Erenlerin Bir Günü…

Her günü ayrı güzel, heer biri ayrı güzeldir erenlerin

A+
A-

Her günü ayrı güzel, heer biri ayrı güzeldir erenlerin.

 

 

Cemâleddin Kunat Hazretleri yakın dönemin Halvetî Şabânî kamillerindendir. 2013 senesinde göçtü. Mübarek, Murat Dağı’nı çok severdi. Ziyaretine gittiğimde bazen “Baba haydi Murat Dağı’na çıkalım.” derdim. Mevsim de uygunsa çoğu zaman kırmazdı. Bazen de “Oğlum Allah’a bir soralım!” derdi. Bunlar mȃnȃlı laflardır hâ. Bazen naz ederdim. “Ben sordum Sultanım, gidin, dedi.” Filan derdim. Tabi nükteyle…O da:

“E haydi öyleyse gidelim canım!” der, hazırlanırdı. Ilıcayı da severdi. Sonra havuzdan çıkıp buz gibi bir su içip Murat Dede türbesinde namazlar kılınır, dönerdik. Sıcak ve soğuk sular yan yana hani. Diyor ya Yûnus:

“Bir çeşmeden akan su, acı tatlı olmaya”. Burada da soğuk sıcak diye ayırmamak lâzım Yani kaynağına bak, ikisi de su. Sıcak ve soğuk ise sıfatları. Her iki kaynaktan gelen billur gibi ve aynı noktadan çıkıyor. Biri sıcak biri soğuk. Kaynağında bir, sıfatında iki.

Aktığı yerlerde yemyeşil yosunlar peyda olmuş. Eliyle işaret ediyor:

“Yeşili görüyor musun?”

“Eyvallah sultanım!”

Oğlum Hızır’ın gezdiği yerde ot biter demek. Hızır kuruyu yeşerten, ölüyü dirilten kişidir. Yeşilin olduğu yerde hayat vardır. Hızır âb-ı hayat içmişe denir. Babam rahmetli “Hızır’ın gezdiği yerde ot biter” derdi. İşte bu kaynak da yemyeşil bak!

Yûnus Baba “Bir çeşmeden akan su, acı tatlı olmaya” der ya, sen suyun acısına tatlısına bakma, sıcağına sovuğuna bakma, kaynağına bak. Kaynak bir iki görürsen olmaz. “Çatal kazık yere girmez” demişler. Bir isen birliğ bak hemen sen. Celȃli Cemȃli birleştir.

Bir seferinde gene “Haydi gidelim!” dedi. Bindik arabaya.

Dörtyol’dan sağa, İzmir’e doğru dönünce közde tavuk yapılan bir yer var. Gönlümden dedim ki “Oranın tavuğu güzel olur. Geçerken bir tane alalım da dağda yeriz. Durdum. Döndü fakire:

“Tavuk alacaksın galiba” dedi.

“Eyvallah sultanım!” dedim.

Dükkana girdim. Fakat dört kişi olunca biri yetmez, aç açık olur, iki tane alalım diye düşünürken arkamdan seslendi:

“Mustafa, iki tane al oğlum, iki tane!..”

İçimden “iki tane al.” dedi ya! Zâhirden de sesleniyor. İki tane al diye..

Bu nedir, birliğin isbatıdır azizim. Ruh birliğinin isbatıdır bu yani “uzaklarda arama ben senin içindeyim” diyor ya şarkıda, işte öyle bir şey. Tasavvufu doğru anlamak ve yorumlamak lâzım. Zahir ve batın parelel gider iki gözüm…

“İki tane al, iki tane!..”

Döndüm arabaya, sordu “iki tane aldık” mı diye.

“Eyvallah sultanım!” dedim.

“Ulen oğlum! Aç olur, açık olur, köpek olur, tavuk olur ne ise… Vermemiz icap eder. Gönlüme iki tane geldi de!”

“Efendim! Benim de gönlüme iki tane geldi” demedim tabi…

“Himmetinizle ikiyi bir ederiz sultanım.” dedim.

Düştük yola…

Dağlar güzeldir. Hele baharda. Murat Dağı daha güzeldir , yanında dost olunca tadına doyum olmaz.

Şimdi belki daha da güzelleşmiştir. Zira hayli zamandır gidemedim.

Yaylaya çıktık.

 Kar suları sökün etmiş, şırıl şırıl akıyor. Güneş de vurdu mu? Manzara muhteşem.

Sarıçiçek Yaylası. Toprakda kışdan kalan çiğdemler…

Azizimin bir de küçük bir el radyosu var ki, mübarek nereden bulur bilmem o açtığında TRT arşivinden gün yüzü görmedik şarkılar ve nefesler çıkar daima.

Önce yemeğimizi yedik.

-Bir kağıt parçasının üzerine kemikleri biriktirdi.

“Şimdi onun sahibi gelir.” buyurdu.

Radyoyu açtı. Açar açmaz Serap Kuzey’den, kendisinin de çok güzel söylediği ve fakirle de zaman zaman birlikte söylediğimiz Muzaffer İlkar’ın bestesi çıktı:

Beni cânımdan ayırdı gönlümü yıktı temelden

Seni sevmek ne suçmuş ki bilmedim, yandım ezelden

Seni bana, beni sana kavuştursun ya Rab tez elden

Seni sevmek ne suçmuş ki bilmedim, yandım ezelden

***

Haydi, dayan gayri dayanabilirsen. Ne kuzey kaldı ne güney dördümüz de savrulduk. Gözyaşları kar sularına karıştı. Tam bu sırada kuyruğunu sallayarak bir deri bir kemik kalmış bir köpek geldi yanımıza. Şöyle buyurdu gönül sultanı:

“Ne bilsin bu köpeği buraya ap aç salıveren kişi. Bunun karnı en az bir hafüadan beri aç. Varlığın bir olduğunu, aynı nurdan var olduğumuzu, hepimizin can taşıdığını, canın da Hakk’a ait olduğunu bilse bir kişi mahlûka böyle eziyet eder miydi? Varlık buralardan süzüle süzüle sana doğru geliyor. Bunu hemen anlamak gerek evlâdım. Bilse böyle yapar mı insan. Eee torbanın içinde saman çuvalı gibi dolaşır mıydı?

Bunları söyledikten sonra Aziz Hazretleri, biriktirdiği kemikleri kendi elleriyle tek tek yedirdi.

Köpek teşekkür edercesine kuyruğunu sallaya, sallaya yanımızdan uçaklaştı.

Sanırım 2006 yılıydı. Yine murat dağındaydık. Bir cuma günüydü. Sarıçiçek Yaylasında idik. Cuma vakti geldi. Mescit ile bulunduğumuz yer arasında hayli mesafe var idi. Selȃ okunmuş idi ve namaz vakti girdi. Ezan-ı Muhammedî başladı. Biraz geçiktik haliyle. Hiç telaş etmedi. İçimizden bazıları koştura koştura gidersek anca yetişiriz sanıyordu. Hiç de onların dediği gibi olmadı. Namaza yetişeceğiz ya! Koşturmadı. Zaten koşturmasına da imkan yoktu. Yavaş, yavaş mescide gittik. Hutbe bitmek üzereymiş. Yolda bize Hz. Mısrî Efendi’nin bir nutkunun şerhini uygulamalı olarak yapıverdi:

Salât-ı ehl-i kurbun kıblesidir “semme vechu’llâh”

Niyâzî durma dâim secde-i ebrûyu tevhîd et

(Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır.” (Bakara/115) âyetinde işaret edilen “Allah’ın yüzü/zâtı” O’na yakın olan kimselerin salâtının (namazının, zikrinin) kıblesidir. Niyâzî, durma sürekli kaşını secde ederek–her an râbıtalı yaşayarak – Hakk’ı birle.)

Hz. Mısrî’yi biz bir başka severiz. Yûnus Türkçe ledün dilinin gülbahçesi ise, Mısrî de gülüdür.

Şimdi sadede dönelim: âyette “Nereye dönerseniz, Allah’ın vechi oradadır.” Deniyordu ya, işte ârif her an bu vech iledir. Salat zaten bu vechile birlikte olmak değil mi? Ârif her o seyr içindedir gözümün nuru. Ne demişti Hak erenler: Ârif onu seyreyler”. O’nu! Yani hüve iledir o. Nerede seyreyler? Urganda, yorganda… Yani mekânı yok. Bütün âlem mescid, yüz Hak’ta, göz Hak’ta…Öyleyse her baktığı yerde Hakk’ın zatıyla hem-hâl olan kişinin mecâzdan kurtulması gerektir. Mecâz hakikate yoldur. Buradan namazı terk edin anlamı çıkarmayın hâ… Bak mescide geldik ve şeriat ne emrettiyse yapıyoruz. Lakin mecazda da takılıp kalmayın. Ne demek istedi Aziz: “Yolda da salât halinde olun, her nefeste salat halinde olun, demek istedi.

Bakınız öyle incelikler vardır ki aklınız durur. Yaşamak lâzım. Sen vahdeti yaşayasın ve anlayasın diye ince ince tetaylar anlatırlar yahut yaşarlar âşıklarını. Aziz Hazretleri ile yine bir muhabbet anında şöyle anlatmıştı:

Babam Ahmet Çavuşun yanına gittim. Atımcıydı biliyorsun. İşten gelince alelacele sofraya oturur, hiç üşenmez bir boy abdesti alır ve tenhaya bir seccade atar bir oturuşta yirmi bin tevhid vururdu. İşte bir gün yanına gittim, baktım seccadenin üzerinde avazı çıktığı kadar bağırıyor. Kulak verdim kendi kendine:

“Ulen öküz, ulen hayvan, ulen….!..”

Beni görünce farka geldi ve ara verdi.

“Hayr ola baba!” dedim. “Kiminle konuşuyorsun!”

“Kendimle konuşuyorum oğlum! İçimdeki hayvan sürüsüyle boğuşuyordum. Dur diyorum durmuyor, git diyorum gitmiyor.” dedi. 

“Hani Yûnus diyor ya ‘Mücadele edesin müşahede bulasın.’ Şu söze bak. Ne kadar kılçıksız, ne kadar arı duru. Lokum gibi sözler. ‘Mücadele edesin.’” Kiminle mücadele edeceksin? Tabii ki nefsinle, içindeki hayvanlarla. Bu hayvanat Amerika’nın ordusundan daha belalıdır. Sen daha kayınvalidenle geçinemiyorsun ki Büyük varlıkla , yani bütün ile geçineceksin! Ne kadar zor değil mi? İşte Ahmet Çavuş atımcıydı. Yani Hallaç!. Nefsini yün gibi attı da gitti.”

Böyledir işte bir günü ehlullahın iki gözüm. Ne demişti Yûnus:

Tarîkat cân yoldaşı cân ile olur işi

Tarîkata giren kişi dün gün ‘ibret içinde

Ehl-i tarîk demek ki hayatı ibret üzere yaşamak, mürşidinin izini sürmek zorunda. O ancak böyle yapınca vâsıl-ı Hak olabilecektir.

Ne demişti Hz. Mısrî:

Salât-ı ehl-i kurbun kıblesidir “semme vechu‘llah”

O veche kul olanlar tâat-i noksânı neylerler

“O vecih” dediği Hakk’ın yüzü, zâtıdır. Zâhir de bâtın da onun yüzüdür. Biz şimdi baktığımızda taş yahut toprak görüyoruz ya, bu bizim basiretsizliğimizdendir. Halbuki görünen kendi zatıdır sanma gayrullahn demişlerdir. Ondan başkası mı var da gördüğümüz o olmasın! Öyleyse niye anlamıyoruz? Tâat-ı noksandan ötürü. Noksan tâati salât-ı dâimûn ile yok eden kişi her an dost ile rabıta halindedir. Ben sende tutuklu kaldım dediğin budur. Onda tutuklu kalmayan nefsine tutuklu kalır. Demek ki varlığın görünen ve görünmeyen her yüzü kendi yüzü imiş. Bunu anlamak için kendi gönül göğümüze yükselmemiz gerekir. Hz. İsa gibi, Hz. İdris gibi…Katedrallar bundan mülhemdir. Onlar nefsin ruha yolculuğundan mülhem yapılmıştır. Sonra Hak’tan halka fark içinde dönersin Bu noktada Muhammedî olman icap eder. Gökte takılır kalırsan, İsevîlikte kalırsın. Varlığı Hak’tan ayrı görürsen de M$usevîlikte takılır kalırsın. Çalıdan Allah benim der de insandan duyamazsın, onu Hak’tan ayrı görürsün. Sen Kul Nesimî’ye iyi kulak vermelisin:

Gȃh çıkarım gökyüzüne seyrederim ȃlemi 

Gȃh inerim yeryüzüne seyreder ȃlem beni

Bunu diyen Kul Nesîmî’nin kulu olunmaz mı. Öyle bir hakikatten bahsediyor ki Kur’ân’ın özü. Hasılı kelâm yol vahdet-i vücûda gider. Sen hemen Muhammedî olmaya bakmalısın. Hz. Yûnus gibi erenler Muhammedî meşreptirler. Bir mutasavvıf falancanın, feşmekȃncanın Müslümanlığını, Hristiyanlığını sorgulamaz. Niçin sormaz? Zira o bilir ki “Din tamam olunca doğar muhabbet.” Diliyle ben müslümanım veya İsevîyim diyene bakmaz ehlullah. İçinden bakar. Nereye gelmiş bilir. Bu sebepledir ki seyr ü sülûkunda şekilci idrâki terk eder. Ne demişti Hz. Niyazi Efendiniz:

Din diyȃnet ȃdet şöhret kamusunu verdim yele

Ey Niyâzî n’oldu sana kayd-ı dindȃr kalmadı

Ne oldu Niyâzî?

Din kaydı kalmadı. Yani örfî uygulamalardan kurtuldum, bilgi ve uygulamalar hakikate dönüştü. Sen sanma ki hakikat tecellî edince Hz. Pîr sünneti terk etti? Aman ha, bu bühtan olur. Asla terk etmedi. Hz. Yûnus da benzeri şeyler söyler:

Ben oruç namâz için süçü içdim esridim

Tesbîh-seccâde için dinlerim şeşte kopuz

Bu zevât böyle şeyler söylüyorsa, bu din, diyânet yahut şerîat nedir? İşte içine hakikat (yani süçü) koymazsan senin uygulamaların sadece bir uygulama olur. Bu mânâda bir din yoktur iki gözüm. Sen yaptıklarınla nefsini göğe kaldırabiliyor musun? Nefs iken rûh, rûh iken sır olabiliyor musun? İşte o zaman bu yol seni hakikate götürür.

 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir