19-08-2024 01:51:04

Dr. Seher Özkök Yazdı: Modernleşmenin Romana Yansıyışı-I

On dokuzuncu yüzyıl, bilindiği üzere Osmanlı İmparatorluğu’nun modern unsurlarla, farklı düzeylerde, etkin bir biçimde karşılaşma yüz yılıdır.
Dr. Seher Özkök Yazdı: Modernleşmenin Romana Yansıyışı-I

 

*Dr. Seher Özkök

 On dokuzuncu yüzyıl, bilindiği üzere Osmanlı İmparatorluğu’nun modern unsurlarla, farklı düzeylerde, etkin bir biçimde karşılaşma yüz yılıdır. Tarihsel çizgi içinde III. Selim’den sonra orduyu modernleştirme girişimlerinin en net olanı Yeniçeri Ocağı’nı kaldırıp modern ordu düzenini kuran II. Mahmut’un yaptığıdır.

Askeri alandaki bu modernleşme adımının siyasi düzlemdeki karşılığı ise II. Abdülmecid zamanında Mustafa Reşit Paşa’nın 1839’da hazırladığı ve Gülhane Parkı’nda ilan ettiği Gülhane Hatt-ı Hümâyunu, bilinen adıyla Tanzimat Fermanı’dır. Görüldüğü üzere 19.yy’ın ilk yarısı askeri ve siyasi düzlemde farklı bir paradigmanın içine girişin ilk adımlarıdır.

Özellikle Tanzimat ve ardından gelen Islahat Fermanı, padişah otoritesinin toplumsal alanda geri çekildiği ve vatandaşlara dair hakların ön plana çıkarıldığı bir belge olması hasebiyle klasik Osmanlı toplumunun padişah ve tebaası, baba ve oğul beraberliğini ve aradaki iktidar ilişkisini yerle bir etmiştir.

Bunun yanında, 1838 Balta Limanı Anlaşması ile Osmanlı topraklarının açık pazar haline gelmesi ve 1850 Kırım Savaşı sonrası alınan borçlar modernleşmenin gözden kaçan ve sömürgeleşme ile ilgili arka planıdır. Günlük’ünde“Biz geri kalmış bir ülke değiliz, fakir kalmış bir soyluya benzetilebiliriz ancak” diyen Oğuz Atay, Türk insanı ile Avrupalı ve Amerikalıları kıyaslamaktadır. Yazar, Batı insanının kendi dışındaki milletlere temelinde samimiyetsiz, soğuk, mesafeli, istismar ve sömürü duygusuyla yaklaştığını belirtir (Atay, 2003, s. 130-240) (aktaran Kapukaya, Oğuz Atay’ın Düşünsel Arka Planı: “Günlük”,2020, s.1)Bu çerçevede Osmanlı modernleşmesine bakarsak açık pazar aracılığı ve borçlar vesilesiyle Osmanlı ekonomisinin ele geçirildiği ve bu noktada yarı-sömürgeleştirme pratiklerinin yolunun açıldığını söyleyebiliriz.

1875 Kanunnamesi ile iflasını dünyaya açıklayan Osmanlı Devleti’nin borçları 1881’de kurulan Düyûn-u Umûmiye ile tahsil edilmeye başlanmıştır. (Burcu Adiloğlu ve Göksel Yücel, “Düyûn-ı Umûmiye Osmanlı Devlet Borçları İdaresi”, July, 2021, ss. 72-73) Eğer Batılı devletler siyasi iktidarı da ele geçirmiş olsaydı tam anlamıyla sömürgeleşecek olan Osmanlı toprakları, sadece ekonomik iktidarın kaybedilmesiyle yarı-sömürgeleşme sürecinin içine girmiştir. Bu açılardan bakıldığında Osmanlı modernleşmesini “Yarı sömürgeleşme yoluyla modernleşme” olarak okumak gerekmektedir. Söz konusu modernleşmenin gerçekliği ise 1876 yılında basılan Felatun Bey ile Rakım Efendi romanı ile gözler önüne serilir. Berna Moran’ın vurguladığı gibi Felatun Bey ile Rakım Efendiaslında genel kanı olan yanlış Batılılaşmanın değil, müsriflik ve tutumluluk arasındaki tezatın romanıdır. (Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bakış 1, 1998, s. 39) Yani aslında iflası açıklayan kanunname ile yakın tarihlerde yazılan bu romanın asıl derdi “ekonomi”dir ve yine Berna Moran’ın belirttiği çerçevede roman Rakım adlı karakterin ekonomik hesaplarından oluşan bir muhasebe defteri gibidir. (Berna Moran, 1998, s. 42)

Aslında Ahmet Mithat Berna Moran’ın deyimiyle bu romanla mirasyedilerin sınırsız tüketimine, israfına karşılık Rakım’ı ideal Osmanlı efendisi olarak konumlandırır. (Berna Moran, 1998, s. 39) Sanki yazar, Rakım’la Osmanlı burjuvasının bir modelini inşa etmeye çalışır ki Rakım’a İngiliz ailenin hayran olması modern ekonominin ve burjuvanın çıkış noktası olarak İngiltere’yi düşündüğümüzde manidardır.

Ahmet Evin ise Rakım’dan Türk edebiyatının ilk homo economicusu olarak bahseder. Bu çerçevede müsrif olan Felatun’un çöküşü üzerinden açık pazar haline gelen Osmanlı Devleti’nin ekonomik çöküşü-1875 Ramazan Kanunnamesi, imparatorluğun iflasının ilanı- romanda temsil edilmektedir.

 

“Felatun Bey ile Rakım Efendi” benzeri ilk romanların modernleşme ile ilgili diğer bir ayağı ise romandaki oğlan çocukların babasızlığıdır. Jale Parla, Osmanlı modernleşmesi sürecinde Tanzimat Fermanı ile haklarından ve iktidarından feragat eden padişahın, tebaası karşısında gücünü ve iktidarını kaybettiğini, bunun da alegorik nitelik taşıyan ve toplumu Batı’dan gelecek her türlü tehdite karşı korumayı amaçlayan ilk roman yazarlarının eserlerine  yansıdığından söz eder. (Jale Parla, Babalar ve Oğullar, 2018)

Padişah ile tebaası arasındaki ilişki bir tür baba-oğul ilişkisidir ve bu çocuk padişah olarak nitelenebilecek II. Abdülmecit’in Tanzimat Fermanı’yla haklarından da feragat etmesi sonucu toplumun otoritesiz, koruyucusuz ve babasız kaldığı anlamına gelir.

Jale Parla ilk dönem Tanzimat yazarlarının toplumdan bahsederken “nazendetıfl” yani “tehlikeye açık, nazik çocuk” benzetmesi yaptığından bahseder ve yazarların babasız kalan topluma roman yazarak ve metnin babası konumuyla-müdahil ve Tanrısal anlatıcı- babalık yapmaya çalışarak modernleşme sürecinin üstesinden gelmeye çalıştıklarını dile getirir. (Jale Parla, 2018, s.16, 19)

Hakikaten de gerek Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ta gerek İntibah’ta gerekse Felatun Bey ve Rakım Efendi romanında, ya baba ölmüştür ya da baba babalık vasfını taşımıyordur. Bu açılardan bakıldığında ilk romanlarımız, imparatorluğun ekonomik çöküşünün ve siyasi zayıflığının alegorisi olarak edebiyat tarihimizde yerini alır.

*Uludağ Üniversitesi Türk Dili Bölümü

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 206 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI