Diziler ve Biz

Varoluşsal boşluğun en temel nedeni bireyin kendine ait öz kaynağının olmamasıdır. Varoluşsal dinamikler dışsal faktörler üzerine kurulduğunda ve bu dışsal varlıklar ortadan kalktığında kişi kendini denizin ortasında savunmasız ve boğuluyor bulur. Bu bir kayboluş ve sonrasında kendini gerçekleştirme sürecidir. Tabii kayboluş sürecinde kişinin kendini gerçekleştirme iradesi ve değişim, dönüşüm isteğinin arayışı içinde olmalıdır. Yoksa kayboluş […]

A+
A-

Varoluşsal boşluğun en temel nedeni bireyin kendine ait öz kaynağının olmamasıdır. Varoluşsal dinamikler dışsal faktörler üzerine kurulduğunda ve bu dışsal varlıklar ortadan kalktığında kişi kendini denizin ortasında savunmasız ve boğuluyor bulur. Bu bir kayboluş ve sonrasında kendini gerçekleştirme sürecidir. Tabii kayboluş sürecinde kişinin kendini gerçekleştirme iradesi ve değişim, dönüşüm isteğinin arayışı içinde olmalıdır. Yoksa kayboluş içerisindeyken kendini tüketme yani kendinden, hayattan kopuşu yaşar. Bu durum toplum içinde kendine tutuğu aynada, kendini beğenemeyip başka bir form yaratma isteğini güçlendirir. Bizi yaşama bağlayan nedenlerin ve hayattaki bağımızın gerçekliği ancak dışsal nedenlerin ortadan kalkmasıyla yaşanan şokla sarsılmasıyla anlaşılır. 

 

Öncesinde arada kalmışlık hissi dışsal nedenlerle bastırılır ve gerçekliğimiz gün yüzüne çıkmaz. Aradaki gelgitlerle yaşanan kısa süreli bunalımlar ve hayatın anlamsızlıkları ciddiye alınmayan sarsıntılardır. Aslında bunlar sonradan gelecek şiddetli bir depremin habercisidir ama çoğu zaman bu anlaşılmaz. Hayatın içindeki koşuşturma anlamaya dayalı bir düşünsel sürece izin vermez. Arada kalmışlık dışsal bağımlılıklarla atlatılır ve etkisi hafifler. Çünkü yaşama bağlayan nedenler ve sürecin yaşanmasında teselli eden güçlü dışsal faktörler vardır. Dışsal faktörler nedeniyle kişi kendini güçlü hisseder ve yalnızlığını bastırır. Yalnızlık hissini bastırmak için kişi kendine yeni bir ben yaratır ve bu yeni ben’e inanır. 21. Yy. yarattığı kusursuz güzellik anlayışı kişiler üzerinde böyle bir etki oluşturmuştur. Bireyi kusursuz güzellik konusunda bağımlı hale getiren kapitalizm bu bağımlılığı her geçen gün daha da perçinlemektedir.

 

Günümüz diziler bu güzellik anlayışı gençler üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğu görülmektedir. Dizilerde çizilen kadın ve erkek profili kusursuz, hayata dair bir nüansın bulunmadığı karakterlerden oluşuyor. Fakir kız ve zengin erkek teması Yeşilçam filmlerinden beri devam etmekte, yalnız bir fark var bu dönem karakterleri fakir bile olsa kusursuz bir giyim, full makyaj, düzgün Türkçe konuşmaları ile bizden birini oynarken asla bizden biri olmamaktadırlar.

 

Samimi bir dille yazılmayan senaryolar, sadece mimiklerle oynana oyunculuklar, estetik doktorların reklam ajansı gibi çalışan dizi sektörü toplumu bir hayal dünyasında yaşatmaya itmektedir. Bu hayal dünyasında kişi hem bedenine hem ruhuna zarar verir. Çıkmaz sokaklarda kaybolur. Yolunu bulmak yerine kendini daha çok unutmaya çabası içine girer. Tabii bu durum yorulana kadar devam eder. Hayal dünyasında çıkıldığı andan itibaren varoluş başlar. Ve asıl kendi olma savaşı o zaman başlar.

 

İnsanın içinde bulunduğu zaman ve mekân diliminde kendi var oluşunu okuyamadığında birileri kendi adına tanımlama yapar ve insanlar bu tanımın içine hapsolur. Kavramlara kendi tanımlarımızı yapamadığımız sürede hayatımıza başkaları müdahale edecektir. Görsel medya bu konuda oldukça başarılı sayılmaktadır. Dizilerin bayağılığı ve topluma etki eden bayağılık karşısında düşünemeyen, yaratamayan, üretemeyen kişi birey olmayı başaramaz. Dizlerin bizim üzerimizdeki etkileri toplumun çok derinine inmekte ve sabah programları olarak ekranda oynatılan kadın programlarında bu etki çok net görülebilir. Rol model aldıkları dizi kişilerinin hayatlarını kendi hayatları ile bağdaştırmakta ve toplumsal ahlak yapısını sarsıntıya uğratmaktadır denilebilir.

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir