Doç.Dr. Yunus Emre Tansü / Gaziantep Üniversitesi
Toplumların ve milletlerin yaşadığı coğrafya ve iklim koşulları dillerin yapılanmasında oldukça etkili olmuştur. Mesela Orta Asya’da bulunmayan ve Türklerin Anadolu’ya geldikten sonra tanıdığı bazı hayvan ve bitkilerin isimleri yabancı kökenlidir: ahtapot, çipura, hamsi, istavrit, kefal, levrek, somon, portakal, şeftali, şeker, zeytin bunlara örnek gösterilebilir.
Kente göç ve kentleşme, mekân ihtiyacını ve kaygılarını da beraberinde getirmiştir. Sonuçta bu alanla ilgili kelimeler ya yeniden canlandırıldı ya da yeni kelimeler türetildi. Bu hastalıklara en güzel örnek olan ve Türkçede simge haline gelmiş kelime gecekondu mahallesidir. Türkçede bu kelimelerden türetilen kelimeler de kullanılmaktadır: gecekondulaşma, gecekondulaş, gecekondu mahallesi. Bu sözcükle aynı kavram alanına giren büyükşehir, arazi mafyası, imar affı, imar hakkı, köy kent, kira, kent hakları, uydu kent vb. kavram ve işlemler doğrudan toplumun mekânsal ihtiyaçlarından doğmuştur. Kente göç ve kentleşme. Bu ihtiyaç büyük ölçüde dışarıya yönelik rehberlik, teşvik ve göçten kaynaklandı. Dışarıdan içeriye doğru her türlü yönlendirme ve teşvik sonucunda kent yöneticileri olumlu etkilenir, dil de bundan nasibini alır ve zenginleşir.
Türkçede kentleşme iki yönlü bir eğilimdir. Birincisi, yeni kentin kente göç edenler üzerindeki etkisi; İkincisi, şehre göç edenlerin kente etkisi. Yazım ve eğitimde kullanılan dil için kültür, yönetim, edebiyat vb. bakım açısından şehrin merkezdeki ağzı esas alınmaktadır. Temel alınan bu lehçeye ölçülü (standart) dil adı verilmektedir. Bu, bazı farklılıklara sahip dillerde normal bir uygulamadır. Sovyetler Birliği Türklerinin dilinde Kiril alfabesinin kullanımında ölçülü bir dilin hedeflenmesi farklı bir uygulamaya örnek olarak gösterilebilir. Standart dil, yazının, eğitimin ve resmi yazışmaların ortak dilidir; Bu nedenle kural açıklamaları rehberler ve sözlükler aracılığıyla belirlenmektedir.
Köylerde ve küçük yerleşim bölgelerinde yaşayanların kentlerde ve büyük kentlerde yaşar duruma gelmesi bir dizi ağız özelliklerinin konuşulan dilden başlayarak yazılan dile geçmesi ve ölçünlü dilde yaygınlaşması sonucunu doğurmaktadır. Kentleşmenin en önemli sonuçlarından biri standart bir dilin gelişmesidir. Konsept değişiyor. Çoğunlukla eğitim, kitle iletişim, resmi iletişimde kullanılan ve ‘‘saygın değişken’’ olarak da adlandırılan araçlar ve standart dil toplumun aynı zamanda ortak bir iletişim bölümü oluşturmaktadır. Dil konusunda kentleşmenin etkisiyle büyük dalgalanmalar yaşanmıştır.
Türkiye de 1950’lerden bu yana hızlı bir kentleşme sürecine girmiştir. Nüfusun kentlerde yaşayan oranı, 1950’de %18.7’den 1960'ta % 25.9’a, 1970’te %33.2’ye, 1980’de ise %45.4’e yükselmiştir. Türkiye’deki bölgelerarası dengesizlikle kentsel ve kırsal alanlar arasındaki derin ayrımların, kentleşmeyle birlikte bu kez de büyük kentlere taşınmakta olduğu hemen göze çarpmaktadır. Aynı çelişkiler büyük kentlere, eski tekdüze yapılarıyla çatışan yeni değer sistemlerinin, yeni davranış kalıplarının ağır bastığı bir görünüm kazandırmaktadır
Kentleşme sürecinde ortaya çıkan değişik dilsel davranışlar arasında dilden, yani Türkçe’den daha az yararlanmaya yönelik olanlar en başta dikkati çekmektedir. Bunlar; ya dilin aracılığına hiç başvurmama, bu durum da söz dışı kanalları kullanma, ya da en az düzeyde dilden yararlanma biçiminde belirginleşmektedir. Örneğin kent içi toplu ulaşım araçları olan dolmuşlarda, ödeyecekleri ücretin sürücüye aktarılmasını isteyen yolcular bu isteklerini söze dayalı davranışlardan çok önde oturanın omzuna dokunup parayı uzatarak anlatmakta, böylece dilin aracılığına başvurmayı hiç denememektedir. Kentleşme sürecinde önceleri daha çok kırsal alandan gelenlerin gösterdiği bu davranış, şimdilerde yaygınlık kazanmıştır.
Kentleşme sürecindeki farklı dilsel davranışlar arasında en dikkat çekici olanı, Türkçe konuşanların giderek daha az ‘‘teşekkür’’ etmesi, daha doğrusu bundan çoğunlukla vazgeçmesidir. Başka bir deyişle, bir iyilik veya yardıma karşılık olarak, halkımız genellikle minnettarlığını herhangi bir şekilde ifade etmeyi gereksiz bulur veya en azından umursamaz (teşekkürler!, Allah razın olsun!, Mersi!, teşekkür ederim! vb.). Özellikle gençler arasında ara sıra duyulan ‘‘teşekkürler!’’ (‘‘teşekkür ederim’’ yerine) muhtemelen dili en az kullanma eğiliminin bir başka belirtisidir.
Kentleşme sürecinde, ne tam olarak standart Türkçe olan ne de özgün bir bölgesel varyantın özelliklerini taşıyan, ancak her iki varyantla da ilişkili olan ancak hiçbiri olmayan bir dil kullanımıyla karşılaşılmaktadır. Standart Türkçenin kullanılmasının beklendiği durumlarda dildeki bölgesel özellikler, ilkokuldan üniversiteye kadar iki lehçelilik temelinde planlanan bir Türkçe öğretimi ile azaltılabilir. Böylece okullarda, resmi ilişkilerde, kitle iletişim araçlarında vb. kısacası gerektiğinde standart Türkçe kullanılabilirken, evde, arkadaşlar arasında vb. gibi daha özel gruplarda bölgesel varyantlar/lehçeler kullanılabilir.
Sonuç olarak Türkçedeki bazı değişimler kentleşme olgusuyla paralellik göstermektedir. Kentleşme sürecinde dilsel davranışlar ortaya çıkmış olsa da bu sürecin Türkçede meydana getirdiği değişimler standartlaşma açısından daha önemli olup, dil içi etkileşim bağlamında standart Türkçe hemen her alanda bölgesel farklılıklardan etkilenmiştir. Kanaatimizce, iki değişkenli, her değişkeni yerinde ve gerektiği zaman kullanma bilinci oluşturulup öğretilerek, planlı bir Türkçe öğretimiyle ne standart Türkçe ne de özgün lehçe özellikleri taşıyan kullanımlar azaltılabilir ve kentleşmenin standartlaşma açısından getirdiği olumsuzluklar bir nebze giderilebilir.