04-10-2024 20:24:48 Son Güncelleme: 04-10-2024 20:34:48

İTÜ'den Doç. Dr. Eminalp Malkoç anlattı: Türk tarihinin şanlı destanı Büyük Taarruz nasıl kazanıldı?

Durum ve şartlar ne olursa olsun, vatan ve istiklal söz konusu olduğunda her Türk'ün gücünü ve imkanlarını sonuna kadar nasıl kullanabileceğini gösteren eşsiz bir destan olan Büyük Taarruz ’a giden yolda neler yaşandığını ve şanlı zaferin nasıl kazanıldığını İstanbul Teknik Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Eminalp Malkoç www.yolcutvhaber.com’a anlattı.
İTÜ'den Doç. Dr. Eminalp Malkoç anlattı: Türk tarihinin şanlı destanı Büyük Taarruz nasıl kazanıldı?

Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Türk ordusunun 26 Ağustos’ta başlayıp 30 Ağustos Zaferi ile sonuçlandırdığı Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi, dünya tarihinin gördüğü en büyük kahramanlık destanlarından biri olarak tarihe geçti.

Durum ve şartlar ne olursa olsun, vatan ve istiklal söz konusu olduğunda her Türk'ün gücünü ve imkanlarını sonuna kadar nasıl kullanabileceğini gösteren eşsiz bir destan olan Büyük Taarruz ’a giden  yolda neler yaşandığını ve şanlı zaferin nasıl kazanıldığını İstanbul Teknik Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Eminalp Malkoç www.yolcutvhaber.com’a anlattı.

 

Kütahya Eskişehir Savaşları’nda daha doğudaki merkezlere çekilmesi düşünülen TBMM’de 30 Ağustos’a giden süreçte neler yaşandı? Mustafa Kemal hangi zorluklarla ve muhalif düşünceler ile karşılaştı?

Mustafa Kemal Paşa, ulusal kurtuluş örgütlenmesi/mücadelesi fikriyle Anadolu’ya adım attığı andan itibaren çok kısıtlı kaynakları, en verimli düzeyde kullanması gerektiğinin farkındaydı. Nitekim Anadolu’ya çıktıktan sonra adım adım varolan bütün direniş örgütlerini birleştirmeye girişmişti. Bu bağlamda Amasya Genelgesi’yle yeni bir ufka yelken açılışı resmi olarak ilan ederken kuşkusuz bağımsızlık mücadelesini de kurumsallaştırmaya yönelmişti. Erzurum Kongresi’nde örgütlenmenin daha bölgesel modeli ortaya çıkarken bu model Sivas Kongresiyle Anadolu ve Rumeli’ye yaygın hale getirilmişti ki 16 Mart 1920’de Şehzadebaşı Karakolu’na düzenlenen kanlı ve onursuz baskınla İstanbul’un işgalinin resmileştirilmesinin ardından Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla örgütlenme artık devletleşme düzeyine sıçrayacaktı. Bu gelişmeler, bağımsızlığa ancak savaşılarak ulaşılabileceğini açıkça ortaya koyduğundan Ankara öncelikli olarak ülkede Meclis’in devletsel otoritesini, birlik, bütünlük içinde hareket edilmesini sağlamaya ve ayrıca ordusunu şekillendirmeye gitmişti.

İnönü Savaşlarındaki Türk başarısı, Yunanistan tarafı için adeta uyarı olmuş çok daha hazırlıklı olarak saldırdıkları zaman Kütahya-Eskişehir Savaşları yeni kurulan orduyu kaybetme ihtimalini doğurmuştu. Burada iki noktayı hatırlatmak gerekir; öncelikle çok sınırlı kaynaklara bağlı olarak Mustafa Kemal Paşa’nın elinde bir silah bir mermi vardı ve tek isabetli atış yapmalıydı. Kuşkusuz bu anlayış, Büyük Taarruz’da alınan risk açısından da anlamlıdır. İkincisi; Mustafa Kemal Paşa’nın hayatına bakıldığında şu görülebilir: Asla başkasının mücadelesini vermiyor her koşulda kendi savaşını/mücadelesini yürütmüştür.

Yanlış anlaşılmaması açısından bunu açmakta fayda var. Kütahya-Eskişehir Savaşlarının şartlarını Yunan tarafı hazırlamıştı. Dolayısıyla Mustafa Kemal Paşa, onların kurguladığı, şartlarını oluşturduğu mücadeleye girmez. Bir çok kez yaptığı gibi geri çekilir ve kendi şartlarını oluşturur; kendi mücadelesini verir. İşte Sakarya Meydan Muharebesi’ne biraz bu açıdan bakmak gerekiyor.

“Milli Mücadele Varoluş Savaşı Kimliği Kazanmıştır”

Öte yandan orduyu hızla geri çekmesi, sorunuzda da belirtildiği üzere Meclis’te Kayseri’ye taşınma gibi fikirleri ortaya çıkardı. Bu arada Mustafa Kemal Paşa, Ağustos’un ilk günlerinde kanunla 3 ay için Başkomutanlığı üstüne alarak yani sorumluluğu üstlenerek hazırlıklara başladı. Tekalif-i Milliye emirleri yayınlandı yani halka kritik bir dönemde ulusal yükümlülükler getiren uygulamaya gidildi. Bu uygulamaya halkın verdiği destek son derece belirleyicidir; çünkü bağımsızlık mücadelesi artık tam anlamıyla haklı ve halklı bir mücadeleye dönüşmüştür. Sevres’in yokedici kimliğini/içeriğini düşündüğünüzde Anadolu’daki gelişmeler tam anlamıyla varoluş/yaşam savaşı kimliği kazanmıştır.

Türk ordusu, Sakarya Meydan Muharebesi’ne bütün vatanı karış karış savunma talimatıyla çıkmıştı. Bu talimatla elde edilen zafer sonrası Mustafa Kemal Paşa ve komuta kadrosu hedefi artık ülkeyi kurtarmanın son adımını atmak ve yapabildikleri ölçüde gizlilik içinde hedef için hazırlanmaktı.

26 Ağustos Büyük Taarruz ile başlayan süreç 30 Ağustos’ta Büyük Zafer’e oradan İzmir’in kurtuluşu ve 11 Ekim 1922’de Mudanya Ateşkes Anlaşması’nda sonlanıyor. Bu süreç içinde savaş meydanları dışındaki siyasal arka planı nedir?

Sakarya Meydan Muharebesi ardından askeri hazırlıkların tamamlanması bir yıl sürmüştü. Bu arada Meclis’te bazı kesimler bir an önce harekete geçilmesini istiyordu. Öte yandan özellikle muhalif İkinci Grup’tan sert eleştiriler gelmişti. Oysa Sakarya’daki zaferin ağır da bir bedeli vardı. Ordu, ortaya çıkan kayıp ve eksikliklerini gidermek zorundaydı. Bu arada Mustafa Kemal Paşa’yı pasifize etmek için girişimler sahnelendi. Başkomutanlığı düşürülmeye/engellenmeye çalışıldı ki böyle girişimler yine onun sorumlu ve kararlı stratejileriyle engellendi.

Bu dönemde ilginç bir süreç Avrupa’da yaşandı. Meclis’in Hariciye/Dışişleri Vekili (Bakanı) Yusuf Kemal Bey elde edilen zaferin siyasi sonuçlarına ulaşmak için Avrupa’da diplomatik bir seyahat gerçekleştirdi. İstanbul’da Sultan Vahdettin ile görüşüp onu da temsil yetkini almak istedi. Oysa padişah oldukça hazmedilmesi sert bir tepki verirken İstanbul Hükümeti, Hariciye Nazırı Ahmet İzzet Paşa’yı Yunan arazisi üzerinden Avrupa’ya gönderecekti. Dolayısıyla kısa bir dönem, Avrupa’da iki dış işleri bakanı temaslarda bulundu. Zaten böyle bir durumun varlığı diplomatik temasların sonuçları hakkında da en baştan fikir vermektedir.

Ankara cephesinde ise futbol maçı seyretme örneklerinde görüldüğü üzere her türlü hazırlık bir şekilde örtülerek gizlilik içinde tamamlandıktan sonra 26 Ağustos sabahı Büyük Taarruz başlatıldı. Başkomutan Meydan Savaşı’nın ardından -1925 yazında Cumhuriyet gazetesinin grafik çizimle sembolize/resm ettiği- Akdeniz’e (Ege Denizi) ilerleme emri verilmişti.

Cumhuriyet, 31 Ağustos 1925

Türk orduları 1923 yılına ait Tevhid-i Efkar gazetesinin krokileştirdiği çizimde de görülebileceği üzere 400 km’yi aşan (gazeteye göre 420 km) bir ilerleyişle Yunan ordusunu Anadolu’dan çıkartmıştı. Ulaşılan bu sonuçta başında Fahrettin Paşa’nın bulunduğu Türk süvarilerinin inanılmaz katkısı bulunmaktaydı.

Kesin sonuca ulaşmak için risk de içeren plan göz kamaştırıcı bir başarıya ulaşmıştı. Türk birliklerinin ilerleyişi İtilaf Devletlerinde özellikle İngiltere’de telaş yaratmıştır. Türk birliklerinin durmadan ilerleyişi, İngiliz tel örgülerine dayanması Çanak Krizini ortaya çıkaracaktı. Nihayet Türk birlikleri verdikleri göz dağıyla birlikte Eylül sonunda Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle duracaklardı.

Tevhid-i Efkar, 26 Ağustos 1923

Mudanya Ateşkes Anlaşması’nda İsmet Paşa’ya görev verilmesinin nedeni nedir? Yunan ve İngiliz tarafı bu anlaşma ile Türkiye’nin varlığını siyasal olarak ilk defa kabul etmiş diyebilir miyiz? Anlaşmada Türkiye’ye olan bakış, Osmanlı Devleti’nden ayrı mıydı?

Ateşkes anlaşma ve görüşmeleri, farklı nedenlerle yapılabilir ve genellikle askeri niteliğe/içeriğe sahiplerdir. Mudanya Ateşkes Antlaşması da Türk tarafının Boğazlar üzerinde baskısının yaşandığı bir dönemde kararlaştırılmıştı. 3 Ekim 1922’de başlayan Mudanya Konferansı’na Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa başkanlığındaki askeri kurul ile İngiltere, Fransa ve İtalya’nın İstanbul’daki işgal kuvvetlerinin komutanları katılmışlardı. 5 Ekim’de kriz yaşanmış ve Türk birliklerine Boğazlar yönünde ilerleme emri verilmişti. Bunun baskısıyla İtilaf cephesi görüşmelere dönmüş ve 11 Ekim’de Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalanmıştır. Türk tarafı Doğu Trakya yani Meriç ve İstanbul arasındaki bölgenin kendisine devrine odaklanmış; barış konferansının yükünü azaltmayı amaçlamıştır ki Mudanya’da istediği stratejik sonuca ulaşmıştı. Yunan cephesi konferansa katılmamış; İtilaf temsilcileriyle sık sık temas kurmuşlar ve nihayet antlaşmayı imzalamak durumunda kalmışlardı.

“Saltanatın kaldırılması İtilaf Devletlerinin kozunu elinden aldı”

1921 yılının ilk aylarında Londra Konferansı sürecinde Ankara’yı resmen tanımak zorunda kalan İngiltere başta, İtilaf devletleriyle Yunanistan artık ona 1922 Ekiminde boyun eğmişlerdi. Böylece; Kurtuluş Savaşı’nı bitiren Mudanya Ateşkesi, Versay’ın (Versailles) uzantısı Sevr’i (Sevres) reddeden ve mücadele eden Türklerin Dünya Savaşını Anadolu’da sürdürdükleri yaklaşımından hareketle kuşkusuz Dünya Savaşı’nın son ateşkesi durumuna gelmektedir. Şu bir gerçektir ki Dünya Savaşını bitiren antlaşma, Lozan Barış Antlaşması’dır. Rauf Bey, Lozan’a Türkiye’yi temsilen çok gitmek istese de Mudanya’daki başarısı, Mustafa Kemal Paşa’nın kendisine olan güveni ve tercihi, İsmet Paşa’nın barış görüşmelerine gitmesini getirecektir.

Bu neden önemlidir!!? Lozan Konferansı toplandığında İngiltere’yi temsil eden Lord Curzon, uluslararası yasallık ve savaş hukuku açısından da değer ifade edecek şekilde kendisinin Mondros’tan Lozan’a geldiğini söylerken İsmet Paşa, Lozan’a Mudanya’dan geldiği cevabını vermiş, verebilmiştir. Bu düzlemde, Anadolu’yu işgallere açan 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkesini imzalamış Rauf Bey’in konumu ne olabilirdi?

Öte yandan İtilaf Devletleri, Mudanya’da Sakarya ve Büyük Taarruz’daki askeri başarıları karşısında Ankara’yı muhatab almak zorundaydı. Dolayısıyla bu aşamada Osmanlı pratik olarak etkisiz kalmıştı. Osmanlı/İstanbul ile ikilem yaratma kozunu İtilaf Devletleri aynı 1921 Londra Konferansı’nda olduğu gibi Lozan’da kullanmaya çalışmışlar; iki başlılık yaratma çabaları, Lozan Konferansı’nın öncesinde 1 Kasım 1922 tarihinde Saltanat’ın kaldırılmasıyla engellenmiş özetle İtilaf’ın bu kozunu da Ankara onun elinden almıştır.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında 26 Ağustos ve 30 Ağustos’un kutlanması nasıldı? Bu iki günün 1071 Malazgirt Zaferi ile özdeşleştirilmesi sadece günümüze özgü mü?

Mustafa Kemal Paşa, Büyük Taarruz, Başkomutanlık Meydan Muharebesi, İzmir’in kurtarılması ve diğer askeri başarılar ardından Ankara’ya dönüşünde törenlerle karşılansa da 30 Ağustos (Zafer Bayramı) kutlamalarının ilki 1924 yılında Mustafa Kemal Paşa’nın Dumlupınar’da düzenlenen törene katılımıyla başlatılmaktadır. Oysa basın düzleminde 30 Ağustos’un ilk yıl dönümü (1923) Tevhid-i Efkar, Vatan, Vakit, Hakimiyet-i Milliye gibi gazeteler kanalıyla adeta resmi bayram gibi kutlanmıştı.

Bununla birlikte 30 Ağustos Zafer Bayramı, Cumhuriyet’in dördüncü resmi bayramı olarak kabul edilecekti. 791 Sayılı Zafer Bayramı Kanunu’nun birinci maddesine göre 30 Ağustos günü Cumhuriyet ordusuyla donanmasının zafer günüydü ve Kara, Deniz, Hava Kuvvetlerince kutlanacaktı. Böylece Milli Mücadele’nin dönüm noktası olan ve Yunanlılara karşı kesin Türk askeri üstünlüğünü getiren 30 Ağustos, 1926’dan itibaren ulusal/milli bayram seviyesine yükseltilmişti.

Kutlamalar 1920’li yıllarda haklı bir mücadelenin başarısını, bu sonucun doğurduğu gurur ve övüncü hissettirecek/yansıtacak olgunluk düzeyindeydi. Mustafa Kemal Paşa’yı merkez alan kutlama ve basın görselleri, gurur ve özgüveni hissettiren/aşılayan tarza sahipti. Zamanla kutlama günlerinde Tayyare Bayramı ön plana çıkarılmış; İş Bankası’nın kuruluşu da buna eklenmişti. Atatürk döneminde Cumhuriyet gazetesi gibi yayın organları Malazgirt Zaferini de gözeterek Ağustos ayını zafer ayına dönüştüreceklerdi.  Aslında yakın dönem Türkiye tarihinin başarılarının 26 Ağustos’a denk getirilmesi, gerçekte Büyük Taarruz’a ve Başkomutanlık Meydan Savaşı’na cumhuriyet kültür ve düzeni içinde yüklenen anlam ve misyonun göstergesiydi.

 

 

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 490 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI