29-12-2024 23:04:45

Doç. Dr. Neslihan Ünal Yazdı: Hayatlı Ev’den Kârlı Evlere: Türk Evi ve Modernite

Güvende olma arzusu, insanoğlunun hayattaki en temel ihtiyaçlarından biridir. Bu temel ihtiyaç onun yaşamdaki tehlikeleri...
Doç. Dr. Neslihan Ünal Yazdı: Hayatlı Ev’den Kârlı Evlere: Türk Evi ve Modernite

 

Doç. Dr. Neslihan Ünal  /  Dokuz Eylül Üniversitesi

Güvende olma arzusu, insanoğlunun hayattaki en temel ihtiyaçlarından biridir. Bu temel ihtiyaç onun yaşamdaki tehlikeleri önceden görüp bertaraf etmesini sağlar. İnsanın başını sokabilecek bir çatı ya da iki göz oda olarak tabir edilen barınma ihtiyacının temelinde yatan gerçek, bu güvenlik isteğidir. Doğadaki tehlikelere ve zorlu iklim koşullarına karşı zamana ve mekâna göre farklı çözümler üretmek suretiyle hayatta kalmayı başaran insanoğlu, toprağı ekip biçmeye başladıktan sonra evler kurup yerleşik hayata geçmiştir.

Türkler, Orta Asya’da konar-göçer şekilde yaşarken Anadolu’ya göçüp gelmişler ve sonrasında burada yerleşik hayata geçmişlerdir. Göçebe geçmişine Anadolu kültürü ile uyumlu yaşam tecrübelerini de ekleyen Türkler, her ikisini başarılı bir şekilde sentezlemek suretiyle kendilerine has bir kültür meydana getirebilmişlerdir. Türklerin göçebe yaşamdan ilhamla geniş bir aile olarak birlikte yaşama ihtiyaçlarının ve tercihlerinin bir ürünü olan Türk Evi, bu kültüre ait güzel bir örnektir. Cengiz Bektaş’a göre; Türk Evi, Osmanlı kültürü ile beraber oluşmuş, eski Anadolu uygarlıklarına kadar inen ortak yaşama kültürünün yarattığı evdir (Bektaş, 2019, s. 29).

16. yüzyılda İstanbul’u ziyaret etmiş olan Seyyah Salomon Schweigger, Osmanlı evi hakkında bize şu bilgileri vermektedir.

“…evler çok pahalıdır. Bizim ülkemizde 200 veya 300 düka değerindeki bir ev, Konstantinopolis'te 1000 düka ya da daha fazlaya mal olur. Evlerin içinde hiç çam tahtası görmedim; her şey için kayın ağacı kullanılır. Damlar önce tahta ile örülür, onun üzerine de oluk biçiminde kiremitler döşenir. Binanın damdan da ışık alması sağlanır. Bu amaçla damda bir kafanın sığacağı boyda delikler açılır ve buradan yağmurun içeri girmesini önlemek için üzerleri tıpkı bir takkeye benzeyen, camdan yapılma, içi oyuk kapaklarla kapatılır…Evlerin pencerelerinin ve panjurlarının önüne, ters çevrilmiş bir damı andıran biçimde tahtalar çakarlar. Bunlar alt kısımlarında keskin bir açıyla evin duvarına bitiştirilmiştir, yukarı doğru genişleyip açılırlar ve gün ışığının içeri girmesine olanak sağlarlar. Böylece komşular birbirlerinin evinin içini göremezler ve ne yaptıklarını izleyemezler…Paşaların ve itibarlı beyefendilerin evleri büyük ve geniş olsalar bile oldukça gösterişsizdir; bahçenin etrafı, damı aşan yükseklikte duvarlarla çevrilidir. Odaların hepsi alt kattadır. Büyük beylerin evinde hep geniş bir salon bulunur, burada ziyaretçiler kabul edilir…” (Schweigger, 2004, s.120-121).

Coğrafya ve iklim şartlarına uygun evler inşa etmeyi öncelikli amaç edinen Türkler sadece bu iki hususla yetinmemiş doğaya ve insana saygılı, mahalle kültürüne, komşu haklarına ve mahremiyete önem veren yaşam mekânları yaratmaya özen göstermişlerdir. Geleneksel Türk Evi, iki katlı olup yaşam alanı olan ikinci kat; odalar, sofa ve eyvandan oluşmaktadır. Zemin kat ise mutfak, depo, tuvalet ya da hayvan barınağı olarak kullanılmaktadır. Üzerine yaptığı çalışmalar ile Türk Evi’nin kavramsal çerçevesini ortaya koyan Sedat Hakkı Eldem Türk Evi’ni; sofasız, dış sofalı, iç sofalı ve orta sofalı olmak üzere dört grupta ele almıştır (Eldem,1954, s.24).

Doğan Kuban’ın Türk Hayatlı Evi olarak tabir ettiği evler, açık sofalıdır. İç sofalı evlere örnek ise İstanbul Boğaziçi evleridir. Bu evlerde “sofa bir ucuyla denize açılırken öteki ucuyla yeşile, bahçeye açılır. Bir yanından balık tutulabilir, öteki yanında bülbül dinlenir, yediveren gül seyredilir. Bir yanında güneşin batışı, öteki yanından ayın doğuşu algılanır” sözleriyle Bektaş; bu evlerin, doğa ve hayatla olan ahengini ortaya koyar (Bektaş, 2013, s. 130).

Türk Evi’nin her bir odası, içinde yaşayan her bir ailenin ihtiyaçlarını karşılayabilecek niteliğe sahiptir. Evin her bir odasında oturulabilir, yatılabilir, yıkanabilir, yemek yenilebilir dahası yemek pişirilebilir. Dolayısıyla Türk Evi’nin her bir odası, içinde yaşayan her bir aileye özerk bir alanda yaşam konforu sunabilecek şekildedir. Evin en önemli kısmı olan sofa genellikle duvarsız olup direk ve parmaklıklarla bahçeye, doğaya açılır (Günay, 1981, s. 29). Anadolu’da; sayvan, çardak, hayat ya da divanhane adı ile anılan sofa, evin ortak alanıdır (Karpuz, 1999, s. 452). 1940’lara kadar Türk evlerinde mevcut olan sofa, apartmanların yaygınlaşmasıyla yerini hol ve koridora bırakarak tarihe karışmıştır (Kunduracı ve Bahargülü, 2016, s.492).

Sanayi Devrimi ile birçok alanda yaşanan hızlı değişim ve dönüşüm yaşam tarzı gibi yaşam alanlarını da etkiledi. Modernizmin ruhunda barındırdığı gelenekseli ret ve geçmişten kopuş anlayışı, Türk Evi’nin de yenisi ile ikâme edilmesine sebep oldu. Ev ve yuva kelimelerinin yerini alan konut, apartman dairesi, site gibi kavramlar bu zihniyet değişiminin adeta özeti gibidir.

Modern konut tipi, yerden tasarruf ve üretim kolaylığı nedeniyle artan konut ihtiyacını da karşılamanın en uygun seçeneği olarak benimsendi. Hızla modern konutlar inşa eden Batı karşısında Türkiye’de geleneksel konut tipi 1940’lara kadar varlığını korumayı başardı. Fakat ekonomik, teknolojik ve sosyolojik alanda yaşanan birçok dönüşüm beraberinde değişen ihtiyaçları gündeme getirerek geleneksel Türk Evi’nin de işlevsel dönüşümüne neden oldu. Kadının toplumda değişen yeri ve gittikçe küçülen aile yapısı ile evler küçülmekle kalmadı iç ve dış mekânlarda da işlevsel farklılıklar meydana geldi. Türk Evi’ndeki odaların yerini oturma odası, yemek odası, yatak odası ve salon aldı. Önemli bir dış mekân öğesi olan avlular ise işlevsiz hale gelerek yok oldu. İçinde yaşamın aktığı, bir kimliği ve tarzı olan Türk Evi, dört duvara dönüştü. Bahçe ve doğadan uzaklaşmayı özellikle kübik ev sevdasını bir hastalık olarak nitelendiren Eldem bu hastalığın yaşama kültürümüzü de kemirdiğini ifade etmektedir (Eldem, s.12). Türkiye’de 1930’larda Bauhaus, 1940’larda Ulusal Mimarlık Dönemi, 1950’lerde Le Corbusier ve Niemeyer etkilerinin hissedildiğini belirten Bektaş, 1960’lardan sonra Türkiye’nin konut açığını kapatmak için yap-satçı müteahhitlerin eline bırakıldığının altını çizer.

Türk Evi’nin modernite karşısında maddi ve manevi anlamdaki değişimi hatta yok oluşu gözle görünür bir hal iken asıl önemli husus eskinin yerini alan yeninin ruhumuzdan alıp götürdükleridir. Küçüğe sevgili büyüğe saygılı, birlikte gülüp ağlayan toplumsal değerlere saygılı Türk insanı; ruhsuz, kayıtsız ama bir o kadar kaygılı bireylere dönüşmüştür. Evlerin yerini alan çok katlı apartmanlar, mahalle kültürünün yerini alan siteler karşısında gittikçe yalnızlığa itilen insanoğlu; acıyı, sevinci, açlığı ve tokluğu tek başına yaşamaya mahkûm bir duruma gelmiştir.

Bir yuvadan ziyade bir yatırım aracı haline gelen ev, arz talep ilişkisi çerçevesinde kârlı evler yapıp satmakla yanıp tutuşan bir sektörün denetimsiz ve kontrolsüz gelişimine de hizmet etti. İnşaat sektörü, yüksek yapılar inşa edip daha çok konut üreterek konut tüketimini de arttırmaya odaklandı. Aynı zamanda kârlı ev; zenginleşmek ve finansal özgürlük gibi ifadelerle piyasada son dönem rağbet gören yatırım tavsiyelerinin de öznesi oldu. Ev alma ve ev satma fetişizmi üzerine kurulu bu düzenin popüler söylemiyle:

A: Nasıl bir ev? YATIRIMLIK !!!

B: Nerede nasıl ne şekilde olduğu önemli değil! Mutlaka bir ev alın, koyun kenara

YATIRIMLIK…

Sonuçta sıradan, yüzeysel evlerin oluşturduğu tarih, insan ve mekân ilişkisinden soyutlanmış kentler inşa ettik. Kimimiz mimari estetikten yoksun ve birbirinin tekrarı bu kentlerin çıkmaz hayatlarına doğdu, büyüdü ve bir ev bir ev daha derken zengin bir hayat yaşadı. Kimimiz ise YATIRIMLIK bir evde ancak kiracısı olabildiği bir hayatın enkazı altında kalıp öldü.

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 250 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI