02-09-2024 09:59:28 Son Güncelleme: 02-09-2024 10:06:28

Engin Koç Yazdı: Felsefesiz Eğitim: Haritasız Seyyah

Eğitim, insanların sosyal, kültürel ve ekonomik konumlarına doğrudan etki eden en önemli sosyal müessesedir...
Engin Koç Yazdı: Felsefesiz Eğitim: Haritasız Seyyah

 

*Engin Koç

 

Eğitim, insanların sosyal, kültürel ve ekonomik konumlarına doğrudan etki eden en önemli sosyal müessesedir. Sosyal organizasyondaki yeri bu kadar önemli olan eğitim, ülkemizde toplumsal ve siyasal gündemin en temel unsurudur. Ekonomik kalkınmanın, güvenlik politikalarının, istihdamın, işsizlik rakamlarını ötelemenin önemli bir zemini olarak görülen eğitim, aynı zamanda sosyal yaşamda meydana gelen bütün sorunların çözümü için neredeyse sihirli bir değnek muamelesi görmektedir. 

 

Türkiye’de eğitimin en büyük açmazı toplumsal değerlere ve gerçeğe uygun bir felsefeye sahip olmamasıdır. Oysa “nasıl bir insan”, “nasıl bir toplum” ,“nasıl bir gelecek” sorularına cevap verecek olan unsur eğitim felsefesidir.

 

Türkiye’de eğitim sisteminin felsefi bir temelinin olmaması siyasi ve ideolojik etkilere daha fazla maruz kalmasına yol açmaktadır. Tek tipçi, ideolojik ve siyasi bir yapıya sahip olan eğitim sistemimiz, sosyal yapının aksine seküler ve pozitivist yapısı nedeniyle toplumsal gelenekten, inanç örgülerinden ve medeniyet değerlerinden uzak kalmaktadır. Bu zaafları barındıran eğitim sistemimiz, birtakım ithal uzmanlık ve yaklaşımlarla topluma yön vermeye çalışmaktadır.

 

2000’li yıllara kadar sık değişen hükümetler, kurulan koalisyonlar ve askeri darbe yönetimleri eğitimde bir sistemin ve felsefenin yerleşmesine engel olmuştur. Bununla beraber uzun soluklu iktidarlar döneminde eğitim altyapısında ciddi iyileşmeler görülse de Milli Eğitim Bakanları değiştikçe sanki yeni bir hükümet işbaşına gelmişçesine bir önceki dönemin karar ve uygulamalarını ürün değerlendirmesi yapmadan kaldırmış, yeni karar ve uygulamalara imza atmışlardır. Böylece eğitimde sistemsizliğe, süreksizliğe ve başarısızlık algısına doğrudan etki etmişlerdir.

 

Eğitimde yapılan ani ve niceliğe dayalı değişimler eğitimin niteliğine ciddi zararlar vermektedir. ( 28 Şubat’ın 8 yıllık kesintisiz ve zorunlu eğitim kararı bunlardan biridir. Karar vericiler her ne kadar toplumsal gelişimi murat ediyor gibi görünse de ciddi bir sosyal yaraya yol açan icraata imza atmışlardır.  İktidarlar değişse de Türkiye’de ne eğitime bakış ne de eğitimin toplumsal gerçeklikle barışıklık düzeyi değişmektedir. Zira, değişim yüzeysel olmaktadır. Derinliği olan sağlam bir medeniyetin temsilcileri olan bizler, çağı yakalamanın derdine düşmüş ve çareyi Batıya öykünmekte, ithal sistemler getirmekte görmüşüz. Paradigma ne olmalı? Çağı mı yakalamalı, çağın öncüsü mü olmalıyız? İşte eğitimde felsefe arayışlarının merkez üssü bu sorular olmalıdır.

 

28 Şubat’ın üstünden çok geçmeden eğitim süresini 12 yıla çıkarttık. Okul öncesi eğitimin zorunluluğu üzerinde çalışmalar devam ederken, 12 yıllık sürenin bile az olduğu ve Batı’yı bu konuda hala yakalayamadığımız konuşulmaktadır. Oysa Batı gelişimini tamamlamış, kuralları ve disiplinleri net, refah seviyesi yüksek, gelir adaletini sağlamış, vergi yükünü eşit dağıtmış; sözün özü tuzu kuru durumdadır. Oysa bizim dinamik işgücüne, üretime ihtiyacımız var. Hala aile yapısı ve doğum oranı Batı’dan iyi durumda olan toplumumuzda ANNE- ÇOCUK bağına ihtiyacımız var.

 

 Bir çocuğun 6 yaşına kadar karakteri büyük oranda belirginleşiyorsa onu dünyaya getiren anne babanın bunda hiç mi rolü olmasın? Çocukları doğar doğmaz kreş ve anaokullarına göndermek yerine, annelerin çalışma sürelerini kısaltarak çocuklarına zaman ayırmalarını sağlamak daha akılcı ve insani değil midir? Sokakların / sosyal medya odalarının  bunca sorunlu olmasının temelinde anne merhametini ve baba disiplinini alamamış çocuk davranışları yatmıyor mu?

 

Yüksek lisans, doktora vb kariyer yapacak insanları da hesaba katarsak yaklaşık 25-30  yaşına kadar devam eden bir eğitim sürecinden bahsediyoruz. 65 olan emeklilik yaşını ortalama kaliteli yaşam süresi olarak kabul edersek kalan 35 yılın bedelini bu en verimli 25 - 30 yılı harcayarak ödemiş oluyoruz ki bu oldukça pahalı bir alışveriş. Siyanürle altın aramayı ne kadar yanlış buluyorsak, %10’luk kaliteyi bulacağız diye %90’i hurdaya çıkarmanın da o kadar yanlış olduğunu kabul etmeliyiz.

 

Eğitim, sosyal gerçekliğe uygun olmalıdır. 30’lu yaşlara kadar hiçbir beceri sahibi olamamış, deneyim elde etmemiş, aile bütçesine katkı sunmamış, kendini gerçekleştirerek çeşitli tatmin duygularıyla beraber özgüven kazanamamış 20 milyon genç nüfustan bahsediyoruz. 30’undan sonra bu insanlardan meslek sahibi olmasını ve yuva kurup toplumsal kimliğe destek vermesini bekliyoruz.

 

Yaşlı Batı nüfusu, doğum oranının gittikçe düştüğü ülkemizin önünde net bir örnektir.  Fayda – maliyet hesabı yapmalıyız. Örnek verilen birçok Batı ülkesinin nüfusundan fazla eğitim çağ nüfusuna sahibiz. Bunca genci işgücünden, üretim ve istihdamdan, aile kurmaktan 30 yaş boyunca alıkoyan bir eğitim sistemi sorgulanmaya ve yeniden yapılanmaya muhtaçtır ve dahası buna mecburdur.)

 

Öyleyse ne yapmalı?

 

Eğitimle sürekli olarak oynamaktan, futbol terminolojisinde çok karşılaşılan     3-5-2 , 4-3-3 gibi rakamsal izahlarla eğitimi masa başında kurgulayan şekilci uygulamalardan, liseler üzerinde tabelalarla sınırlı nitelik arayışlarından vazgeçilmelidir.

 

Eğitim sistemi sınav odaklı olmaktan kurtarılmalıdır. Kaldırıldığı zannedilen oysa başka bir ad ve formatla yeniden tesis edilen geçiş sınavlarından vazgeçilmelidir. 

 

Her yıl yaklaşık LGS’ de 1 milyon, YKS’de ise 2 milyonu aşkın mutsuz ve başarısızlık duygusuna mahkum edilen insan üretiliyor sistem eliyle. Anne babalarla birlikte bu sayı iki katına çıkarken eğitimdeki sistemsizliğin getirdiği sosyal maliyetin faturası da hükümetlere kesilmektedir. Ölçme değerlendirme sistemimiz hala ölçülenin öğretildiği bir sistemden öğretilenin ölçüldüğü bir sisteme geçmekte zorlanmaktadır.

 

Eğitimin tüm paydaşları bir araya gelerek “nasıl bir insan” yetiştirmek istediklerinin cevabını aramalıdır. Bu insanın sahip olması gereken donanımlar belirlenmeli, bu donanımı kazandırması için eğitim kademeleri, lise türleri organize edilmelidir. Devasa meslek liseleri yerini tematik okullara bırakmalı, alabildiğine düz liselerin yerini de öğrenci eğilimlerine göre atölyeleri olan Mesleki Akademik Liseler almalıdır. Kazanım yerine"BECERİ" yi merkeze alan Maarif Modeli Müfredat Programı bu tezimizi kuvvetlendirmektedir.

 

Dünya medeniyetine, bilime ve sosyal hayata yön vermiş yüzlerce alim, bilim adamı ve öncü yetiştirmiş bir medeniyetin temsilcileri başkalarına öykünmek yerine kendini hatırlamalıdır.

Sistemin en önemli parçalarından olan öğretmenin yeterliği hedefe ulaşmada belirleyici olacaktır. Bu nedenle öğretmen yetiştirme politikaları gözden geçirilmeli ve gerçek bir öğretmen yetiştirme programı geliştirilmelidir.

 

Yeniden muallim yetiştirmeye; talep edene – talebeye yönelinmelidir.

Öğretmenin sözü kuvvetlendirilerek yaşam kalitesi arttırılmalıdır. Oluşturulacak felsefi altyapının yalnızca bir görüşü temel almamasına, toplumumuzun hafızasını oluşturan geleneğimizden ve onu şekillendiren düşünce yapısından da beslenmesine dikkat edilmelidir.

Yazıda değinilen çözüm önerilerinin her biri ayrı bir yazıya konudur. Gelecekteki yazılarımızda bu başlıkları tek tek ele almak ümidiyle…

 

*Eğitim-Bir-Sen Bursa Şube Başkan Yardımcısı

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 450 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI