19-08-2024 02:09:13 Son Güncelleme: 19-08-2024 02:19:13

Doç. Dr. Sıdıka Yılmaz Yazdı: Zihnin Bir Oyunu Olarak Rüya Anlatısı

Kendimiz ya da diğerleriyle ilişki kurarken inanılır olmanın ölçütü söylemin/anlatının gerçeklikle/hakikatle olan bağlarıdır. İnanılır olmak geçeklikle kurulan ilişkiye bağlıdır. Bu anlamda yalan ve fantezi inanılırlık ölçütlerinin dışında...
Doç. Dr. Sıdıka Yılmaz Yazdı:  Zihnin Bir Oyunu Olarak Rüya Anlatısı

 

* Doç. Dr. Sıdıka Yılmaz

Kendimiz ya da diğerleriyle ilişki kurarken inanılır olmanın ölçütü söylemin/anlatının gerçeklikle/hakikatle olan bağlarıdır. İnanılır olmak geçeklikle kurulan ilişkiye bağlıdır. Bu anlamda yalan ve fantezi inanılırlık ölçütlerinin dışında, kabul edilebilirlik sınırlarının dışında yer alırlar. Fantastik olan sanatsal bir üretimin dili olabilir ancak. Yalan ise daha çok etik sorgulamanın alanına girer. Winnicott rüya’nın başka bir dil alanı oluşturduğunun farkında olarak bazı terapilerinde bu dili çözümlemeye odaklanır. Hastalarının terapi sırasındaki anlatılarının fantezi mi yoksa rüya mı olduklarını ayrıştırmaya çalışır. Tedaviyi bu iki dilin ayrıştırılması ile gerçekleştirir.

Rüya kişisel/öznel bir kurgunun içinde hikâyelendirilir. Bu hikâyelendirme rüya dilinin gerçeklik alanına çekilmesidir. Yani rüyayı anlamlı kılmanın yöntemi onun fantastik dilini gerçeklik algısına çevirme çabasıdır. Zizek bu karşıtlığa Lacan’dan yola çıkarak hem İdeolojinin Yüce Nesnesi hem de Yamuk Bakmak kitaplarında değinir. Zizek, Lacan’ın gerçek uyanışa ancak rüyada yaklaşırız tezinin hayat bir rüyadan ibarettir, gerçeklik dediğimiz şey bir yanılsamadan ibarettir şeklinde anlaşılmaması gerektiğini söyler. Birçok bilimkurgu hikâyesinin bu tema üzerinde şekillendiğine değinen Zizek, genelleşmiş bir dünya ya da yanılsama olarak gerçeklik halinin imkânsızlığına vurgu yapar. Lacan’ın gerçekliği tamamen yadsımadığını sadece safdil gerçeklik ayrımı yapar. Zizek’e göre Lacan, gerçek’in sert çekirdeğine yaklaşılan tek noktanın aslında rüya olduğunu söylemektedir. Bir rüyadan sonra gerçekliğe uyandığımızda, çoğunlukla kendi kendimize sadece rüyaymış deyip geçerken aslında, gündelik, uyanık gerçekliğimiz içinde de rüyanın bilincinden başka bir şey olmadığımız olgusuna karşı körleştiğimizi söyler. Halbuki ona göre gerçekliğin içindeki faaliyetlerimizi, eyleme tarzımızı belirleyen fantezi-çerçeveye ancak rüyada yaklaşırız. Buradan hareketle Zizek gerçek ile rüya arasındaki ilişkiyi tartışırken ideolojinin rüyaya benzer yapısına değinir. Ona göre şeylerin gerçek durumunu görmemizi engelleyen bir durumdur ideoloji. Bu anlamda ideoloji de bir rüya durumudur ve içinden çıkma çabası boşuna gözükmektedir.

İslamiyet’te de rüya çok önemli bir yer tutar. Yûsuf Sûresi’nde rüyaların gerçeklikle olan ilişkisini görür, anlamaya çalışırız. Yakub Peygamber’in on iki oğlundan on birincisi olan Yûsuf Peygamber, gördüğü bir rüyayı babasına şöyle aktarır:

“Babacığım! Gerçekten ben (rüyamda) on bir yıldızla güneşi ve ay’ı gördüm, yani onları bana secde ederlerken gördüm.”

“(Babası:) ‘Yavrucuğum! Rüyanı sakın kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır.”

“Böylece Rabbin seni seçecek ve sana rüyaların yorumunu öğretecek; daha önce ataların  İbrâhim ve İshak’a yaptığı gibi, sana ve Ya’kub soyuna da nimetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabbin her şeyi bilir,  hakimdir”dedi. (Kur’an, 12/Yûsuf Suresi, 4-6).

Hadislerde rüya ile ilgili önemli bilgilere ulaşıyoruz. Bu dünyanın da bir rüya olabileceği ve rüyaların gerçeklikle ilişkisini hatırlıyor/seziyoruz. Peygamber’e göre: “Rüya üç kısımdır: Biri salih rüya olup Allah’tan müjdedir. Diğeri, şeytanın verdiği hüzündür. Üçüncüsü, kişinin kendi kendine konuştuğu şeylerdendir. Biriniz hoşlanmadığı bir şey görürse hemen kalkıp namaz kılmalı. O’nu kimseye söylememelidir. Hadis kitaplarının hemen hepsinde ve bu alandaki pek çok akademik çalışmada Peygamber'in gördüğü rüyalar ve rüya hakkında görüşlerine ulaşıyoruz. Peygamberimizin rüya hakkında anlattıkları bize en temelde rüyalarımızı hiç de hafife almamamız gerektiğini hatırlatmaktadır. Rüyaları anlatmalı mıyız, anlatacak isek kime anlatmalıyız? Rüyalar bize ne tür haberler iletir, rüyalarımız karşısında nasıl davranmalıyız? gibi soruların her biri için hadislerde bir cevap bulabiliyoruz. Öte yandan tabir edilemeyen ve edilmemesi gereken rüyalar vardır. Sadık rüya (doru ve salih olan rüya) ile yalan rüya tanımları ve izahları yine İslâmiyet’in dikkat alanında yer almaktadır

Rüya, bir kimsenin uyku sırasında zihninden geçen hayal dizisiyse eğer, rüyanın gerçeklikle –bu dünya ile- ilişkisi düşündürücüdür. İbn-i Haldûn’a göre de rüya görmek insan nefsinin doğal bir özelliğidir ve bu özellik istisnasız bütün insanlar için geçerlidir. İnsanların rüyalarında gördükleri şeylerin uyanıkken aynen gerçekleştiği olmuştur. Bundan zorunlu olarak çıkan sonuç ise nefsin uykudayken gaybı idrak etmekte olduğudur Dolayısıyla rüya-insan ilişkisi önemli bir ilişkidir, insanın kendisini, hayatı ve bir başkasını anlaması yolunda önemli bilgiler taşımaktadır.

Wittgenstein (1997) ise, rüyanın bir düşünce mi, yoksa bir şey hakkında düşünmek mi olduğunu sorar. Ona göre rüya bir dil olarak bakıldığında bir şeyi söyleme ya da simgeleme tarzıdır. Dil olarak kabul edilebilmesi için illâ bir alfabenin olması da gerekmez Rüyanın sembolik dilini günlük konuşma diline veya günlük düşüncelere aktarmanın bir yolunun bulunabileceğini düşünür. Rüyaları hem günlük dile hem de günlük düşünceye aktarmanın bir yolu mutlaka vardır. Aynı teknikle günlük düşünceleri, rüya diline çevirmenin de bir yolu olabilir mi? sorusunu sorar. Freud'dan yola çıkarak bunun mümkün olmadığını belirtir. Ancak, rüya görmenin, bir çeşit düşünme, bir dil olup olmadığının sorgulanması gerektiğini söyler. Wittgenstein’da rüya aslında şifreleri çözülmesi gereken bir dildir Çünkü rüya özünde müphemdir. Bu anlamda da post-yapısalcı dil analizi çerçevesinden baktığımızda göstergelerle oynanan bir alanda yer alır. Bu yanıyla rüyaya sahip çıkan sanat olmuştur. Edebiyat başta olmak üzere resim, sinema rüya dilini bir başka anlatı dili olarak kullanmıştır.

Dante’nin İlahi Komedya’sından başlayarak edebiyat ve diğer sanatlarda rüya dilinin etkin bir şekilde kullanıldığını görüyoruz, Kafka’nın Dava’sında rüya dili bir anlatı olarak yer almıştır. Davayı okurken bir kâbusun içindeyizdir; uyanmak ve kurtulmak isteriz; Tanpınar Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde bir rüya atmosferini çözümlememizi ister; Le Guin’in başta Kadınlar Rüyalar ve Ejderhalar olmak üzere metinlerinin tümünü rüyaların dışında görmemiz mümkün değildir. Le Guin, bizi rüyanın gücünü ve gerçekliğini kabullenmeye çağırır. Anar, zamansız ve mekânsız hikâyelerin içine çeker okuru, bir rüya dilinin büyülü atmosferidir içine girdiğimiz; Toptaş’ın Uykuların Doğusu kitabı ise rüya dilinin varlığını tüm şiddetiyle hatırlatır; Gölgesizler kitabıysa tamamen bir rüya atmosferinin içine çeker okuru; Ionesco ise rüyayı sanatın temeli sayar, ona göre rüya bir drama olarak kabul edilmelidir; Sontag, Rüyaların Esiri romanına şu cümleyle başlar, “Rüya görüyorum öyleyse varım”; Tarkovski’nin sineması anlatı olarak rüya dilini kullanmaktadır; Stolker ve Solaris’i izleyebilmek bu anlamda hiç de kolay değildir. Picasso ve Dali’nin resimleri rüyaların görselliğini yeniden üretirken aynı zamanda da ne kadar kişisel imgelere sahip olduklarını bir kez daha hatırlatmaktadır. Fellini’nin kahramanları ve hikâye anlatısı da bizi düşler dünyasının karnavalımsı atmosferine taşımaktadır:  

“Düşsel gerçeklik, hayatımızın tümüne yayılmış hem müphem, hem de sarih bir düzlem. Kendi gerçeğimizi anlatırken düşlerimizi anlatmış, düşlerimizi yansıtırken gerçekliğimizin önemli bir boyutunu gözler önüne sermiş oluruz. (…) Gelişigüzellik ve akla aykırılık ya da akıl dışılık rüyaların ortak özelliği olsa gerek. Uzay ve zaman kategorileri düşlerde geçerli değildir. Mantık kurallarına uymaz düşlerimiz. Tıpkı, Alexander Dovzhenko’nun filmlerindeki gibi atlar konuşabilir, duvarlardaki kahraman resimleri, çerçeveleri içinden göz kırpabilir, hayvanlar, havada devrim kokusu alırlar. Rüyalarımızın diliyle, mitos ve masalların dili arasındaki benzerlik, sembolik olmalarıyla açıklanabilir. (…) Sembol dili, insanlığın geliştirdiği evrensel dildir ve tarihin akışı içinde oluşan tüm kültürler için aynıdır. Kendine özgü bir grameri vardır. Rüyaların dilini anlamak, tıpkı mitos ve masalların dilini kavramak gibi güçtür”

Toptaş Uykuların Doğusu kitabında canlı olduğumuz için gözden kaçırdığımız bir şeylerin her zaman var olduğundan söz eder. Ona göre canlı olmak her daim yanılmaktır. Varlık ise Toptaş’ın kitabını değerlendirirken “yanıldıkça, yalanlara kandıkça yaşayabildiğimizi” ilave eder. Rüyalar ne kadar yalan söyler, biz ne kadar? Rüyaları anlatırken neleri gizler, neleri vurgularız? Yalan ve hakikat arasındaki ilişkinin sonlandığı rüya alanında özgürlüğün tadını sonuna kadar çıkartırız: Yalan ne kadar mubah ise, gerçek de o kadar komiktir. Müthiş bir özgürlük alanında imgelerin oyun alanı içindeyizdir. İstediğimiz imgeyi istediğimiz şekilde yorumlayarak kendimizce anlamlar yaratırız. Rüya bu anlamda oyun sahasına davettir.

Zihnin Bir Oyunu Olarak Rüya Anlatısı

“Ne içindeyim zamanın

Ne de büsbütün dışında;
Yekpare geniş bir anın
Parçalanmış akışında,

 

Bir garip rüya rengiyle
Uyumuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.”

A.H. Tanpınar

 

Tanpınar uyku ve rüyaya ile yakından ilgili bir yazardır. Her iki kavramın da farklı, başka başka zaman algılayışlarına olanak verdiği kanısındadır. Bu onun ifadesiyle Kozmik zaman’dır.

"Ne içindeyim zamanın" şiiri, şiir halini, kozmosla insanın birleşmesini nakleder ki, bir çeşit murakabe -içine dalma- ve rüya halidir. Görüyorsunuz ki, hakikî romanın tesadüfleri ve tuhaflıkları ile alâkası yoktur. Zaten rüyanın kendisinden ziyade, benim şiir anlayışımda, bazı rüyalara içimizde refakat eden duygu mühimdir. Asıl olan duygu bu duygudur. Musikî burada işe girer. Çünkü bu duygu musikîşinas olmamak şartıyla musikî sevenlerde bu sanatın uyandırdığı hisse benzer. Bunu, yaşadığımızdan başka bir zamana gitmek diye tarif edebilirim. Başka türlü ritmi olan ve mekânla, eşya ile içten kaynaşan bir zaman.”.

Zihnin bir oyunu olarak rüyalar bu anlamda edebi metinlerin oluşmasında, bir ilham kaynağı olarak başka bir dil macerasının yaratım öznesi olmaktadır.

Alverez, kafamızın içinde olup bitenlerin bizler için ücra galaksilerin ücra köşelerinde olup bitenler kadar yabancı ve afallatıcı olduğunu söyleyerek Hobson ve arkadaşlarının rüyanın nöro-fizyolojisi üzerinde geliştirdikleri modeli aktarır: Bu model REM uykusunu açıklamaya yöneliktir ve rüyaların ve zihnin çalışma özelliklerine yoğunlaşır. Beyin rüya görürken de düşünüyor ama düşüncelerini ilkel bir biçimde dile getiriyor. Nasıl ki fonetik alfabeden önce çiviyazıları kullanılıyorduysa, rüyalarda da soyut dilden daha eski bir dil kullanılmaktadır. Ancak bu dilin grameri kişiseldir. Freud’a göre rüya içeriği, resimli bir yazıdır; bu yazıyı sembolik ilişkileriyle değil de, resim değerleriyle okumaya kalkıştığımızda hata yaparız: Rüya resimli bir bulmacadır çünkü.

Habson ve arkadaşlarının rüya nörofizyolojisi üzerine yaptıkları çalışmalar bu görsel dili anlamaya yöneliktir. Oluşturdukları model rem uykusunu açıklama çabasıdır. Habson’a göre beyin hücrelerinin kendi kendine ürettikleri ve dış dünyadan girdi alsalar da almasalar da birbirleri arasındaki iç iletişim/konuşma olarak adlandırılan daimi bir iletişim vardır. Bu bilinç dediğimiz şeyi oluşturur. Sinir hücreleri arasındaki bu iletişim kendiliğindendir ve hiç durmadan çalışır. Bu faaliyet dış dünyadan gelen sinyallere bağlı olarak değişir ve bunu yaparken de sinyalleri kendi diline çevirir. Bu faaliyet dışarıdan bir müdahale/girdi ile gerçekleşmez. Ancak uyku sırasında dış sinyallerin iç sinyallere oranı değişir; Rüya görüldüğü sırada ise bu sistem aynen insan uyanıkken olduğu gibi hummalı bir faaliyet içinde olur. Bir başka değişle, rüya esnasında sistem tam anlamıyla kendi kendisiyle konuşmaktadır. Hobson’un bu açıklaması Vygotsky’nin içinden konuşma zihnin dışa vurmadığı vuramadığı iç dünyamızın diline gönderme yapmaktadır. Rüya içeriklerini kavrayabilmemiz için içinden konuşma önemli bir açılım sağlıyor: Kavram aynı zamanda düşünce dil ve konuşma arasındaki doğrudan ilişkiyi kopartan bir kavrayışı temsil ediyor Dil ve düşünce arasındaki ilişki karmaşık bir ilişkidir. İçinden konuşmayı anlamadan bu ilişki çözülemez. Ona göre içinden konuşma düşünceden bağımsız bir şeydir. İçinden konuşma işitilebilirliğin azalması gibi mekanik bir şey değil sözlü/sesli konuşmadan bağımsız, kendine özgü bir haldir.

“İçinden konuşmanın, düşünce ve dil süreçlerinin onlarda zorunlu olarak birbirine bağlı olup olmadığı, bu ikisinin eşitlenip eşitlenemeyeceği sorusuna yanıtımız, hayır olmak zorundadır. Şematik olarak düşünce ve konuşmayı kesişen iki daire gibi düşünebiliriz. Bunların arka kesitinde düşünce ve konuşma bir araya gelerek sözlü düşünce denen şeyi üretirler. Ancak sözlü düşünce, hiçbir şekilde, ne düşüncenin ne de konuşmanın biçimlerinin tümünü kapsar. Düşüncenin konuşmayla doğrudan ilişkisi olmayan çok geniş bir alanı vardır. (...) En son yapılan deneylerde de, içinden konuşma ile bu konuşmayı yapanın dil ya da gırtlak hareketleri arasında doğrudan bir bağıntı olmadığını ortaya koymaktadır”.

İçinden konuşma böylelikle özerk bir işleve sahip. O nedenle içinden konuşmadan dışından konuşmaya geçiş, bir dilden diğerine yapılan basit bir çeviriden ibaret değildir; bu sırf sessiz konuşmanın seslendirilmesiyle gerçekleştirilemez. İçinden konuşma’nın başkalarının anlayabileceği sözsel alana dökülmesi karmaşık bir süreçtir ve her zaman da mümkün olmaz. O nedenle içinden konuşma, dışından konuşma’nın içsel yönü olmayıp, kendi başına bir işleve sahiptir.

“Dışından konuşmada düşünce sözcüklerde somutlaşırken, içinden konuşmada sözcükler düşünceyi doğururken ölürler. İçinden konuşma, büyük ölçüde anlamlarla düşünmedir. Dinamik değişken ve kararsızdır, sözlü düşüncenin kararlı biçimleri kesin bir şekilde belirlenmiş bileşenleri olan sözcük ve düşünce arasında gidip gelir. İçinden konuşma’nın gerçek doğası ve konumu, ancak sözlü düşüncenin içinden konuşmanın daha da içsel olan bir sonraki düzlemi incelendikten sonra anlaşılabilir.

Bu düzlem düşüncenin kendisidir. Düşünceyi sözcük sağanağı yağdıran bir buluta benzeten yazar, düşüncenin sözcüklerle otomatik bir karşılığı bulunmadığını ve tam da bu nedenle düşünceden sözcüğe geçişin, anlam aracılığıyla gerçekleştiğini aktarır:

“Konuşmamızda her zaman gizlenmiş bir düşünce, bir metin gerisi bulunur. Düşünceden sözcüğe doğrudan bir geçiş olanaksız olduğu için, düşüncenin ifade edilemediği konusundaki hayıflanmalar hep olagelmiştir”

Vygotsky’ye göre düşünce ve sözcük arasında en baştan itibaren onları birbirine bağlayan bir bağ bu anlamda yoktur. Bağlantı, düşünce ve konuşmanın evrim sürecinde ortaya çıkar, değişime uğrar ve gelişir. Huisman da düşünce ve dil arasındaki ilişkinin olmadığına işaret eden yazarlardandır. Ona göre düşünce ile dilin aynılığı, öznenin kendi kendisiyle iletişimi olan endophasie ya da iç dil başlangıçtan beri hep mevcuttu. Rüya bu anlamda insanın iç dili, insanın kendi kendisiyle konuşmasıdır.

Eisendle’a göre de rüyalar hissetmenin ve düşünmenin içeriye doğru kaydırılmış anarşizmidir. Bu içe dönüş hazinemize yeni bir şeyler ekler. Rüyalar sadece birer hatıra değil ondan daha fazla bir şeydir. Rüyadaki hissetmek ve görmek her türlü mantıklı anlamdan daha geniştir. Bu anlamda da rüyada benliğin sınırı, ihtiyatı yoktur.

Sorlin rüyalarda kendisini gösteren, anlatılabilir olan ama yine de sözcüklerle ifade edilemeyen şeyler olduğunu söyler. Tüm bunlardan hareketle rüya alanı ister istemez bir karnaval ve oyun alanı olarak belirir. İnsan gündelik hayatın içinde ciddi ve gerçek olanla ne kadar haşır neşir ise rüyalarında da oyun oynamayı seçer. Zihin rüya sayesinde bir oyun alanı açar ve insanın en eski ihtiyacı olan oyundan kopmamayı sağlar. İnsan, gündelik hayatın tüm sıkıntı ve gerilimlerinden amade bir oyun alanına girer ve oynar. Bu anlamda rüyalar istesek de istemesek de bizi oyundan koparmayan, her daim oyunsu yanımızı korumaya yönelik bir gerçekliktir.

 

*Bilim İnsanı-Akademisyen

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 166 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI