Tarih boyunca insan zihnini meşgul eden yegane konulardan biri de değişim olmuştur. İlk insan Adem’ peygamberden beri değişim diye bir şeyin olmadığın düşünelim. Hatta o kadar geriye gitmeye bile gerek yok. Yirmi yıl, otuz yıl geriye gittiğimizde bile birçok şeyin değiştiğini ve hatta dönüştüğünü görürüz. Sadece otuz yıl önceki Türk filmlerini seyretmek bile bu değişim ve dönüşümün boyutlarını anlamamız için yeterli olur.
Tabi bu arada değişim ve dönüşümün de sürekli birbiriyle karıştırılan kavramlar olduğunu da unutmamak lazım.
Değişim biraz daha eskinin temel yapısının bozulmadan devamı gibidir. Yani ruh ve iskelet aynıdır. Değişen yönler sınırlıdır. Yani biraz daha fiziksel bir özellik taşır. Eskiden var olanda nitelik olarak biraz daha iyileşme olabilir. Kütle ve hacim olarak farklılıklar oluşabilir.
Dönüşüm ise dönüşüme konu olanın, ruhen ve kimyasal olarak farklılaşması demektir. Yani eski gitmiş yerine eskiyle bağlantılı ama bambaşka bir şey oluşmuştur. Buna suyun oluşması vb kimyasal olaylar, tırtılın kelebek olması süreci gibi biyolojik olaylar örnek olarak verilebilir.
Değişim ve dönüşümü anladıktan sonra esas konuyu getirmek istediğim nokta; toplum olarak veya birey olarak bizim ne yapmak veya ne olmak istediğimiz konusudur. Neye ihtiyacımızın olduğu konusudur. Yani değişime mi ihtiyacımız var dönüşüme mi?
Değişmek bazen kaçınılmaz olsa da yeterli olmaz. Çoğu zaman değişimin daha derin ve başka bir boyutu olan dönüşüme ihtiyaç olur. Eğer tırtıl kelebek olmazsa hep sürünmek zorunda kalır. Uçabilmesi için kanadının olması, yani kelebeğe dönüşmesi gerekir.
Dönüşüm her zaman değişimden daha ağır, sıkıntılı ve riskli bir süreçtir. O ağrılı, sancılı süreci yaşamadan dönüşüm gerçekleşmez.
Bireylerin, toplumların ve örgütlerin; şirketlerin ve kurumsal yapıların da varlıklarını sürdürebilmeleri için dönüşüm kaçınılmaz olur. Örnek olarak dijital devrime ayak uyduramayan birçok firma piyasa koşullarına ayak uyduramadığı için yok olmaya mahkum olmuştur. Yine Tarih, çağının gerektirdiği dönüşümü gerçekleştirememiş devletler ve medeniyetler mezarlığıdır adeta.
Toplum hayatımızda önemli bir yeri olan sivil toplum örgütleri, dernek vakıf ve benzeri yapılar da çağının gerektirdiği değişim ve dönüşüm süreçlerini zamanı geldiğinde yaşamak zorundadır. Sendika, siyasi parti, esnaf odaları, meslek birlik, federasyon ve konfederasyonları tüm örgütlü yapıların yönetim kurulları, yeri ve zamanı geldiğinde gerekli değişim ve dönüşümü başarmak zorundadır.
Bu değişim ve dönüşümü başarabilmek için öncelikle kurumsal yapıların başında, içinde yaşadığımız çağı okuyabilen, temsil ettiği kitlelere değişim veya dönüşümün gerekliliğini, anlatabilecek , kendisi de özellikle dönüşümü özümsemiş, kendi zihinsel dönüşümünü sağlayabilmiş kişilerin olması gerekir. Bu özelliklere sahip olan lider ve yöneticilerin gerektiğinde değişerek ve dönüşerek hem kendi liderliklerini , hem de temsil ettiği kitlelerin değişim ve dönüşüm süreçlerini uzun yıllar sürdürebildiklerini görüyoruz.
Bazen bunun tersi olan, hiçbir şey yapmadan ömür boyu aynı makamları işgal eden ancak yönettikleri toplum, örgüt, şirket ve sivil toplum kuruluşunu bulunduğu noktadan bir adım ileri götürmemiş hatta gerilemesine sebeb olmuş yönetici örneklerine de rastladığımız oluyor. Temsil ettiği topluluk, kurum ve kuruluşlarla adeta bütünleşmiş, kendisyle beraber yönettiği kurum ve toplumların da adeta sonunu hazırlayan liderler görebiliyoruz.
Tabi değişim ve dönüşüm daha iyiye, daha güzele ve mükemmele doğru olmalıdır. Bu aynı zamanda bizim dinimizin de emridir. Bizler ‘’ İki günü birbirine eşit olan ziyandadır’’ diyen Hz. Muhammet Mustafa (s.a.v) in ümmetiyiz. Buna göre bu günümüz dünden, yarınımız bugünden daha iyi olmak zorundadır.
Değişimi ve dönüşümü özümsemiş, bunu öncelikle kendi zihinsel yapısında ve bakış açısında gerçekleştirebilmiş liderlere kısaca ‘’ Dönüştürücü akıl’’ adını veriyoruz. Bu dönüştürücü akıl sadece kendini dönüştürmekle kalmayacak adeta suyun ortasına atılan bir taşın oluşturduğu haleler gibi önce yakın çevresini, sonra mensubu bulunduğu toplumu dönüştürebilecektir. Aksi halde dinazorların kaderi öncelikle değişim ve dönüşümü beceremeyen liderlerin ve temsil ettikleri toplumların da kaderi olacaktır.
Toplumlar için değişim ve dönüşümün öncüsü sadece liderler değil aynı zamanda sanatçılar, şairler, yazarlar da değişimin önderleri olmak zorundadır. Var olanla yetinen, bir çok konuda mensubu olduğu toplumun gerisinde kalan sanatçı, şair ve yazarlar maalesef değişim ve dönüşümün öncüsü olmak yerine engelleyicisi durumuna düşebilirler. Mevcut yapı onlar için kısa vadede çıkar sağlasa da hem mensubu oldukları topluluklara büyük zarar vermekte hem de, temsilcisi oldukları sanat ve meslek dalının saygınlığını ve geleceğini tehlikeye atmaktadırlar.
Sonuç olarak tüm örgütlü yapıların ‘’dönüştürücü akıl’ tarafından yönetilmesi, bu yapıların ve temsil ettikleri toplumların daha iyi, daha müreffeh, daha medeni toplumlar olması ve varlığını ebedileştirmesi için şarttır. Bu dönüştürücü akıl tarafından yönetilen kurum, örgüt ve devletler kolay kolay ‘’beka’’ sorunu yaşamazlar.
Tarih kitaplarında sıradan kişi ve yöneticilerin pek fazla adı geçmez. Ya mesleğinin piri olmuş ustalardan, ya sanatına farklı bir bakış açısı getiren sanatçılar ya da çağ açan dönüşümleri yapabilen liderlerden bahseder tarih kitapları. Onların isimleri ya eserleriyle birlikte eserleri var oldukça yaşar ya da başarı hikayeleri nesilden nesile aktarılır.
Eğitim sistemimizin de zamanı geldiğinde yeni dönüştürücü akla sahip sanatçı, meslek erbabı ve lider adayları yetiştirecek şekilde yeniden dizayn edilmesi gerekir. Kısaca sistem kendini dönüştürebilecek yeni liderler, sanatçılar yetiştirebilmelidir. Konu biraz yumurta -tavuk ilşkisine benzese de değişmeyen tek gerçek, her zaman değişime ve dönüşmeye olan ihtiyaçtır.
Yorumlar (0)