verecek tutum, davranış , paylaşım ve yorumlardan uzak durmaktır.  Yine yakın tarihte Irak ve Suriyedeki karışıklıklardan kaçanların bazıları düşman kapıya dayandığında belki de çok küçük meseleleri aralarında büyütüp tartışıyor veya kavga ediyordu. Ancak onları  -sözde- özgürleştirmek için gelenler evlerini başlarına yıktığında, vatanları işgal edildiğinde, bir dilim ekmeğe muhtaç kaldıklarında ve en sonunda Türkiye’de bir çöplüğü karıştırırken kendi  vatanlarında kavga ettiği komşusuyla göz göze geldiğinde hatalarını anladılar. Vatansızlığın ne olduğunu Egede botları Yunan askerleri tarafından batırıldığında anladılar. Ancak bizim gidecek başka bir ülkemiz yok. Bizleri misafir edecek başka bir millet yok.Bu nedenle bizler de küçük şeylere takılı kalmayıp yaklaşmakta olan tehlikenin farkına varmalı, Yüzyıl önce Çanakkalede, milli mücadelede ve 15 Temmuzda olduğu gibi birlik ve beraberliğimizi muhafaza  etmek zorundayız.

Yaıma yine merhum Mehmet Akif ERSOY’un mısralarıyla son veriyorum.

‘’Girmeden bir millete düşman giremez

Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.’’

           

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir