Eskiye Hasret İle…
Eski denilince nostaljik olan gelir insanın aklına. Fakat benim anlatmak istediğim maziye gitmek veya nostalji yapmak değil...
Biz annemizin, babamızın annelerine “ebe” deriz.
Biz annemizin, babamızın annelerine “ebe” deriz.
Annemin de anne tarafından bir ebesi var, adı Zeynep. Biz hiç görmedik.
Annem çok severdi ebesini, dedesini. Her aklına geldiğinde iç çekerek anlatırdı. Dedesinin vefatından sonra günlerce eve girmemiş. Dedesi annemi sırtına bindirir tarlaya, camiye götürürmüş.
1940 lı yılların başı imiş.
Dede vefat ettikten sonra Zeynep Ebe de ikinci evliliğini yapmış. “Kokulu Zeynep” derlermiş. Yanında hep koku taşır, etrafındakilere sürermiş. Sarı bir yazma örtünürmüş hep.
O zaman iş yok, parasızlık, fakirlik var.
Zeynep Ebe’nin eşi bizim köyden bir hayli uzak bir köye imam durmuş. O zamanın imkanlarıyla gelmek gitmek oldukça zor.
Hastalanmış sonra Zeynep Ebe, ağrıları, sancıları artmış. Çocuklarını arzulamış, Ayşe ile Veli’yi. Hep köyünün tarafına bakarmış gelecekler mi diye.
Ozan Arif sanki o günleri yazmış;
“Pençesi bağrımda, dişi derinde,
Söküp atar mıyım günün birinde?
Gurbetin upuzun gecelerinde,
Beni yudum yudum yutan hasreti.”
Zeynep Ebe ne çileler çekti, ne hasretler yaşadı bilinmez. Belki de şöyle söylemiştir Ozan Arif’ce;
“Gurbet beni toprağıyla, taşıyla,
İyi tanır iyi, her karışıyla,
Yollarını gözlerimin yaşıyla,
Yuya yuya usandım ben bıktım ben.”
Kızı Aşa’da çok özlermiş anasını. Belki şöyle bir türkü söylerdi o da;
“Kâğıda yazarlar ufak yazılar,
Anasız olur mu körpe kuzular,
Yürek yaralıdır, ciğer sızılar,
Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir.”
Zeynep Ebe hastalanmış. Köyü uzak, sevdikleri ötelerde. Vasiyet etmiş “Beni köyümün tarafına şu minare gibi çamların dibine gömün” diye. Çünkü çamlar Dağküplü’ye yakın taraftaymış, rüzgârlarla köyünün kokusunu taşırmış Zeynep Ebe’ye.
Beyyayla dağların arasında bir yer. Dağküplü ile arasında da ,nice dağlar var. O da belki Aşık Kerem’den söylemiştir;
“Ne yaman eğlenip kaldık burada,
Dilerim Mevlâ’dan erem murada,
Bana derler ‘neyin kaldı sılada?’
Demezler ki bir ciğerim dağlar var.”
İki çocuğu var Zeynep Ebe’nin; Aşa ve Veli.
Bir gün çocukları yola çıkmış, iki köyün arası yayan yedi, sekiz saatlik mesafe. Sekiz yüz metre yükseklikteki dağdan iki yüz metre rakımlı Sakarya Nehri’ne geleceksin. Sakarya Nehri’ni geçip bin dört yüz metrelik bir dağa tırmanacaksın.
Varmışlar Beyyayla’ya. Anne çocuklarını görünce başlamış ağlamaya; “Dağları taşları yarıp gelen Aşa’m, dağları taşları yarıp gelen Veli’m” diye. Çocuklarının geldiği gece de vefat etmiş Zeynep Ebe. Dediği gibi o çamların altına defnetmişler gurbette.
Annemin annesi Aşa Ebe de torununa koymuş Zeynep ismini. Aşa Ebesi “Anamın adı, ağzımın tadı” diye severmiş Zeynep’i.
Bu hadise aklıma geldiğinde Ezo Gelin Türküsü de beraber gelir. Ezo Gelin’in vefatı 1956, Zeynep Ebe’nin vefatı da 1955. Orası Antep, burası bir başka vatan toprağı ama aşağı yukarı konu aynı.
Daha sonra Değirmencilen Halilibram Abi Mayıslar Köyü’nden birinin Zeynep Ebe’nin mezarını bildiğini söyledi. Kısmet olursa, yaşarsak beraberce gidip bakacağız oraya. Belki bir mezar taşı koyarız Zeynep Ebe’ye.
2022 yılı idi.
Annem hep anlatırdı Zeynep Ebesini. Beyyaylada çamların altında olduğunu. Hiç gitmek de nasip olmamış. Bir gün sordum “anne, ebenin mezarını görmek istiyor musun?” diye. “Çok arzuluyom” dedi.
Beyyayla’yı bilmem. Yolu falan nasıl, araba yolu var mı bilmiyorum. Bir süre sonra kendim gidip bir bakayım dedim, bir vesile ile yolumu düşürdüm, gayet iyi.
Ertesi hafta annem, ablam ben yola çıktık. Sarıcakaya’da pide yaptırdık. Beyyayla’ya vardık. Annem arabada mezarları seyrediyor. Mezarlığı gezdik. Çamların altındaki kabirlere baktık. İsim falan yok mezarlarda. Bunlardan biridir dedik, duamızı yaptık.
Sonra Beyyayla’nın bizim köyün dağlarına bakan bir yerine oturduk, daldık gittik. Uzun uzun sustuk.
Gözlerimiz karşı dağlarda asılı kaldı. Dağ dağ sislendik.
Gördüğümüz gurbeti üstüne çeken bir kaç mezardı.
Eski sandıklar gibiydi içimiz.
Bir yanıt yazın
Yorumlar (0)