25-11-2024 13:11:25

Doç. Dr. İrfan Özet Yazdı: Modern Türkiye’de Bir Mesele Olarak Taşra

Yakın zamanlarda kamuoyunda infial uyandıran Narin Güran cinayeti, akabinde ortaya çıkan ilişki ağlarıyla, taşra dünyasının sosyolojisine dair bizlere anlamlı göstergeler sunmakta. ..
Doç. Dr. İrfan Özet Yazdı: Modern Türkiye’de Bir Mesele Olarak Taşra

 

Doç. Dr. İrfan Özet / Aksaray Üniversitesi

Yakın zamanlarda kamuoyunda infial uyandıran Narin Güran cinayeti, akabinde ortaya çıkan ilişki ağlarıyla, taşra dünyasının sosyolojisine dair bizlere anlamlı göstergeler sunmakta. Bu çerçevede faillerin sistematik ve istikrarlı bir şekilde korunduğu, hatta suskunluk sarmalıyla bu tür insanlık dışı pratiklerin meşrulaştığı karanlık bir lokal “ethos” dikkat çekmekte. Dolayısıyla cinayetin başından sonuna yaşanan tablo köye hakim yerel habitusa ve hiyerarşilere adanmaya dönük kolektif bir istenci ortaya koymakta. Yaşananlarla ilgili diğer ilginç bir detay ise, il merkezindeki ekonomik sermayeleri ve yatırımlarıyla Güran ailesinin kentli kapitalist ekonominin sunduğu fırsat alanlarının çekirdeğinde yer alabilmeleriydi. Dolayısıyla modernite ya da merkezileşmenin iktisadi düzeydeki imkân alanlarına dahil olunurken; söz konusu döngünün kültür sathında ise lokal düzeydeki enstrümanlar üzerinden gelişen bir “direnç” söz konusuydu.

Bu gerçekliğin tarihsel ve toplumsal izdüşümleriyle ilgili olarak bilhassa önceki asırda ivme kazanan yapısal dinamikler öne çıkmaktadır. Siyasal düzeyde monarşik rejimlerden halk egemenliğine, feodal üretim tarzından endüstriyel üretime ve geleneksel anlam dünyasından modern rasyonalist bilince geçiş sürecinin ortaya koyduğu dönüşüm hattı oldukça radikaldi. Dönüşüm dalgasının öncelikli kapsama alanı normatif yapısı, bilinci ve demografisiyle taşra dünyasıydı. Bu çerçevede taşra dünyasından gelişen reaksiyonlar da tekil bir hattın ötesinde çeşitlilik kazanmaktaydı. Bazen Weberci sosyal kapanmayla modernleşme-merkezileşme sürecinde imtiyaz alanlarını koruma mücadelesindeki aristokratik zümrelerin, statü gruplarının tipik stratejilerini içermekteydi. Bazen de kültür eksenli bir konteksle, merkezileşme sürecinde yerel düzeydeki otonomileri korumaya dönük eğilim ve pratikleri temsil etmekteydi. Dolayısıyla modernleşme-merkezileşme sürecinde taşradaki dirençler; imtiyaz alanlarını koruma mücadelesindeki aristokratik zümrelerle birlikte, taşraya özgü lokal habitusu ve statükoyu sürdürme arzusundaki mikro-feodal tabakaları da içerebilmektedir.

Söz konusu çeşitlilik, Cumhuriyet Türkiye’sinin modernist-seküler merkezinin karşısında taşradaki gelişen direnç ve reaksiyonların analizinde hayli anlamlı gözükmektedir. Öncelikli olarak demografik dağılımla ilgili çubuğun neredeyse büsbütün kırsal dünyaya doğru büküldüğü bir yapısal zemin karşımıza çıkmaktaydı. Bu açıdan merkezileşme politikalarından kısa ve orta vadede sonuç alınması oldukça netameliydi. Ancak erken Cumhuriyet elitleri kapsamlı ve radikal bir dönüşüm dünyasından taşraya seslenme arayışındaydı. Bu çerçevede mektep, yol, köprü, baraj gibi bir dizi değişime kapı aralayan dinamiklere; kapatılan medreseler, tekkeler, sürgünler hatta idamlar eşlik ediyordu.

Nitekim geniş çeşitliliğe sahip taşrada süreci sistem karşıtı eğilimlerle okuyanların daha Kurtuluş Savaşı zamanlarında temayüz ettiği görülmekteydi. Özellikle de Milli Mücadelenin yürütücü kadrolarının kimlikleri etrafında tetiklenen bir dizi ayaklanmalarla… Cumhuriyet sonrasında ise taşra tepkiselliği mekan, kültür, inanç, etnisite  gibi bir dizi farklı dinamiklerle çeşitlilik kazanarak gelişmekteydi. Örneğin Doğu ve Güneydoğu çevrelerinde tekkeler, medreseler ve Halifelik gibi ancien regime’e özgü dinsel kurumlara bağlılıklarla birlikte, Kürtlük merkezli etno-kültürel gündemler sistem karşıtlığının başlıca referanslarıydı. Anadolu’nun sair yerlerinde ise, çerçevesini dinsel kurum ve bağlılıkların çizdiği yerel habitus ve otonomiyi sürdürme arayışları ön plandaydı.

Diğer taraftan merkezi iktidar eliyle İslam’ın kentli kamusal alandan taşranın kapalı kırsal alanlarına doğru göçü temayüz ediyordu. Aynı zamanda ezanın Türkçe okunması girişimi gibi, taşradaki potansiyel tepkiselliğin kontrol edilemez boyutlarla günümüze kadar uzanması söz konusuydu. Taşra bu anlamda modernleşmeci ve merkezileşmeci politikalara karşı farklı referanslardan hareket eden çevrelerin muhalif pedagojisinin, örgütsel ağlarının filizlendiği sembolik uzama dönüşmüştü. Özellikle Milli Görüş Hareketi (MGH), taşrada çeşitlilik kazanan muhalif potansiyeli, siyaset eliyle peyderpey kamusal alanın çok farklı hatlarına istikrarlı bir şekilde taşımaktaydı.

Öyle ki, sosyal bilim literatürü de bu dinamizme, daha doğrusu yanılsamaya, ayak uydurmakta gecikmemişti. Örneğin İdris Küçükömer, CHP’nin domine ettiği solun ana aksını “statükoculuk” olarak betimlerken; müesses nizama karşıt olarak “sivil” bir hüviyetle resmettiği Türk sağını ise “devrimci, dinamik” bir politik habitus olarak tescil ediyordu. Şerif Mardin de, bürokratik ve statükocu “merkez”e karşı, taşraya hâkim kültürün yön verdiği dinamik ve değişimci “çevre” ikiliğiyle yaşanan süreci analiz etmekteydi. 1980 sonrasına geldiğimizde, sivil toplum teşekkülleri etrafında gelişen dalgayla “taşra dinamizmi” olarak adlandırılan söylem, akademik ve entelektüel çevrelerde kapsamını daha da genişletiyordu. Nitekim taşra hattındaki mobilizasyonla ilgili olarak, Weberci kalvinist iktisadi örgütlenmelerden mülhem “Anadolu kaplanları” terminolojisi de hayli revaçtaydı. Bu çerçevede önceki dönemler defansif stratejilerin yön verdiği taşra, KOBİ’ler etrafında dayanışmacı kalkınma ve iktisadi dinamizm hikayeleriyle rutin olarak anılmaktaydı.

“Taşra dinamizmi”nin sisteme yönelik esaslı meydan okuması ise, kamusal alandaki kaynak ve fırsatlara erişimlerin ötesinde bir kapsama ve iddiaya dayanmaktaydı. Özellikle Milli Görüş elitlerinin mütemadiyen vurguladığı gibi, öncelikle teritoryal sınırlardan başlayıp, akabinde küresel İslam’ın tüm katmanlarında varlık kazanması öngörülen kültürel bir tahayyüldü söz konusu olan. Öngörülen gelecekte teritoryal sınırlardaki sistemle ve zamanla Batılı küresel hegemonyayla hesaplaşma beklentisiyle yüklü bir kültürel gündem, rutin olarak öne çıkmaktaydı. Bu tür duygu siyaseti Necip Fazıl’dan İsmet Özel’e, MSP ve RP çatısı altında Erbakan’dan Erdoğan’a, adeta taşranın değişmez gündemi olarak mütemadiyen İslamcı aktörlerce vurgulanmaktaydı.

Ancak 21. yüzyıl bir yandan taşranın yön verdiği muhafazakâr iktidarın istikrarlı varlığına sahne olurken; sosyolojik akış dip dalga halinde tersinden bir cereyana işaret etmekteydi. Bu çerçevede ilk dönemlerinden itibaren küresel kapitalizmle bütünleşme programıyla kriz sarmalından çıkma arzusundaki iktidar elitleri, zamanla bu entegrasyonun kültürel sonuçlarıyla da yüzleşme durumuyla karşı karşıyaydı. Serbest piyasa ekonomisiyle bütünleşme veya parti patronajıyla sınıfsal sıçramalar, burjuvalaşma; eğitim kanalları ve dijital medya ağlarının artan ivmesiyle uluslararası dünyaya açılma, kentleşme gibi dinamikler son tahlilde sekülerleşme olarak adlandırılan kapsamlı bir sosyolojik dönüşümün belirleyicisi halindeydi. Yeni sosyolojik akış, bürokratik elitlerin belirleyici olduğu önceki dönemlerin “tepeden sekülerleşme”sinin aksine, gündelik ve kamusal yaşamın ayrıntılı, incelikli dünyasında yatay ilişkilerle dip-dalga halinde yaygınlık kazanmaktaydı.

Sürecin tetiklediği kültürel maliyet ise, taşranın görece durağan dünyasına yöneldiğimizde çok daha ağırdı. Dahası nüfus dengeleri de artık kozmopolitan metropollere doğru kayma halindedir. Bu çerçevede taşradaki “dirençler”, önceki dönemlerin kapsamlı kültürel reaksiyonlarından öte, neredeyse bütünüyle yereldeki ilişki ve hiyerarşileri korumaya dönük mikro stratejilerle iç içe bir görüntü çizmekte. Bir başka deyimle, herhangi bir kültürel misyon ya da iddiadan soyutlanarak, yerel habitusa özgü defacto bir hiyerarşiyi ya da ilişkileri korumayla sınırlı bir hüviyete bürünmektedir. Bu fiili duruma ilişkin statükocu eğilimler, modernist eşitlikçiliğin dışındaki feodal hiyerarşilere bağlılıktan, genel toplumsal dünyada sapkınca damgalanan gayrımeşru ilişkilere uzanabilmektedir. Dolayısıyla Narin Güran cinayeti sonrası şüphelilerin ortaya koyduğu bilişsel harita, geniş kamuoyunu taşraya özgü yapısal dinamikleri ve ezberleri güçlü bir şekilde yeniden gözden geçirmeye davet etmektedir. Yolcu Tv Haber’in bu çerçevedeki yazı dizisi, umarım söz konusu kamusal ilgi ve farkındalığın artmasında etkili bir başlangıç olur.

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 218 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI