Furkan Alptuğ Yazanel / Klinik Psikolog
Ülkenin kanayan yaralarından ihmal/ istismarın bireysel ve toplumsal etkileri… Dikkat ettiyseniz “ihmal/ istismar” kavramları birbirinden farklı anlamlara gelse de söz konusu iki kavramı “ve” bağlacı ile ayırmadım. Zira bazı kavramlar çeşitli bakış açıları ile ön plana çıkarken, bazılarının geri planda kaldığı düşüncesindeyim. Bu nedenle önemlerinin önceliklendirilmesindeki çarpıklaşmaya dikkat çekmek istedim. Gelelim kavramlara; İstismar… Çoğumuzun kavramsal olarak aşina olduğu ancak pratikte çeşitli sebeplerle uzak kaldığı ya da uzaklaştığı kelime...TDK’ye (2020) göre, “birinin iyi niyetini kötüye kullanma “ ve “sömürme” tanımlandığını, Dünya Sağlık Örgütü’ne (2020) göre ise çocuğun sağlığını, fiziksel ve psikososyal gelişimini olumsuz yönde etkileyen, bir yetişkin, toplum veya ülke tarafından bilinçli veya bilinçsiz olarak yapılan davranışların kabul edildiği bilgisinin yanında fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik istismar şeklinde türlerinin olduğunu bilmekteyiz. Biliyoruz ancak neler yapıyoruz? Tartışılır. Diğer kavram olan ihmal ise bireylerin iyi oluşlarının devamının önüne set çekilmesi, bu tür davranışların devamlılığının sağlanmaması anlamına gelmekle birlikte, fiziksel, prenetal, tıbbi, duygusal, cinsel, eğitimsel ve toplumsal ihmal şeklinde türleri mevcuttur.
Toplumsal olarak, istismar kavramı zihinlerde daha çok fiziksel, cinsel, ekonomik boyutlarıyla tezahür etse de, psikolojik boyutun da en az diğer türler kadar önemli olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Psikolojik boyutu geri planda bırakmak acı gerçeklerle karşı karşıya kalmamıza neden olduğunu maalesef birçok olayda görmekteyiz. Benzer şekilde ihmalde de bu durum geçerli. “Neden bu kavramlar geri planda kalıyor?” üzerine birçok konu başlığı açılıp uzun uzadıya konuşulabilir. Ancak özetle belki önemsiz görülmesi, belki soyut bir kavram olması, belki de sürecin zorluğu… Hangi nedenden olursa olsun bir gerçek var ki yeteri kadar üzerinde durulmadığını düşündüğüm psikolojik ihmal/istismar, gerek bireysel gerek toplumsal şiddetin temelini oluşturan yapı taşlarından birisidir. Dolayısıyla şiddet kavramına değinirken, bu boyutları keskin çizgilerle ayırmak sorunun çözümünü bütüncül görmemizi engelleyecektir.
Şiddet, ihmal/istismara dair gerçekleştirilen araştırmalarda bireysel nedenler incelendiğinde; yoksulluk, yoğun alkol/ madde kullanımı, ekonomik sıkıntılar, aile içi şiddet hormonların etkisine ek olarak kişilik sorunları gibi biyolojik nedenlerin de etkili olduğu belirlenmiştir. Psikolojik boyut ele alındığında ise bireyin doyurulmamış ya da sınır çizilmeden fazlaca karşılanmış, özerklik, özgürlük yetkinlik, ilişkisellik, güvenli bağlanma, başarı, alçalma, otonomi, karşıt hareket geliştirme, savunma, üstünlük sergileme, zarardan kaçınma, düzen, oyun, reddetme, duygululuk, duyguları ve ihtiyaçları özgürce ifade edebilme, gerçekçi sınırlar, öz denetim, yardım isteme, anlayış, cinsellik, güç, eğlence, keşfetme, değerli hissetme, yaşamsal ihtiyaçlar, ait olma, güvenlik, sevgi, saygı ve kendini gerçekleştirme ihtiyacı temel psikolojik ihtiyaçları karşımıza çıkmaktadır ki bu durum bizi ebeveyn (bakım veren) tutumlarına götürmektedir. Yeterince iyi ebeveyn tutumları yerine, ihmal/istismar ve helikopter ebeveyn tutumlarının aktif olduğu bu süreç, söz konusu bireylerin hayata bakış açısını doğrudan etkilemektedir. Bu durum toplumun paslanması ardından çürümesini de aynı oranda etkilemektedir. Dolayısıyla şiddeti destekleyen toplumsal (kültürel) dinamikleri de ele almak, konuyu açıklamak açısından önem arz etmektedir. Şiddetin toplumsal destekçileri; toplumda kullanılan saldırgan dil, kalıplaşmış toplumsal cinsiyet algısı, erkek evladın ve kız evladın yetiştiriliş tarzı; bazı davranışların erkek bazı davranışların ise kadın davranışı olarak nitelendirilmesi, erkeklerin şiddeti normalleştirmeleri ve atasözleriyle desteklenmesi şeklinde ele alınabilir.
Yukarıda bahsettiğim zincirleme bağlantıdan anlaşılabileceği gibi problemlerin herhangi biri diğer bir zincirden ayrı olmadığı gibi çözümü de bağlantılıdır. İyileşme hali toplumun en küçük yapısı olan bireyden aileye, oradan da topluma yansıyacaktır. Tabii ki iyileşme bir süreç gerektirecektir ancak toplum tarafından soyut olduğu düşünülen psikolojik iyileşmenin gözden ırak olması, gönülden de ırak olmasına neden olmaktadır. Söz gelimi kolunuzda bir kırık var. Süreç uzayacak, ameliyat olacağım, alçı takılacak diye tedaviye başlamayacak mısınız? Cevabınız “hayır, başlayacağım” ise psikolojik iyi oluşa dair tedaviyi ötekileştirmenin açıklaması nedir? Bir düşünün…
Son olarak, Amerikalı suç psikoloğu Philip Zimbardo’nun 1969 yaptığı deneyden bahsedeceğim. Kırık pencereler olarak ifade edilen fakat dilimize kırık camlar teorisi olarak geçen teori… Zimbardo, plakası olmayan iki otomobilden birini suç oranının yüksek ve insanların genellikle fakir olduğu Bronx bölgesinde bir sokağa, diğerini de daha elit ve zengin insanların bulunduğu Palo Alto’daki bir sokağa bırakmış. İki aracın da kaputlarını aralık bırakarak gizli kamera ile izlemeye koyulmuş. Bronx’taki araba 3 gün içinde haşat olmuş, yağmalanmış. Diğerine ise bir hafta boyunca dokunan olmamış. Daha sonra Zimbardo, sağlam olan arabanın yanına giderek kelebek camını çekiçle kırıp oradan uzaklaşmış ve bu olay üzerine gayet düzgün giyimli, serseriye benzemeyen insanlar o aracı kısa süre içinde yağmalamışlar. Zimbardo abimiz de şöyle düşünmüş: “Elbette toplumda, Bronx gibi bir mahallede terk edilmiş bir haldeki mülkiyetin daha hızlı sürede parçalanacağı veya çalınacağı inancı yaygındır. Karşılıklı nezaket ve saygı yükümlülüklerinin daha fazla bulunduğu yerlere ise terk edilmiş haldeki bir mülkiyetin kimsenin umurunda olmayacağı düşünülür. Ancak benzer olaylar herhangi bir uygar toplumda da oluşabilir.”
Sosyal bilimciler bu olayı şöyle yorumlamış:
Birkaç kırık penceresi olan bir bina düşünün. Camlar tamir edilmemişse vandallar birkaç cam daha kırmaya meyillidir. Sonunda bina boş ise tüm camları kırılabilir, gecekonduysa belki de yangın dahi çıkarabilirler. “Suçlarla mücadeleyi nasıl başardınız?” sorusuna New York’un efsane Belediye Başkanı Giuliani’nin cevabı ise şöyle olmuş: “Metruk bir bina düşünün. Binanın camlarından biri bile kırılsa, o camı hemen tamir ettirmezseniz, çok kısa sürede, oradan geçen herkes bir taş atıp, binanın tüm camlarını kırar. Ben ilk cam kırıldığında hemen tamir ettirdim. Bir elektrik direğinin dibine ya da bir binanın köşesine, biri, bir torba çöp bıraksın. O çöpü hemen oradan kaldırmazsanız, her geçen, çöpünü oraya bırakır ve çok kısa bir sürede dağlar gibi çöp birikir. Ben ilk konan çöp torbasını kaldırttım.”
Eğer zihnimizin bir yerine, ufacık da olsa kötü bir düşünce barındırırsak, orada kötü düşünce biriktirmeye devam ederiz. Veya vicdanımızı rahatsız eden bir eylem gerçekleştirir ve bu rahatsızlığı görmezden gelirsek, bir süre sonra o eylemi kendi içimizde meşrulaştırmış oluruz. Siz de hem bireysel anlamda hem de toplumsal anlamda çevrenizde ya da içinizde kırılan en ufak camı tamir etmeyi ihmal etmeyin…