14-10-2024 00:24:49

Dr. Mehmet Kendirci Yazdı: Ben Vursam Kendimi Vuracaktım!

Egemen söylemlerin uzağında yürüyelim, şairin söylediği gibi “yürüyelim, gündüz, gece.” Madem “devletlüyüz”, durmayalım!...
Dr. Mehmet Kendirci Yazdı: Ben Vursam Kendimi Vuracaktım!

 

Dr. Mehmet Kendirci / Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi

 

“cinayeti kör bir kayıkçı gördü

ben gördüm kulaklarım gördü

vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü

hiç biriniz orada yoktunuz”

 

Egemen söylemlerin uzağında yürüyelim, şairin söylediği gibi “yürüyelim, gündüz, gece.” Madem “devletlüyüz”, durmayalım! İroniktir, “yürüyelim, arkadaşlar, sesimizi yer gök su dinlesin, sert adımlarla her yer inlesin!” Yürüyelim ki, kendimizden uzaklaşalım ama “kendimize” yaklaşalım, belki Narcissus’a kavuşuruz, trajedisinin trajedisi olduğumuza…. Neyse, ama korunmak-korumak önemli. Önemli olmaz mı? Ölümdür “korumamızın korunmamızın” sonu, bizi öznelikten çıkartıp nesneleştiren şeyin ta kendisidir “korumamız-korunmamız.” Biz kimiz ki? İlla ki birilerinin bir şeyi….

Yurdumda cinsel bir varlık olarak görülen kadının “doğal” koruyucusu -cinsel bir varlık olarak erkeğin de “doğal” koruyucusu ancak erkek cinsel bir varlık olarak korunmaya ihtiyaç duyduğu anda o artık erkek değildir zira o, “o”dur, “şey”dir, “o biçim”dir; hele ki “döner”se bırakın erkeği-kadını artık o “o”, “şey”, “o biçim” bile değildir adı yoktur aynı zamanda da onu işaret edecek bir zamir bile yoktur- ağabeydir, babadır, amcadır, dayıdır, dededir; “doğal” koruyucu ağabeyi, babayı, amcayı, dayıyı, dedeyi koruyan ise ailedir, sülaledir, akrabadır; aileyi, sülaleyi, akrabayı “doğal” olarak koruyan mahalledir, semttir, kenttir, şehirdir; o mahalleyi, semti, şehri, kenti ise “doğal” olarak koruyan bölgedir, ülkedir, devlettir ki devlet nedir? Babadır! Döndük mü başa? Tekrara ne hacet…

“Oğlumuz asla öyle bir şey yapmaz/yapsa da erkek değil mi?” sorusuna verilen o klasikleşmiş, kemikleşmiş hatta genetik kodlarımıza işlemiş cevap aynı zamanda da “doğal” koruyucunun mahiyetini belirler: “Evet, oğlumuz erkek! -ama çatık kaşla ve vurgulanarak düşen şerhlerle oğlan değil!” Dalga dalga yayılır o “doğal” koruyucuların dillerinden dökülür koruyucuların yazılarına… Yapan ve yapılan eylem erillik kodları içindeyse onaylanır, üstüne üstlük “elinin kiri” olarak tanımlanır ve kutsanır, sanki kirli olan eyleme maruz kalanmışçasına…

Yürürsün, kafana bir şeyler düşer-uçar-gelir saplanır, alınır “canın”; oturursun, oturduğun yerin temeli sarsılır sebepsiz yıkılır, alınır “canın”; seversin, namusa halel gelir derler, alınır “canın”; farklısındır, sebepsiz yere sırf farklı olduğun için-farklı göründüğün için, alınır “canın” ama aynı zamanda da farklının farklılığını tanımlayan şeyin ne olduğunu bilmeden; normalsindir, sebepsiz yere sırf normal olduğun için-normal göründüğün için, alınır “canın” ama bu kez normalin normalliğini tanımlayan şeyin ne olduğunu bilmeden…

Çözmüyor, bitirmiyor, nihayete erdirmiyor; sözler, ağıtlar, lanetler, bilmem kaç kaç bin yıllar öncesinde sabitlenmiş dogmalar, ahlak kodları, uygulamalar, yasalar, kanunlar, düzenler…

Ne yapılmasına gerektiğine dair bir reçetem ya da aklım yok, zira bu memlekette en yüce sanatın ve en kutsal ibadetin “ruh ve beden sağlığını korumak için gösterilen çaba” olduğuna inananlardanım, bu inançsa eğer… Peki benden ve bizden geriye ne kaldı? Onu da bilmiyorum zira “ben vursam kendimi vuracaktım”, onu da yapamadım!

Ama söyleyin kaç kere ölmek gerek yaşamak için buralarda?

 

cinayetleri kör Tanrı gördü

aktı kanlar böğrümüzden, döküldü

aslında herkes, oradaydık

erkekliklerimizle ve kadınlıklarımızla

 

 

 

 

 

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 339 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI