Faruk ANBARCIOĞLU / Şair-Yazar
Başkent Şam’ ın 12 gün gibi çok kısa bir zaman diliminde 61 yıllık insanlık dışı rejimin elinden kurtarılmasından sonra televizyonlarda gösterilen insanlık dışı hapishane ve içkence ortamlarını gördüğümüzde bu vahşeti yapanların, gerçekten insan olup olmadıklarını bütün insanlık, bütün bilim dünyası, bütün bilim adamları, bütün tıp dünyası ve bütün sosyologlar çok iyi incelemelidir. En ince detaylarına kadar araştırmalıdır. Ne ilkel çağlarda ne de orta çağın en karanlık dönemlerinde bile eşine benzerine rastlanamayacak, bu iğrenç görüntülerdeki işkence mantığını hapishane çılgınlığını insan aklının, mantığının kabul edebilmesi asla mümkün değildir.
Televizyonlardaki röportajların hangi birini izleseniz lokmalarboğazına takılıp kalıyor, insanın uykuları kaçıyor. Suriye’ li bir anne feryat ediyor.
-Allah’ınızı seviyorsanız, Allah aşkına içinde bulunduğumuz bu hapishaneyi gelin ve hepimizi bombalayın. Her gün defalarca tecavüz edilmekten aklımızı oynattık.
Bir başka anne feryat figan anlatıyor.
-Süleyman komutanın ofisinin arkasında başka bir oda daha var. Oraya akşamüzerleri bilhassa genç kızlarımızı, kadınlarımızı getirtiyor ve defalarca tecavüz ediyor. Süleyman komutana Allah’ tan kork diyorduk. Allah yok ki neden korkayım diyordu. Peygamberimizden bari utan diyorduk. Peygamber şimdi izinde diyordu. Hangi birisini anlatayım size. Genç bir kızımız hamile kalmıştı ona hamileyken bile günlerce, defalarca tecavüz ettiler ve 6 aylıkken bebeği oldu. Annesinin gözü önünde bebeği kurşunladılar. Kız şimdi aklını oynattı yatağa zincirle bağlıyorlar.
Yaşlı bir amca anlatıyor.
-Bir gün öğlen ezanı okunuyordu. Hasbünallah ve ni’mel vekil demiştim. Hemen polisler benim koluma girip “ sen rejim düşmanısın” diye hapishaneye attılar. 25 yıl ömrümün en güzel yılları maalesef katil Esad’ın hapishanelerinde geçti.
Bunlara benzer öyle can yakıcı, yürek parçalayan öyle olaylar var ki. Bunların neresinde mantık arayacaksınız. Neresinde akıl ve izan arayacaksınız. Neresinde insanlık arayacaksınız. Günün birinde bu vahşetin dokümanları, ciltler dolusu belgeseller halinde bütün dünyanın gözü önüne serildiğinde her nereye giderse gitsinler Esad ve ailesini barındıran ülkenin insanları bile, bu yamyamların bizim ülkemizde barınmasını istemiyoruz, ülkemizden def olsun gitsinler diye mitingler yapacaklardır.
Bu vahşetin on iki gün gibi kısa bir sürede ve kansız bir şekilde gerçekleşmesinin en büyük aktörü şüphesiz ki TÜRKİYE’dir. Artık bütün dünya TÜRKİYEMİZİN gücünü kabul etmiştir. ABD, Almanya Fransa İngiltere, Rusya, İran, katil israil vs her biri sessiz bir şekilde gücümüzü kabul ettiler. Aylar önce Sayın Cumhurbaşkanımız Esad’ a görüşme teklifinde bulunmasına rağmen o kendine uzatılan bu eli Rusya’ya, İran’a güvenerek ret etmedi mi. Etti. İçerideki katiller sürüsü askeri gücüne güvenerek kabul etmedi. Olaylar başladığında Türkiye hem Rusya hem de İran ile görüşerek bu iş Suriye’ nin içişleridir. Dolaysıyla içişlerine karışılmaması noktasında çok ciddi uyarılarda bulunup, akılcı bir politika süreci yönetti. Ve gelinen noktada hem TÜRKİYE’ nin yürüttüğü dış politika tavrı hem de stratejisi büyük takdir topladı.
Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN “ Bir gün Şam’a da gireriz Emevi camisinde namaz da kılarız. “demişti. Bunu söylediğinde bir kesim hafife alacak şekilde gülüp geçiyorlardı. Şam’ a girdik mi girdik. Namazımızı kıldık mı kıldık. Milli İstihbarat Başkanımız Sayın İbrahim KALIN Şam’da Emevi camisinde öğlen namazını kıldı.
Namazın ardından da HTŞ Lideri Colani’ nin arabasının makam bölümüne oturdu. Bunun ardından batı basını “Artık Şam Ankara’dan emir alacak.” Diye manşet atmaya başladı.
Aylar öncesi Sayın Devlet BAHÇELİ durup dururken “ Halep’i yüz üstü bırakamayız onları yalnız bırakmak aklımızın ucundan bile geçmez. Onlar bizim kardeşlerimizdir. Coğrafya aslına geri dönecektir.” Derken bir çok kimsenin aklına gelmeyecek bir öngörüyü Türkiye ve dünya kamuoyu ile paylaşıyordu. İşte Devlet aklı budur. Devlet Adamlığı budur. Yıllar sonra tarih kitapları Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli’ nin kol kola omuz omuza nasıl BÜYÜK TÜRKİYE oluşumuna verdikleri beraberliklerini gururla yazacaktır.
Bilhassa ABD’ nin ve Fransa’nın çok açık ve net desteklediği pkk çapulcularının bu muazzam güç karşısında nasıl da çakal yavruları gibi kaçtıklarını ne kadar da zavallı olduklarına bir kez daha şahit olduk. Destekçilerinin birer birer kendilerini terk ettiğini gören pkk’ li soytarılar, tanklarına binip de kaçan ağalarının askerlerinin arkalarından burada yazmam mümkün olmayan ne ağır küfürler ediyor. Ne ağır sözler söylüyorlar televizyonlarda hep beraber izledik.
Hele tanka binip de giden askerlerin arkasından bağıran bir pkk linin şu sözleri nasıl bir kirli oyunun kuklası olduğunu çok iyi anlatıyor.
-Ulan or..çocukları nereye gidiyorsunuz, size en güzel kızlarımızı, kadınlarımızı vermiştik, şimdi bizi niye yalnız bırakıyorsunuz.
Eee ..” etme bulma dünyası” diye büyüklerimiz boşuna dememişler.
Ektiklerinizi biçeceksiniz ey pkk liler. Yok öyle. Bu millete yıllarca ihanet ettiniz. Bu devlet sizi dışlamadı. Bana ne hak verdiyse size de o hakkı verdi. Bana neyi yasakladıysa size de onu yasakladı. Ama siz ne yaptınız. Her gün ihanet ettiniz, her gün terör estirdiniz. Size kucak açan bu devletin askerlerine polislerine, öğretmenlerine, imamlarına, hemşirelerine, korucularına velhasıl hepimize yıllarca kurşunlar yağdırdınız. Ocaklara ateşler düşürdünüz.
Bak şimdi Suriye sizlerden temizlenince ülkelerindeki huzur ortamını gören ve hala orada akrabaları olan Suriyeli’ler göz yaşları içinde ülkelerine nasıl da geri dönüyorlar. Bundan sonrasını asıl siz düşünün. Mekanın gerçek sahipleri geliyor. Televizyonlarda görüyoruz bir çoğu ülkemizden ayrılırken her birimize duygusal anlar yaşattılar. Hiç bir kimse artık engel olamayacak, 1917 yılına kadar bir ve beraber olduğumuz bu coğrafyada artık ellerimiz daha güçlü birleşecek.
Bak İtalyan basını nasıl manşet atmış: 2053 yılında Birleşik Türkiye Devletleri Kurulacak.
Fransa basını : Erdoğan her zamankinden daha kararlı. Türkiye’ nin büyük oyunu daha yeni başlıyor. Şam artık Ankara’ dan emir alacak. Osmanlı geri dönüyor.
Rusya ve İran Suriye’ de resmen diz çöktüler. Rusya bütün askeri unsurlarını alanlardan çektiler. Ağır silahlarını da depolarına taşıyarak kargo uçakları ile Rusya’ ya taşıma hazırlıklarına başladılar.
Soytarı Esad giderayak Golan Tepelerindeki askeri malzemelerinin koordinatlarını İsrail’ e ihbar ederek kendi askeri depolarındaki mühimmatlarını bombalattı. Türkiye hemen devreye girerek “ Her şey görüldüğü gibi güllük gülistanlık olmayabilir dikkatli olun.” Diyerek İsrail’ e ağzının payını verdi. Ve İsrail bir tek askerini oraya sokamadı.
Bundan yaklaşık 50 yıl kadar önce gençlik çağlarımda rahmetli Alpaslan TÜRKEŞ’ in “Adriyatikten Çin seddine kadar Türk asrı olacak.” Sözleri kulaklarımda çınlıyor. İstiklal Marşımızın yazarımız rahmetli Mehmet Akif’in “ Hangi çılgın bana zincir vuracakmış.” sözleri ruhumu dolduruyor. Yine 45-50 yıl öncesinde rahmetli ERBAKAN Hocamın “Bir gün Suriye’yi parçalarlarsa sıra Türkiye’ ye gelecektir. “ dediği kanımızı donduran uyarıları aklıma geliyor. Rabbim’ e sonsuz şükürler olsun ki Suriye’ yi ne kadar uğraşsalar da bölemediler. Emellerine ulaşamadılar. Orada çıban başı olacak, İsrail’ in oyuncağı olacak yıkıcı bir terör devleti kuramadılar. Hevesleri kursaklarında kaldı. Rabbim, TÜRKİYE’ mizin başını öne eğdirmesin.
……………………………….
Gelin şimdi de Şam’ da Hama’ da, Humus’ da velhasıl her yerde neden bu kadar büyük sevinç var, coşku var ona bir bakalım. Gelin nasıl bir süreç yaşandı da milyonlarca Suriyeli vatanlarını terk etmek zorunda kaldı. Ona bir göz atalım.
Yıl 1982..çok değil bundan 42 yıl önceydi.
Yer: Suriye..Hama..
Tarihe geçmiş en ağır zulümlerden biri.. Hama Katliamı.
Camilerde bile kadınlara tecavüz edildi.
Esad rejiminin çocuklara, kadınlara ve hatta kadınların rahmindeki bebeklere yönelik işlediği vahşet; kadınların ellerinin kesilmesi, erkeklerin öldürülmesi. İnsanlığın gördüğü en ağır işkencelerdendi.
Bu unutulmayacak katliamların sebebi neydi?
Hama halkı zalim Hafız Esat rejimine karşı devrim gibi bir direniş başlatır bu direniş, rejimi çılgına çevirir.
Böylece katliam başlar.
Esad rejimine bağlı güçler, 27 gün süren korkunç bir katliam gerçekleştirir.
Toplar ve tanklarla evleri, camileri, hastaneleri, hatta ağaçları ve taşları hedef alırlar.
Hama, o dönemde tamamen sivil halka kapatılır.
Şehir tanklar, zırhlı araçlar ve binlerce asker tarafından kuşatılır.
Esad ordusu, silahsız Hama halkının evlerine ağır top atışları yapar.
Yüzlerce kadına tecavüz edilir, çocuklar ve yaşlılar bıçaklarla, baltalarla, kalın sopalarla katledilir.
Sakal bırakan yaşlılar dahi yakıldı.
Bu süreçte şehir, nefes aldırmayan bir kuşatma altında kalır ve medya tamamen susturulur. Katliamın dehşeti dışarıya aktarılmasın diye her şey gizlenir.
•Kadınlar öldürülüp sokaklara atıldı.
•İnsanların gözleri oyuldu.
•Kadınların elleri kesildi.
•Hamile kadınların karınları deşildi ve bebekleri öldürüldü.
•Küçük kız çocukları kaçırılıp tecavüze uğradı.
•Anneler, evlerinde, sokaklarda ve erkeklerin gözleri önünde tecavüze uğradı.
•Camilerde tecavüzler yapıldı ve hoparlörlerden bu vahşetin sesleri halka duyuruldu.
•Ardından kadınlar öldürülüp çırılçıplak halde büyük çukurlara atıldı.
Esad’ın askerleri sığınaklara girip küçük kız çocuklarını seçti ve onları götürdü. Aileler bir daha onlardan haber alamadı.
27 kara gün.
Hama halkı en çok o günü unutmaz:
Hafız Esad’ ın kardeşi ve aynı zamanda başkan yardımcısı olan, Suriye Devlet Fonlarını yasa dışı yollarla Fransa’ ya kaçırıp orada emlak imparatorluğu kuran ve sonra da Fransa’ ya sürgüne gönderilen Rıfat Esad, Suriye’nin Hama kentindeki bir ayaklanmayı acımasızca bastırır ve 10.000’den fazla sivili öldüren güçlere komuta eder, bu olaydan sonra Rıfat Esad, “Hama Kasabı” diye anılır.
İşte bu Rifaat Esad, şehri dolaşmaya çıktığında, sokağa çıkma yasağı kaldırılmıştı. Halk o gün Cuma namazına gitmek için evlerinden çıktı.
Rifaat Esad, bu sırada tarihe geçen şu aşağılık, iğrenç sözleri söyledi:
“Hama’da hâlâ erkek mi var?”
Bu sözün ardından emir verdi ve binlerce erkek toplandı.
Yeşil Mezarlık veya Srehin Mezarlığı olarak bilinen alanda toplu infazlar yapıldı. Yaklaşık 5000 erkek orada katledildi.
Bir grup çocuk, ağaçlara tırmanarak katliamdan kaçmaya çalıştı.
Ancak Esad askerleri onları bulduğunda merhamet etmedi.
Çocuklar öldürüldü, başları kesildi ve ağaç dallarına asıldı.
Yaralılar bile kurtulamadı.
Rejimin askerleri Hama Merkez Hastanesi’ni ele geçirerek hastaneye gelen tüm yaralıları öldürdü. Hama halkı hiçbir şey yapamıyordu.
Herkes evlerinde ölümü bekliyordu.
Esad rejimi, akıl almaz bir soykırım gerçekleştirdi.
1-) 60’tan fazla cami yıkıldı.
2-) Şehrin %75’i yok edildi.
3-) 15 binden fazla kişi kayboldu.
4-) 40 binden fazla kişi hayatını kaybetti.
Bütün bunlar dünyanın gözü önünde sadece 27 gün içinde oldu.
Bu olayları yaşamış Hama halkından bazı yaşlılar “ Eğer size daha fazla detay anlatsam, uyuyamazsınız.” Diyerek zulmün ne denli korkunç boyutlarının olduğunu anlatmaya yeterdir.
O yüzden Hama halkına bu yapılanlar unutulamaz.
Bu yüzden Suriyelilerin acısı hiçbir şeye benzemez.
Esad ailesinin vahşeti ise Siyonistlerin bugün Filistin de yaptıklarından çok da farklı değildir.
Kedilere, köpeklere, balinalara, kara batak kuşlarına yapılan zulümleri gören, işiten, onlar için göz yaşları döken Batı Dünyası, 1970 den ölüm tarihi olan 2000 yılına kadar Devlet Başkanlığı yapan Hafız Esad’ ın bu zulümlerini, tıpkı Saray Bosna’ da, Filistin’ de, Arakan’da, Doğu Türkistan’ da yapılan katliamlarda olduğu gibi bu zulümleri de maalesef ne hikmetse ne görmüş ne de duymuştur. Karabatak kuşlarına çok ağladıklarından bu zulümler için dökecek göz yaşları da kalmamıştır (!!!).
İşin ilginci Halep’in rejimin elinden alınmasından bir gün sonra Halep’te kiliseler ve havralarda ayinler serbestçe yapılmaya başlandı. Ne yazık ki her zaman olduğu gibi yine Batı Dünyası bizleri şaşırtmadı ve zerre kadar da olsa bir tebrik etme tavrı gösteremedi.
İran basını da “ Şiilerin hiç birine dokunulmadı, zulüm yapılmadı ve zarar verilmedi.” diye başlıklar atarak, bir yerde şiilerin başka gruplara yaptıkları zulümleri eziyetleri kabul edercesine muhalif grupların insani tavırlarını okuyucuları ile paylaşmak zorunda kaldılar.
Suriye’de iktidardaki Esed ailesi nusayridir. Nusayrilik 9. yy'da ortaya çıkmış batını ve sapkın, aşırı sapık bir mezheptir. Allah'ın (haşa) Hz Ali'ye hulul ettiğine yani Hz Ali’ ye dönüştüğüne ( Hz.Ali olduğuna) ve reenkarnasyona inanıyorlar. İnançlarına göre insan 7 kere reenkarne olur tekrar dünyaya gelir
- Haçlı seferleri sırasında müslümanlara karşı haçlılarla işbirliği yapıp müslüman katliamlarına yardım ediyorlar. Hz isa'nın doğum gününü kutlayan bir bayramları var.
- Haçlılar çekildikten sonra dışlanıyor Müslümanların arasına karışamıyorlar. Dağ köylerinde yüzlerce yıl izole ve fakirlik içinde yaşıyorlar.
- İbn'i Teymiyye kendileri hakkında "yahudilerden ve haçlılardan daha tehlikeli" diyor. Kur'an'a değil Kitab-ı Mecmu dedikleri bir kitaba tabiler.
- Osmanlı bölgeyi alınca korunuyor ve zarar görmüyorlar, ancak Tanzimat’la birlikte Müslüman kabul edilip zorunlu askerliğe alınıyorlar.
- Osmanlı bölgeden çekilip Fransa manda rejimi kurulunca Hafız Esad'ın dedesi Fransızlara "Bizi devletin başına getirin, çıkarlarınızı koruyalım" diye başvuruyor.
- Nusayriler çocuklarını askeriyeye gönderiyorlar, 1950'lerde ordudaki Nusayri subayların sayısı 2/3'ü buluyor.
- 1963 Baas darbesini yapıyorlar, Nusayri pilot Hafız Esad 1971'de başka bir darbeyle başa geçiyor. Devleti bir asker Nusayri teşkilatına çeviriyor.
- O günden bu yana bu mezhepçi rejim Sünniler ve diğer grupları ezen, acımasızca katleden bir mezhep rejimine dönüşüyor.. Kendileriyle işbirliği yapan Sünni ailelerle ülkeyi yönetiyorlar.
- 1982'de İhvan teşkilatı Hama'da kendilerine başkaldırıyor. Türkiye'den yardım istiyor ama darbeci mason Kenan Evren başvuranların adını Esad'a vererek öldürülmelerini sağlıyor.
- Hama'da onbinlerce Sünni’yi katlediyorlar. Tam sayı belli değil.
- Aynı rejim 2011'den bu yana 1 milyon Sünni’yi katlediyor, cezaevlerinde ne kadar insan olduğu ise belli değil.
- Sünnilere sistematik tecavüzler ve katliamlar adeta parti politikası haline geliyor. Şam’ da ki 30 bin kişinin kaldığı ve halkın İNSAN MEZBAHASI adını verdikleri Sednaya hapishanesi görüntüleri bütün dünyanın tüylerini diken diken eden görüntülere sahne oluyor. Şayet Şam ele geçirilmeseydi bu anlatılanlara insanların inanması çok güç olur ve rejimi karalıyorlar, yalan söylüyorlar, rejime hakaret ediyorlar diye hükümler verirler ve inanmaları asla mümkün olmazdı.
TARİH BOYUNCA ŞAM NE ZAMAN ALINDIYSA, SONRASINDA KUDÜS FETH EDİLDİ.
1- Hz. Ömer Döneminde 635 yılında Şam fethedildikten iki yıl sonra 637 yılında Kudüs fethedildi.
( 1099 yılında 1.Haçlı savaşında Haçlı Ordusu Kudüs’ de Müslümanları ve Yahudileri kılıçtan geçirdiler. Abdülmelik tarafından inşa edilen Kubbetü's-Sahra kiliseye çevrildi.)
2- Selahaddin Eyyubi 1174 yılında Şam’ı ele geçirdi, ardından 1187 Kudüs 'ü Haçlılardan kurtardı.
3- Memlüklüler Şam'ı 1260 yılında Moğollardan kurtardıktan sonra 266 yıl Kudüs üzerinde hakimiyet kurdu.
4- Yavuz Sultan Selim zamanında 24 Ağustos 1516 yılında Osmanlı ordusu Kilis yakınındaki Dabık Köyü çayırlığında ( Merc, Arapça’ da çayırlık düzlük anlamına gelir) tarihte Mercidabık diye bilinen savaşta Şam fethedilir ve ardından Ortadoğu Bölgesi Osmanlı Devleti’nin egemenliğine girer ve Kudüs artık Osmanlı toprağı olur.
5- Edmund Allenby komutasındaki 97.000 kişilik İngiliz Ordusu Kudüs’ ü ele geçirdi. Kudüs zarar görmesin diye 70.000 kişilik Osmanlı Ordusu savaşı Kudüs dışında yapmış, Yavuz Sultan Selim fethettikten sonra 2 gece kaldığı ve adını Kudüs-ü Şerif olarak değiştirdiği ilk kıblemiz olan Kudüs maalesef 401 yıl 3 ay 6 gün sonra elimizden çıkmıştır.