Feridun Andaç / Yazar
Gitmeyi seçen; unutmayı, unutulmayı da seçer. Dönüşsüzlüğü öğrenir, bunun imkânsızlığına tutunur. Kendini yersizliğe alıştırır. Yitirilenin ne olduğunu hatırlamak istemez. Ama bir şey var ki; yerinden uzaklaşıp yersizliğe yaklaştıkça, kendine bağlananların neleri içerdiğini belleğine kaydetmeye devam eder.
Gitmeyi seçen, ayrılığı da seçmiştir aynı zamanda. Sızıyı, kanamayı… “Her kopuş bir bağlanıştır.” düşüncesini yaşayarak ezberleyen, kendini yollara katandır kopup giden…
Benim çocukluk yurdum Erzurum’dan kopuşum; bana, yurtsuzluğun dilini öğretmiştir. Yitirilen cennete bir daha dönülemeyeceğini, başka bir yere de adam akıllı bağlanılamayacağını…
Hayatımızı gizliden gizliye sarmalayan, gelip yoklayan her travma; huzursuzluğu, tutunamama duygusunu taşır bize. Ruhumuza siner, başkalaştırır bizi. Var olma düşüncesi, varlık-zaman arasındaki hiçlik barınakları, yaşamımızın sorgulayıcı gücü olarak günümüze ve gecemize ağar durur.
Bu, bir tür “benleşme” sanrısıdır. Tek olma, tekilleşme… Ve bu aidiyetini yitirme duygusu, bir yanıyla da içkörlük ve duygu yitimi getirir.
Belki de yazmayı daha çok bunun için seçeriz. Bir sağalma biçimi/yolu, eylemi olarak değil; dile getirerek gitmek ve yeni bir aidiyet dili yaratmak için.
Çocukluk yurduma her dönüşte (ki, yılda bir-ikiyi geçmez) azalan, tükenen duygunun neleri içerdiğini görmek, ürpertici olmaktan da çıktı benim için. Çünkü, aidiyet duygusunu kuran iki temel olgu var: Aile/çevre/insan ilişkileriniz, bir de bunların var olduğu yer/mekân…
Her birindeki çözülme, azalma, yok oluş, tükeniş, kopuş ve yıkım, sizdeki aidiyet duygusunun da zamanla solgunlaşarak yitmesine neden oluyor.
Modern çağın kaçınılmazıdır bu çözülme…
Toplumumuzun Batılılaşma sanrısı, ne yazık ki, iki arada bir derede bırakmıştır insanımızı. Olgunlaşmadan olmak istemişizdir... Bu da bizi özümüzden koparmış, taklitçi kılmış, yaratıcılığımızı gölgelemiştir.
Kendi değerleriyle var olmak, modernleşme yoluna katılmak, birikimini ortaya taşımak varken; hemen ötekileşmeyi seçmişiz. Bu da; “gemisini kurtaran kaptan”, “her koyun kendi bacağından asılır” ya da “üzümünü ye bağını sorma”larla dolu bir zihniyeti, adeta bilincimize kazımıştır.
Bilgisizlik, eğitimsizlik, tembellik, kadercilik, önyargılarla biçimlenen kör inanç bağlanışı, toplumda derin yarılmalara neden olmuştur.
Sinik, tepkisiz bir toplumun politik arenadaki yararcı anlayışa su taşıması da; kaderci bir toplumun iradesizliğinin yansımasıdır bence.
Sesini yükselteni, “bizden değil” veya “öteki” diye adlandırmak, toplumu aydınlatma bilincini taşıyanı ise “düşman” olarak ilan etmek; yaban bir toplum yaratma veya faşizan zihniyeti egemen kılma çabasıdır olsa olsa.
Ben, bu karanlık düşüncelerin egemen kılınmaya çalışıldığı bir zamanda, çocukluk cennetimden koptum.
Bugün dönüp oraya baktığımda; koptuğum zamanların bugünden çok daha iyi zamanları içinde taşıdığını söyleyebilirim sevgili okurum…
Birkaç gündür, “yitik cennetim” dediğim Erzurum’dayım..