27-01-2025 02:27:17 Son Güncelleme: 28-01-2025 16:18:17

Güldal Mumcu Yazdı: Uğur Mumcu’nun Gazeteciliği

"Cumhuriyet, ne hükümet ne parti gazetesidir. Cumhuriyet, yalnızca cumhuriyetin, daha bilimsel ve yaygın tanımı ile demokrasinin savunucusudur" diyedek başladı usta kalem Cumhuriyet serüvenine...
Güldal Mumcu Yazdı: Uğur Mumcu’nun Gazeteciliği

 

Güldal Mumcu / 23 ve 24 Dönem CHP İzmir Milletvekili, TBMM Başkanvekili ve Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı  Başkanı

"Cumhuriyet, ne hükümet ne parti gazetesidir. Cumhuriyet, yalnızca cumhuriyetin, daha bilimsel ve yaygın tanımı ile demokrasinin savunucusudur" diyedek başladı usta kalem Cumhuriyet serüvenine.

Neden Cumhuriyet?

12 Mart dönemi... Yazdığı bir yazı nedeniyle tutuklandı, yargılandı; bu süreç içinde askere alındı, sakıncalı piyade er çıkarıldı. Sonuçta beraat etti. Üniversiteye dönebilir akademik kariyerine devam edebilirdi. Dönmedi. Yaşadığı olaylar ona, gerçekleri en iyi şekilde halka ileteceği yerin gazete olacağını düşündürdü ve bu duyguyla gazeteci olmaya karar verdi. Türk Solu, Devrim, Yeni Ortam gibi gazetelerde kısa sürelerle yazdıktan sonra 1975 yılından öldürüldüğü 24 Ocak 1993 gününe kadar -Milliyet gazetesinde zorunlu olarak yazması dışında- hep Cumhuriyet gazetesinde yazdı. Akademik anlamda hukukçuluğu, araştırıcı yanı; gazetecilik yaşamı boyunca kendisini izledi.

‘Bütün teklifleri reddetti’

Yıllar boyunca kendisine yapılan teklifleri reddederek Cumhuriyet gazetesinde yazmayı sürdürdü. Neden Cumhuriyet gazetesinde yazmayı seçtiğini 8 Mayıs 1984 tarihli yazısında Uğur Mumcu şöyle anlatır:

“Gazetelerin varlık nedenlerini ve amaçlarını bu gazetelerin doğuş koşulları belirler. Cumhuriyet; Kurtuluş Savaşımızın kan ve barut kokan o kutsal kavgaları içinde doğmuş, o günden bugüne ulusal kurtuluş bilincini, Atatürk devrimlerini ve çağdaş özgürlükleri savunagelmiştir. Gazetemizin kökeninde soylu duyguların, özverilerin ve yurtseverlik bilincinin o görkemli harcı yatmaktadır.

…Yunus Nadi’nin Cumhuriyet gazetesindeki ilk başyazısında koyduğu ilkeler bugün de geçerli değil midir?

Cumhuriyet, ne hükümet ne parti gazetesidir. Cumhuriyet, yalnızca cumhuriyetin, daha bilimsel ve yaygın tanımı ile demokrasinin savunucusudur. Cumhuriyet ve demokrasi düşüncesi ve esaslarını çiğneyen ve yıkan, yıkmaya çalışan her kuvvetle mücadele edecektir.” (Cumhuriyet, 8 Mayıs 1984)

Cumhuriyet gazetesinin kuruluş ilkeleri onun gazetecilik yaşamı boyunca önem verdiği değerler olmuştur.

Uğur Mumcu gazeteciliği, 1961 Anayasası’nın tanıdığı özgürlük ortamında benliğini bulmuştur. Devrim dergisi ile olgunlaşmaya başlayan, anti-emperyalist, bağımsızlıkçı, devrimci ve toplumcu bir gazeteci benliğidir bu. Bu açıdan bakıldığında, Uğur Mumcu gazeteciliği işlevselcidir, toplumu bilgilendirme ve aydınlatma sorumluluğu üzerinde temellenir. Ona göre, bir gazeteci varsayımlarla uğraşmamalı ve ideolojik ya da siyasal saplantılarla gerçekleri ve olayları çarptırmamalıdır. Böyle bir yolu bir gazeteci için hiç de güvenli bulmaz. Bir gazetecinin her şeyi bilemeyeceğini; bilgi ve haber kaynaklarına ulaşıp bu kaynaklardan topladığı bilgi ve haberleri okurlarına sunması gerektiğini ve yorumlarını da gerçeklere, olaylara, olgulara dayandırırsa, inandırıcı olacağını söyler.

Belgesiz yazmadı

Uğur Mumcu, İpekçi cinayetinin yaklaşık beş bin sayfayı bulan dava dosyasının silik kopyalarını gözünün bir numara artması pahasına defalarca okuyarak cinayetin işlendiği olay yerinde Ağca’nın yalnız olmadığını, İpekçi’ye çapraz ateş edildiğinin bilgisini elde etmiş ve bu bulgularını kamuoyu ile paylaşmıştır. Belgelere dayalı yazdığı bu yazılar sonucu, İpekçi cinayetinin ikinci davası açılmıştır. Bu konuyla ilgili Ağca Dosyası ve Papa Mafya Ağca adıyla iki araştırma kitabı yayımlamıştı. Papa Mafya Ağca kitabında, Ağca’nın olay yerinde Oral Çelik’le beraber bulunduğunu, cinayeti Oral Çelik ve Mehmet Şener’in birlikte planladığını, Ağca’nın bu ikilinin emrinde görev yapan bir militan olduğunu yazmıştır.

Tüm bu çalışmaları yaparken üzerinde araştırma yaptığı birçok konuda olduğu gibi, İpekçi konusunu sıkça gündeme getirince, “başka konu yok mu” diye eleştirilerle karşılaşmıştı.

Oysa “fikri takip”in gazeteciliğin önemli bir yöntemi olduğunu biliyordu:

“Eskilerin ‘fikri takip’ dedikleri, olayları izleme yöntemi vardır. Bir olayı yazdınız, sonra ne oldu? Olay nasıl sonuçlandı? Olaya kimler, ne ölçüde karıştı?

Bu soruları sormaya ve ipuçlarını bu soruları sorup ele geçirmeye başladınız mı, olaylar yavaş yavaş aydınlanır. Olay aydınlanınca da birçok kişi tedirgin olur.

Bu konuları köşenizde sık sık yazarsanız okuyucu sıkılır. Ve haklı olarak ‘Başka konu yok mu?’ diye söylenir. Köşe yazarı bu durumda peşine düştüğü olayı bir yana bırakacak mıdır? Hayır bırakmayacaktır.” (Cumhuriyet, 20 Kasım 1985)

Mumcu gazeteciliği

12 Mart döneminde bizzat kendisinin de yaşadığı gözaltına alınma, tutuklanma, yargılanma ve sakıncalı askerlik gibi baskıcı uygulamalar Mumcu gazeteciliğinde var olan sorgulayıcılığı, araştırıcılığı kamçılamış ve ince eleştirel zekâsını da beceriyle kullanmasına yol açmıştır. Zaman zaman çok sert ve ödünsüz yazılar, kimi kez alayla karışık kara mizaha dönüşüverir. Ancak her tür yazı biçeminin amacı tektir: İvedilikle demokratik yönetime ve basın özgürlüğüne kavuşmak. Uğur Mumcu şöyle der: “Basın özgürlüğü, demokrasinin temellerinden biridir. Kamuoyunu oluşturan ve ifade eden basın, tarihin her devrinde tartışma konusu olmuştur. Basın özgürlüğünün kısıtlandığı dönemlerde demok-ratik gelişim durmuş, totaliter eğilimler güçlenmiştir. Basın özgürlüğünün gelişimi ile demokratik ilkelerin yerleşmesi arasında zorunlu bir bağ vardır.” (Cumhuriyet, 16 Mart 1980)

1970’li yılların ortasından başlayarak giderek yoğunlaşan kanlı ortam, Uğur Mumcu gazeteciliğinin işlevselci, araştırmacı yanının güçlenmesine yol açar. 1 Mayıs gibi, Kahramanmaraş gibi katliam boyutuna ulaşan olaylar, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, Abdi İpekçi’nin öldürülmesi gibi toplumu sarsan olaylar da bu cinayetlerin derinlemesine araştırılmasını getirir. Mumcu gazeteciliği o dönemi söyle sorgular: “Bir yanda binlerce silah ve milyonlarca mermi, öte yanda ‘sıkıyönetim, silah kaçakçılığı davalarına bakamaz’ diyen yüksek yargı kararları… Bir yanda sosyete cinayetlerinde konuşturulan hünerli gazetecilik, öte yanda silah kaçakçılığı karşısında susan, ağzını açmayan basın ahlakı…” (Cumhuriyet, 4 Temmuz 1980)

Her şeye yüzeysel bakmaya alıştırıldığımız günümüzde, haberleri içeriklerinden yoksun, saptırılmış ve yönlendirilmiş olarak sunan gazetecilik anlayışı, "fikri takip"i de artık unutmuş görünüyor.

12 Eylül, işkencesi, idamları, siyasi davaları ile toplumun üzerine karabasan gibi binmesine karşın Uğur Mumcu gazeteciliği, işlevselliğini hiç yitirmez. Basının sindirildiği, birçok aydının susturulduğu ya da sustuğu bu dönemde Uğur Mumcu gazeteciliği, DİSK davası gibi, Barış Davası gibi tümüyle siyasi davaların askeri savcılarını doğrudan eleştiren yürekli yazıları ile dimdik ayaktadır. Şu sözler onundur:

“Basın özgürlüğünü kısıtlayan sınırların hukuk devletindeki yeri ile polis devletindeki yerleri ayrıdır. Hukuk devleti sınırları içinde polis devleti yöntemlerine başvurulursa, bütün demokratik kuruluşların ve yayın organlarının bu tür uygulamalara karşı çıkmaları gerekir.” (Cumhuriyet, 15 Temmuz 1978)

Mumcu gazeteciliği bugüne ışık tutuyor

Toplum, 24 Ocak kararları denilen ekonomik seçeneğin katıksız bir faşizan yönetime yol açacağını Uğur Mumcu gazeteciliğinden öğrenmiştir. Tıpkı 12 Eylül askeri darbesinin ardından gelen Özal iktidarının arabesk-liberalizminin Türkiye’yi çıkmaz sokağa saptıracağını öğrendiği gibi. Mumcu gazeteciliğinin, eleştirdiği o ekonomik modeldir ki, ülkemizi bugünkü duruma, yüz milyarlarca dolar iç ve dış borca sürüklemiş, uçurumun eşiğine getirmiş, şeriat özlemcilerini kışkırtmış; dinci partilerin giderek büyümesine ve sonunda da tek başlarına iktidara taşınmalarına yol açmıştır.

Uğur Mumcu gazeteciliğinin bağımsızlıkçı yanı, ulusötesi çıkar çevreleri ve güçlerini sorgulayan anti-emperyalist yanı, 1980 sonrası giderek yükselen ayrılıkçı terörü, tarihsel köklerini ve güncel bağlantılarını belgeleriyle ortaya koymasını bilmiştir. Mumcu’nun ölümünden bir süre önce peş peşe Kürt ayrılıkçı örgütleri ile ilgili yazdığı yazılar, Kürt İslam Ayaklanması kitabı, biraz önce dile getirdiğimiz yanının seçkin örnekleridir.

Ermeni terör örgütü ASALA’nın, 1980’li yıllarda PKK terör örgütüyle bir araya gelerek ortak eylem kararı aldıkları, daha sonra bu terör örgütlerine 1990’lı yıllarda Hizbullah’ın da katıldığı ilk olarak onun yazılarında gözler önüne serildi. Dünyanın ve Türkiye’nin karanlık yüzünde gördüklerini, araştırmaları sonucu bulduklarını, hep okurları ile paylaştı.

Uğur Mumcu gazeteciliği, bugüne ışık tutan yanı ile günceldir, bugün de soluk alır. Örneğin, 1991 Körfez bunalımı sırasında ABD’nin ve diğer emperyalist güçlerin Ortadoğu ve Türkiye sınırlarındaki coğrafyayı yeniden yapılandırma çabalarının bugüne yansımaları Uğur Mumcu’nun kaleminde somutlanmıştır.

“ABD, bilardo sopası ile Irak’ı vuruyor; Irak topu Kürt topuna vuruyor. Kürt topu da Kıbrıs topuna! Bu ‘zincirleme reaksiyon’ Türk dış siyasetinin ‘manevra alanını’ iyice daraltıyor.” (Cumhuriyet, 16 Mart 1991)

“ABD’nin yeni ‘Körfez Doktrini’ bölgeye Birleşmiş Milletler ve NATO’yu da kullanıp müdahale etmek, sonra da bölgenin tek ‘egemen süper devleti’ olmaktır. Bunun adı ‘emperyalizm’dir. Emperyalizmin de oyunu çoktur. Hem oyunu çoktur hem de işbirlikçileri boldur.” (Cumhuriyet, 25 Ağustos 1990)

“Önce Şah’ı Dr. Musaddık’a, sonra Kürtleri Bağdat rejimine, daha sonra Saddam’ı Humeyni’ye karşı kullanan ABD, Saddam’ı devirirse bütün gücüyle İran’daki İslam Cumhuriyeti’ni de devirmeye çalışacak. Hangi rejim, Ortadoğu’da ABD egemenliğine karşı çıkarsa, o rejim yıkılacak.” (Cumhuriyet, 20 Ocak 1993)

‘İnsan ya gazeteci olur ya da işadamı’

Bu, bir kehanet değildir elbette, araştırmacılığın ve bilginin bilinçle yoğrulması sonucu ortaya çıkan bilimsel öngörü ve önsezidir.

Son 20-25 yıl, Türk basın yaşamı önemli bir altüst oluşa tanıklık etmiştir. Bu 20-25 yılın ilk 10 yılındaki değişimlere ve dönüşümlere Uğur Mumcu çoğu kez değinmiştir. Genellikle gazeteci ailelerin elindeki basın-yayın yaşamının holdingleşmesi, işadamlarının eline geçmesi olarak tanımlayacağımız bu dönem sonuçta tekelleşmeyle ve “siyaset-ticaret-medya” üçlemesinin işbirliği ile sonuçlanmış görünüyor. Uğur Mumcu gazeteciliğinin “Gazetelerin, işadamları ve müteahhitler eliyle basın dışı alanlardaki kazanç kapılarının kalkanı olarak kullanılması, hiç şüphesiz, basın özgürlüğü için çok olumsuz bir gelişme olmuştur” (Cumhuriyet, 25 Mart 1981) diye tanımladığı bu süreçte, Uğur Mumcu gazeteciliğini yok saymaya kalkışanlar bile çıkmıştır. Uğur Mumcu gazeteciliğinin demode, hatta müzeye kaldırılması gereken bir yöntem olduğunu ileri süren medya yöneticilerinin, işadamları örgütlerinin üyesi olmakla övünmeleri de işin ayrı bir yönüdür. Bu tür medya yönetmenlerinin Uğur Mumcu gazeteciliğini bir vicdan azabı gibi içlerinde taşımaları doğaldır. Çünkü Mumcu zamanında, “İnsan ya gazeteci olur ya da işadamı. Ticaret sicili mi, sarı basın kartı mı? İnsan seçimi buna göre yapmalıdır. Hem işadamı, hem gazeteci olmaz. Olursa da böyle olur!” demiştir. (Cumhuriyet, 10 Aralık 1983) “Gazetelerin, gazetecilik alanı dışındaki amaçlarla uğraşmaları, böylece bu amaçların birer organı haline gelmeleri basın için en büyük tehlikedir. Basın özgürlüğü, haberleri serbestçe elde edip yaymak ve her türlü düşünceyi yine serbestçe elde edip yaymak ve her türlü düşünceyi yine serbestçe dile getirmek demektir. Şirketleşme ve holdingleşme demek değildir!” demiştir... (Cumhuriyet, 20 Ocak 1982)

‘Basın özgürlüğü halkın özgürlüğüdür’

“Basındaki holdingleşme ve tekelleşme önlenmezse, basını ve basın özgürlüğünü korumanın ve geliştirmenin hiç olanağı yoktur. Basında holdingleşme bir yana, siyasette holdingleşmenin başladığı bir dönemde ilerisi için iyimser olmak, inanınız çok güçtür. Demokrasiden, emekten, halktan, özgürlükten ve bağımsızlıktan yana olan ilerici basın olarak, insanı karamsarlığa iten bütün bu güç koşullara karşın sizlerden güç ve destek alarak dün ve bugün olduğu gibi yarın da başımızı dimdik tutmaya devam edeceğiz. Çünkü basın özgürlüğü, Sirkeci sermayesinin, türedi holdinglerin değil halkın özgürlüğüdür” de demiştir...(Cumhuriyet, 15 Ekim 1983)

‘Basının üzerindeki iki tehlike’

“Basın özgürlüğü bugün için iki tehlike ile karşı karşıyadır. Birinci tehlike, devletin basın özgürlüğü üzerindeki kısıtlayıcı ve yasaklayıcı tavrıdır. İkinci tehlike, basın organlarını ele geçirecek ve basında tekelleşme yaratacak olan holdingleşmedir. Bu durumda da basın özgürlüğü, sermayenin baskısı altında tutulacak ve belli iş çevrelerinin güdümü, basın özgürlüğünü iyice yok edecektir” (Cumhuriyet, 30 Haziran 1983) diyen Uğur Mumcu’nun bir işaret fişeği gibi yıllar önceden günümüze gönderdiği bu uyarıların çoğu bugün gerçektir, vardır, olmuştur, olmaya da devam etmektedir. Uğur Mumcu’nun dediği gibi, iktidar günümüzde erkini kullanarak basın kurumları üzerinde hukuk dışı, mali uygulamalarla basın özgürlüğünü dolaylı olarak kısıtlayıcı ve yasaklayıcı bir tavrın içine girmiştir. Bunun yanı sıra iktidar, basının el değiştirmesi için tüm erkini kullanmış ve kullanmaya da devam etmektedir.

Uğur Mumcu yılmadan usanmadan hepimizi düşündürmeye, aydınlatmaya ve uyarmaya çalıştı. Sizce boşa mı zahmet etti?

Uğur Mumcu gazeteciliğinin gücü buradadır ve o gücü de araştırmacı, sorgulayıcı mantıktan almaktadır. Mumcu demiştir ki: “Türkiye’de genel söz devri kapanmıştır. Düşünce üreten, bu düşünceleri soyuttan somuta indirmek ve her konuyu araştırma ve inceleme süzgecinden geçirmek zorundadır. Bunu yapmazsa söylenen genel sözler, sabah kahvelerinin köpüğü gibi ancak bir yudumluk ve tadımlık zevk verir. Ama kahve falı bile köpüğe değil, fincanın dibinde kalan telveye bakılarak okunur.” (Cumhuriyet, 9 Şubat 1984)

Uğur Mumcu gazeteciliği, Uğur Mumcu kişiliği ile birdir. Birbirini tamamlar ve birbirinden ayrılamaz. Her ikisi de sıra dışıdır, farklıdır, öncüdür, örnektir. Uğur Mumcu gazeteciliği ile Uğur Mumcu kişiliği der ki: “İsterler ki susalım; isterler ki yazdıklarımızın hiçbiri, hele bu dönemde yazılmasın. Bunun içindir ki, bizleri susturmak için türlü yollara başvururlar. Bizleri susturmak için başvurdukları ve ellerine yüzlerine bulaştırdıkları sinsi girişimleri ile ilgili ipuçları ellerimizdedir! Bunu da bilir, bunların açığa çıkmaması için köşelerinde kıvranıp dururlar.

Evet yazacağız, susmayacağız. Bütün yolsuzlukları, kaçakçılıkları, pislikleri, cinayetleri tek tek sergileyeceğiz.” (Cumhuriyet, 4 Şubat 1981) Uğur Mumcu, hepinizin bildiği gibi öldürüldüğü güne kadar, bu ülkede yaşadığımız olayların perde arkasını, kamuoyundan saklanmaya çalışılan gerçekleri bütün belgeleriyle ortaya koymuş, yılmadan ve usanmadan hepimizi düşündürmeye, aydınlatmaya ve uyarmaya çalışmıştır. Yazı ve araştırmaları günümüzü anlamamızda bize yol göstermeye ve uyarmaya bugün de devam ediyor.

‘Hem işadamı hem gazeteci’

Günümüzde eleştirilen gazeteci tipinin gelişini daha 80’li yılların başında tespit eden Uğur Mumcu, şu saptamayı yapmıştır:

“Devekuşu için ‘ne kuştur ne deve’ derler; bizim yeni gazeteci tiplerimiz de böyledir. Hem işadamıdırlar hem de gazeteci… Ama ne zaman gazetecidirler ne zaman işadamı olurlar, bunu kestirmek çok güçtür. Zaman zaman gazetecilik yerine işadamlığı yaparlar. Dünyaları iş çevrelerinin rüzgârlarıyla dolar, olaylara işveren gözlüğü ile bakmaya alışırlar. Beyin hücrelerine ticaret sicili bulaşmıştır; olaylara para ve sermaye açısından bakıp yorumları bu dünyanın koşullarına uydururlar.” (Cumhuriyet, 10 Aralık 1983)

Uğur Mumcu, yaptığı bu saptamayla yetinmeyip bu tiplerin basında yer alma serüvenlerini “Sakıncasız” adlı tiyatro yapıtıyla da sergilemiştir. (Sakıncasız, Kasım 1984)

“Türk basını, tarihinde daha önce tanık olmadığı bir dönemi yaşıyor. Holdinglerin basına el attıkları, yönlendirdikleri, etkiledikleri ve basına yeni bir biçim ve öz verdikleri bu dönem, nerede ve nasıl sergilenmelidir?

...Basının kendi kendini eleştirmesi, çoğu kez ‘kişisel polemik’ gibi görünüyor. Böyle olmasa bile böyle niteleniyor, böyle gösteriliyor. Kaldı ki, holding basınını eleştirecek yayın organı da pek kalmış değildir. Çünkü sık sık şirket batırıp ‘ödeme güçlüğü içine düşen’ holdinglerimiz, gazete sahibi olmakta pek hünerli davranmışlardır. Hem böyleleri için karada ölüm de yoktur. Devlet bankalarına sırtınızı dayarsınız, sıkışınca, gazeteyi bir başka holdinge devredersiniz, borç yükünüz devlet bankalarının sırtında kalır, eldeki gazete yine ‘piyasa ekonomisinin faziletinden’ söz eden satırlar döktürür, olur biter.

...Bu yeni oluşumun altyapısını böyle kurdunuz mu, kolay; sonra bu yayın organlarının başına gazetecilik alanı dışında eğitilmiş uzmanları getirirsiniz. Çünkü gazete, büyük kazançların perdesidir. Ve bu yayın organlarını ancak ‘tüccar kafalı’ yöneticiler yönetmelidir. Böyle yaparsanız, bir deneyimli gazetecinin dediği gibi ‘Sirkeci sermayesi’ artık Babıâli’ye girmiş ve bütün kaleleri tek tek ele geçirmeye başlamıştır. Bu ‘tüccar kafası’ basın özgürlüğünü, ‘baht ve talih oyunları’ ile harmanlamış ve ‘köşe dönme’ edebiyatıyla cilalamıştır.

…Türkiye son yıllarda baş döndürücü gelişmelere tanık oldu. Ben, altmışlı yıllardan bu yana, okuyan, düşünen, tartışan ve yazan bir insan olarak bu depremlerin çoğunun içinde yaşadım. Birçok şaşırtıcı gerçeği gözlerimle gördüm, mangalda kül bırakmayan nice keskin devrimcinin holdinglerde kompartıman kapmak için hangi kılıklara girdiklerini içim kan ağlayarak izledim. Devrimci inançların bayrakları gibi dalgalanan yazarların, göz açıp kapayıncaya kadar geçecek bir zaman içinde nasıl işveren sofralarında birer buruşuk peçete olduklarını görmenin acısını yüreğimde duydum.

Bu oyunu niçin mi yazdım? İşte bunlar için… Bunları, toplumda sergilemek istiyordum. Hem, basındaki yeni oluşumun görüntüsünü vermek hem de bu yeni oluşum içindeki kişilik yapılarını sergilemekti amacım. Oyunu niçin mi yazdım?

Döneklerin bilinçaltındaki birtakım inançlara fener alayları düzenleyip holding basınını bu curcuna içinde tanıtmak için…

Boşa zahmet ettiğimi hiç sanmıyorum!”

Sizce Uğur Mumcu boşa mı zahmet etti?

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 257 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI