ŞAMANIN AYDINLAŞMASI
Düş Siyaseti
Mustafa Muharrem / Şair-Yazar
Cumhuriyet bir anlamda ‘aydın’ portresinin ‘şaman’ ile yaldızlanmış bir çerçeve içine alınması ve zihniyet odasının baş köşesine saygıyla asılması oldu. Kurgulanmış bir toplumsal dönüşümün başat figürü böylelikle hem ruhâniyet kazandı, hem de, siyasal yapılanmanın merkezinde durarak yönetici elitin idrak dairesinin mimarisini çizdi.
Bu sayede ‘aydın’, merkezci bürokrasinin yaslanacağı değerlerden kitleye akım ileten şebeke olarak ‘devlet’i döşerken, kilitlenilmiş tarihsel düşler adına konuşabildi, yorumculuk yapabildi. Düş-yorum-yasa, geometrisini ‘aydın’ın tasarladığı yeni düzenin, yani yeni hayatın ana sütunları olarak yükseldi . Artık kamusal alanın dizayn edilmesinde gözetilen denge, sivil taleplerin yönetim mantığı ve biçim olarak bedenleşmesinden çok uzaktır. Özneler ile nesneler arasında devletin ‘düş yandaşları’ndan yana durması ve bu taraftarlığını yasallaştırarak egemenliğini derinleştirmesi serüveni başlamıştır çoktan. ‘İnsan’ ögesi ve ’halk’, seçilen ‘düş’ için gerekli sosyal aksesuarlardan başka bir şey değildir. ‘Düş’, buyurgan öznenin kendisidir ve temsilciliğine getireceği güç, kudsiyet ve cismaniyet bileşenleridir. ‘Aydın’ bu bağlamda devletin kudsiyet gereksinimini kavram gıdalarıyla besleyip giderebildiği bir servistir. Çünkü devletin devlet olma nedeni, sosyo-kültürel otantiğin ve devingenliğin siyasal örgütlenişi yerine, ‘düş’ kökenli tabirlerin kamu hayatının izleğine yeni bir gramer dayatma imkânını, kurumlaşma bariyerleri ile garantileme isteğidir.
Cismaniyet ögesi, devlet aygıtının kamusal alanı doldurduğu işlerlik ve yeterlik gösterileridir. Bu gösteriler tümüyle eğlenceliktir. Ve herşeyin ‘eğlence’ işlevselliği içinde yer bulabilirse gerçekleştiği bir siyasal içerik, aklın, irâdenin, açıklığın ve nitel kaygının çerez hâline gelme yeteneğine hediye edilen etkinliklerin terbiyesidir. Her şey, ‘düş’ ile boyanmış şimdinin ‘gelecek’ temalı resimleri olarak seyredilmesi gerektiği kanısı uyandırdığı kadar ‘yorum’ ayrıcalığına sahiptir. ‘Yorum’ artık duânın seküler vücûdu demektir ve bu vücûdun hareketleri, ’yasa’ kareografisince çizilen eylemlerdir. Öyleyse, ‘düş’ün kapsamı ile kuşatılmış olmayan ne varsa, gerçekliğe indirgenemeyecek ve ‘doğruluk’ vurgusuyla asla pâyelenemeyecektir.
Devlet, ‘düş’ün pekiştirecidir. Devletin ‘düş’ teyid mercii olması, ‘aydın’ın hedefe götüren kavramsal/kuramsal araçları mistifikasyon yaparak cetvelleştirmesinden üretilmiş teşkilâtlı bir metafiziktir. ‘Aydın’ olgusallık sûretinde çıkar karşımıza.
Oysa o, ‘ilerleme’ âhiretinde bilançosu çıkarılarak ceza ya da mükâfat alacak kitlesel yönsemelerin başında bazen zebanî, bazen de bir iyilik meleğidir. ‘İlerleme’, lineer veya çevrimsel, tarih âhiretini her katedilen mesafede bir kez daha erteleme ticaretidir. ‘Düş’ ile oydaşıklık uğruna toplumsal değişimler, ‘aydın’ öncülüğünde ‘gün’ düzeyinden af dileyerek yapılan tarihsel tevbelerden ibarettir. Önemli olan, toplumsal değişimin ‘gün’ yörüngesinde dolanırken, ‘yarın’ı yücelterek sürekli erişilmezleştirmesidir. Aksi hâlde, ‘düş’ yaşanılacaktır.
‘Düş’ün yaşanması durumu devletin varlık nedenini bitirecek; böylece, kavramlarla açılıp kavramlarla kapanan siyasal akıl parantezi siliniverecektir. Bu tehlikeye karşı ‘aydın’ın rolü, ‘düş’ü genleştirmek, sündürerek genelleştirmektir. Hiçbir zaman ütopyasına ulaşılmasını istemez aydın; ama bu soyutluğunu kamusala ilişkin tanzimleri yamaçlaştırarak zihinsel zirve ile özdeşlik algısına dönüştürüverir. ‘Aydın’ın çektiği numara, basit bir negatifliğe itme çelmesidir : Kendini ‘aydın’ sıfatıyla karanlıktan koparıp çekmiştir. Eğer ‘aydın’ varsa bu, ‘aydın olmayan’ların mevcudiyeti yüzündendir. Öyleyse ‘aydın’, kendisi dışındakilere yönelmiş bir itham, bir hakaret imlemesidir.
‘Aydın’ bütün muhalifliğiyle süregeleni dondurmak peşindedir. Çünkü, ‘düş’ hâricinde akan hayata tahammül edemez. Otoriteye karşıt duruşu, kendi intellect’inden başkasında yönetim yetkisi bulunmasını kıskanmasının etik maskesidir. Yerleşik erke diklenir; ancak bu, kendisiyle bölüşülmeyen iktidarı kendi varlığına matuf potansiyel bir tedhiş olarak tanımlayışının ters bilgisidir. ‘Aydın’ın aradığı, ‘düş’ün kesilmemesidir. Yoksa ‘aydın’, ‘düş’ün toplumsal farklılıkları birbiri içinde eritebilecek yegâne siyaset kimyası oldu- ğundan emindir. Öyleyse, ‘aydın’ ‘düş’ün yaşanması değil yaşatılması umudu olarak devletin hedef değerlerini simgeleyen bir rahiptir. Elbette bu görevin mahreci temel gerçekler değil, idealize edilen ve bütün üstünlüğünü bu yolla sağlayan aşkın gelecektir.
‘Aydın’ bu ehliyetine duyduğu güvenle kendi ayrıcalığını ‘yasa’ların karakterine sindirerek, ‘yeni’yi âyinleştirir. Böylece toplumu âyin protokolü hâline getirir. Âyinleştirilmiş toplumun elinde kavramlar, ateş emri bekleyen namlular demektir ve her biri, önce aklı yere devirir. Çünkü artık toplum, kitleselleşmiş bir infaz timidir. Kitleselleşmiş tim, karşı-kavramların infazını (ya da itlafını) başarabilirse, ‘aydın’lık adasına bayrak çekebilir. Kavramları bu denli gözü kara, bu denli silahşör ve bu denli canî yapmanın gerekçesi, ‘aydın’ın ta kendisidir.