Her bayramda medyada ve sosyal medyada ‘’nerede o eski bayramlar’’ yakınması yapılarak eskiye özlem ve nostalji duyguları ön plana çıkarılır. Hakikaten her geçen yıl bayramların önemini yitirdiğini, hele şehirlerde neredeyse çekirdek aile içinde bile bayram kutlamaya zaman bulunmadığını, aile içinde bile herkesin gündeminin farklı olduğunu görüyoruz. Oysa ki bayramlar gerçek anlamıyla kutlandığında, birkaç gün bile olsa modernitenin buyruğundan ve vahşi kapitalizmin boyunduruğundan kurtulup; insani ve manevi duygularımızı yaşama, kısaca insan olduğumuzu idrak etme fırsatıdır.
Nerede o eski bayramlar derken, eskinin güzelliklerini hatırlayacağız. Eskinin özlenen olabilmesi için şimdiki halimizin eskiden daha kötü olması gerekir. Çocukluğundaki bayramlar çok güzel geçenler o anları özlemle anabilir. Ancak çocukluğu yokluk içinde, farklı sıkıntılar içinde geçen, bayramın bayram olduğunu anımsatacak mutluluk kırıntıları bile yaşamayan insanlardan böyle bir geçmişe özlem beklememek gerekir.
Örnek olarak, bu bayramı hastanelerde acı içinde kıvranan insanlara sorsak acaba bayramın farkındalar mı? Ya da bayramda beklediği hiç kimsesi olmayan, kapısını çalacak birileri olmayan yaşlılara sorsak veya Gazze’de içecek bir yudum suyu bile olmayan, açlıktan ve soğuktan tir tir titreyen çocuğa sorsak acaba bayramın farkındalar mıdır? Bayramlık elbise alınmadığı için bayramı ağlayarak geçiren çocuk için bayram mıdır acaba?
Demek ki bayramın bayram olabilmesi için herkesin mutlu olması lazım. Ya da mutlu olmaya mani bir durumu olmayan için bayram bayramdır.
Şair Lutfi’nin dediği gibi
Can bula cananını,
Bayram o bayram ola
Kul bula sultanını,
Bayram o bayram ola
Yani birbirini seven insanlar buluştuğunda, Mümin kişi Allaha kavuştuğunda bayram olur. Hüzünler kederler gittiğinde, bütün günahlar af olduğunda, sağ tarafımızdan kitabımız verildiğinde gerçek bayramlar olur.
Ya da Şair Nedim’in dediği ;
Sevdiğim, canım, yolunda hake yeksan olduğum
Iyddir çık naz ile seyrane kurban olduğum.
‘’Sevdiğim, canım, yolunda toprakla bir olduğum, bari bayram gününde şöyle nazlı nazlı bir gezintiye çık da göreyim.’’ Diye sevgiliye sesleniyor.
Şimdi bu sevgiyi yedi/ yirmidört beraber olan, uzakta bile olsa görüntülü görüşme yapabilen, sevgiliyi özlemenin ne olduğunu bilmeyen zamaneye nasıl anlatabilirsin? Ona zaten hergün bayram.
Bayram sabahı sabah namazından sonra uyumayan, bayram namazı için hazırlanan, kalabalık bir cemaatle, tekbirlerle bayram namazı kılan, tanıdığı, tanımadığı herkesle bayramlaşan ve heyecanla evine gelen babanın bayramıyla, o gün öğleye kadar uyuyan ve uyandığında bayramlaşmaya bile tenezzül etmeyen Z kuşağının bayramı bir olur mu?
Ailesinin geçimini sağlamak için bayramda bile çalışmak zorunda olan emekçi, asker, polis vb. bir çok vatandaşımızı da unutmamak lazım. Toplumun huzuru için ve ülkede çarkların dönmesi için çalışan insanları da unutmamak lazım.
Belki de zamanla her şey gibi bayramları da yeniden tanımlamak gerekecek. Eskinin güzelliklerini devam ettirirken çağımızın koşullarına göre de değişiklikler yapılmalı. Yeni kuşaklara bayramların tatil demek olmadığı anlatılmalı. Sadece bedenlerin değil gönüllerin de bir araya gelmesi ve kaynaşması sağlanmalı.
Unutulmamalıdır ki toplumları ayakta tutan maddi gelişmişliğin yanında gelenek ve göreneklerin, kısaca kadim kültürlerin diri tutulmasıdır. Aksi halde millet olma vasıflarımızdan birini daha yitirmiş oluruz.
Tefik Fikret’in dediği gibi ‘’Meserret çocukların Hakkıdır.’’ Başta ülkemiz olmak üzere özellikle Gazze’de ve bütün dünyada öncelikle çocukların mutlu olduğu, katliamların ve zulümlerin olmadığı, bir dünya olması temenni ve duasıyla….
Bayram o bayram ola….
Yorumlar (0)