30-09-2024 00:06:58 Son Güncelleme: 30-09-2024 00:13:58

Mustafa Muharrem Yazdı: Ses ve Gazeteleşen Şiir

“Eski” ile “yeni”yi tokuşturmanın defansif görünerek kibrini örtmeye çalışan riyâkâr tarafı aldatır bizi hep...
Mustafa Muharrem Yazdı: Ses  ve  Gazeteleşen  Şiir

 

*Mustafa   MUHARREM

“Eski”  ile  “yeni”yi  tokuşturmanın  defansif  görünerek  kibrini  örtmeye çalışan  riyâkâr  tarafı aldatır  bizi  hep .  Ya “yeni”  karşısındaki   körlük  ve   sağırlık  müşterekleştirilmek   isteniyor;  böylelikle  “geçmiş”in  bugüne  ve  yarına  el  koymasının  zemini  hazırlanıyordur  oysa.  Veya,  “eski”nin  zapt ü rapt  altına  alınarak  yaşanılanın  filtrelerini  tıkamadan  süzülmesine  tâkât  yetirilemiyordur.

 Bu  kızıştırmanın  belirlediği  saflardan  her ikisi de  matematik  nedenlere  bağlı.  İktidarın sökemediği  “eski”yi   işlemezliğe  gömmek de  bir  hesap  ürünü;  algılanamayan “yeni”dense malzemesi  ekonomik, rutinleri   ucuz  ve  kolay,  etkisi   garantili  olanı  yeğleyerek  sürüp   gidenin lehine  bir  alışkanlığı  seçmek de.   Tercihlerin  referansı  öznel  sınırlar içinde  temellendirildikçe,  herkesin  kendi   kazanım  ve  imkânları  cihetini   tutturmak  istemesi   doğal.  Asıl sorun,  öznel seçimlerin (ulaşılması kaçınılmaz!) sonuçlarından  herkes  ve  her şey  için  konuşan, yön  gösteren,  doğru-yanlış  cetvellerini  belirleyen,  ölçü  koyan   buyruklar  çıkarmak.

“Şiir” dolayımında  yürütülen  kavga, bir  yanıyla  bu  türün  ‘mitolojik’   yeteneklerini   kimseye kaptırmamaktan,  bir yanıyla da   ‘şair’e   özgü  pozisyonların  getirilerini  paylaşmamaktan  patlar. Dinsel söyleyişin seküler  ve  insanî  olana  indirgenmesine  yaslanan  “şiir”,  dilin hacmini  mitolojik  iletilerdeki  dünyaya  göre  genişletir  hiç  kuşkusuz.  Mitolojinin  yeryüzü  serüveni  boyunca  çözümlenemeze  ilişkin  karanlığı  cevaplamak  adına  üstlendiği  role  geçerek  yapar  bunu.  Kurtulma  ve  kurtarmayı  betimlerken  eylem bildiriciliğini  estetize  ederek   süsler.

 “Dua”  ile  soydaşlığın  dışında  yarı tanrısala  bitişen  şiirin refleksi,  bu  ayrışmadaki  mitik  duruştan  verilmiş  bir  güç  olarak  ‘çarpma’  hakkını  şaire  tanır  sadece.  ‘Çarpan’  şiir,  okuyanın,  dinleyenin  duyargalarında  bir  dalgalanma  yaratabildiği,  bir  rüzgâr  koparabildiği düzeyde  ( mitolojideki   üst  ve  yan  figürler gibi )  ‘ses’  olmakla  kalmayıp   ‘karakter’   inşasına,  oradan da  bir kader  ve  bir  hayat  fiksiyonuna  hazır  izleyiciler  yaratır.   ‘Çarpmak’  gönderinin  bağlamını benimseyen  için   ödül;  bu  nesneleşmeyi   evetlemeyen  açısından  ise  ceza  niteliği  taşır her  durumda .   İster  ses,  ister  yazı  üzerinden  ‘şiir’e  kendini  açan  ya da  aralayan muhatap,  ‘çarpılma’nın  pratiğiyle  geçireceği  değişime,  bütün  kuvvetleriyle  var  demektir.

Şiirin  volümü,  mitolojik  ile  kutsalın  birbirine  katıştırılmasındaki  başarıyla  oranlı  bir  güce sahiptir.   Bu   yüzden    her şiirin  gerek  şairi  gerek  izleyicisi  için, özel  ve  bir o  denli de  öznel  bir mitos  vaadini  gerçekleştirme  testine  tabî  olduğu, tartışmasız  bir  seyir.  Bu  seyrin  içinde  kalanlar, şiirden  kutsal  metinlere  yakın   (ve  hattâ,  fark  atan)  bir  ululuk,  bir  yücelik  umarken  diğer taraftan  şiirin  ikincil  (ve  çoğunlukla  gizli) görevini  tamamlamasını  beklemektedirler :  Teknik aşamada  dilin ötesini  bularak  estetik  doyuma  götürürken,  paralel   boyutta   ‘değer’in öykülenmesini,  sonunda  da   eğretilemelerden  tırmandırılarak   imgesel   komutlar  hiyerarşisinin tepesine  oturtulmasını  sağlamak.   

Asal  düğüm,  ‘değer’in   tanımlanışına  değil  algılanışına  atıldığı  için  şiir  ‘ses’   ve   ‘ses’  arasında ilmeklenir.  Üstünde  konsensusa   varılarak  herkesçe  onanmış  bir   ‘değer’   yoktur  çünkü. ‘Değer’liliği  bireysel  tarihler  istifleyip sıralar; içsel yaşantı ölçeğinde düşünür,  başlatır,  geliştirir  ve üst  norm  olarak  belirler.  Şiir  için  ‘değer’  olan,  kendini  ürettiği  dilsel  vicdandaki  deneyime  göre sabit   ya da   değişken  kutupların  o  ânki  keşfidir.   Bir  buyurgan  olarak  şair,  ‘değer’   delegasyonu için  saptadığı  izlek,  kelime  dağarı,  müzikal  dizge,  imgelem  ve  dil manevralarının   ikna  gramajını yükseltebildiği   kadar  ses  örüntüsünü   mitolojikten,  kutsaldan  aşağı  kalmayacak  bir  normatifliğe kavuşturur.

Üstelik,  yalvaç,  daha da  ileride,  yarı  tanrısal  olduğunu  şiir  ilüzyonuyla  sergileyerek  duyarlık  avlamaktan  kaçınmaz.  Yalvaç  fakat  profan, tanrısal  fakat  bireyin  özerk  alanında  durmak,  şairin kendi  yeterlik  coğrafyasının  eksilerine  ve  artılarına  rızasının  koyduğu  bir  sınır-kuraldır  oysa.  Kendini  bir  karşı  yalvaç,  bir  karşı tanrı,  bir  karşı  yazgı  olarak  konumladığı  için  şiir bir anti-kahramanlık  zaferi   tattırır .  Biraz  tevazû,  biraz  kibir;  biraz  kefaret,  biraz   gazap;  biraz aşk,  biraz şehvet;  biraz  yenilgi,  biraz  utku;  bu  zıtlıkların  hepsi,  şiirin  ‘ses’inde   iniltiyle  haykırışı simetrileştirerek   ‘şair’in  içsel  yaşantı  detaylarından  geneli  kapsayan,  açıklayan,  kuşatan   sahneler  çıkarır.  Acı  ve  isyan,  diğer  insanlar  ( ve  hatta, canlı-cansız  bütün  varlıklar)  adına   ‘şair’in  yetkisi,  ‘şair’in  sorumluluğu  altındadır

Modern  şiirin  sataşkan  mizacı,  bu  çatışma  doktrininin  bir  yansımasıdır.  Uyum,  sosyal   ya da ontolojik,  hangi  itkiyle  ‘şair’  aleyhine  bir  tedhişi   alevlendirmişse,  o  nedensellikten  alınacak estetik  intikamın  tek  silahı,  ‘şiir’den  başka  bir  âlet  olamayacaktır.  Mitolojik  öç,  bireyin  ‘şiir’le ayağa  kaldırabileceği  bir  onuru  zorunlu kılar.  Bu  noktada  bütün  seküler-  insanî   düzlemine rağmen  ‘şiir’  de  suç   ve  günah  programını  hedef yapar  kendine.  Olumsuzu,  kötüyü,  yanlışı  hayattan  silmek;   ardından da,  ‘iyi’nin  hükümranlığı  için  boşaltılmış  yaşantı   ihtimâlleri  sunmak. Ahlâk  kodu  kutsaldan  kopmuş  etik  bir  tavırdır  bu  ve  ortak  semboller  yerine  ‘şair’in kendini  eşitlediği   ‘kolektif  ben’  içinde  bileşen  imgelere,  eğretilemelere  dayanır.    

Pagan  dönemler,   ‘şair’i  aşkın  olanla  insan  arası  elçiliğin  ulvî  statüsüne  alıştırmıştır.  Bu imtiyazın  başka  toplumsal, kültürel,  politik  öznelerin  mülkiyetine  aktarılması,  şairin  yegâne  eylemi  olan  ‘şiir’in de  cevap  potansiyelini  geniş  oranda  zayıflattı.  ‘Büyük  anlatılar çağı’  değil sadece  biten;  tabiat  sona  erdiği  için  kişiyi  evrende  evreni  kişide  içkinleştiren  kelâm  da  kuruyup gitti.  Hayır,  şiirin  organik zamanlarına  bir  çağrı  değil  bu;  ‘huysuz’un   kaybettiği kozmik  ses sonrasına  bir  ağıt  belki.

Modern  şair,   ‘olay’ın   şiire  evrilmesini   çabuklaştırarak   ‘öç’  sayesinde  adaletin  tecellisini  amaçlar   daha  çok.  Romancının  ‘itiraf’ına  bir  katkıdır bu  ve  kadîm  şiirin  gerek  enstrümantal    gerek  epistemik   birikiminden,   sosyo-kültürel   derinliğinden  yararlanmayı  bırakmaz.  Kadîm  şiiri  ıskalaması,  görmezden   gelmesi,   insafsızca  etüdlük  malzeme    saymasına  rağmen    ‘şair’in  klasik  pozisyonunu  terke  yanaşmaması   modernlerin  bir  çelişkisi değil,  pragmatistliğidir  daha  fazla. Geçmiş,  modernler  bakımından  nasıl   fetişleştirilebilir,  turistikleştirierek  ticarîleştirilebilir  bir  sermayeyse,   benzer  biçimde  (bütün  redçiliğine  karşın)  ‘şiir’  de  tarihsel çizgisinden  kendine  koloniler  bağlayabilir,  ‘şair’e  de  tekstüel  bir  kâhin,   tekstüel   bir  büyücü, mitolojik  bir  kahraman  olmanın  eğitimini  (ve  kariyerini)  yaptırabilir.

Gündem,  ‘şiir’de  nabız  gibi  atmalı;  ‘şair’  aktüel  bir  haberci   ve  yorumcu  olarak  duyuşsal-düşünsel   profesyonelliğin   rükünlerini   icradan  çekinmemelidir,  buna  göre.   Modernlerin   genel  yakınmacı   tutumu   toplumsal   baskı  ögelerini  organize  memnuniyetsizliklere  ve  organize taleplere   nasıl   kilitliyorsa  ‘şair’in de  aynı  kestirimin   içinde ‘ses’ini   bağırmaktan  ibaret  estetik  bir ünleyişe  denkleştirmesi,   resmin  eksik   parçası.  ‘Şiir’  bilinçli  bir  histeri  gösterisi;  çünkü  şair, kitlesel  dikkati  yataylığın  diğer  formlarından  kıskanıyor  artık.

‘Ses’   sür’atin  ve  kargaşanın  ritmiyle  koşunca,  toplumsal  değişimin  ta  kendisi   kozmolojik öğreti   hâline  gelerek  yoku  var  kılan  ana  ilke  karşısında  söz  dinlemez   olur.  Bağıran  şiir,  ilahlar doğuran  acıların  emirlerini  ve  yasaklarını  aktarmakla  yükümlü   profan  yalvacın  öğütlerini   levhalayarak  asar  zihinlere.  ‘Şair’in   ‘ses’i   olmaklığın   yankısıysa   en  çok   bir  papatya  gibi  nâra atar   ve  susmaktan  başka  gramer   tanımaz . Kendini   ‘olay’  kütlesi   yaparak  ‘şiir’i   gazeteleştiren  ‘ses’   için  mesele  parodisi   oynamak,  ‘ şair’i    sadece   çoğaltır.                                       

 *Şair-Yazar                

                  

       

                                                                         

              

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 378 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI