Prof. Dr. Celalettin Yanık / Uludağ Üniversitesi
Bir coğrafi ve mekânsal ayrım noktası, merkezînin dışı olarak değerlendirilen taşra, görece belirgin hayat kalıplarına, geleneklere ve tahkiyelere dayalı güçlü bir kolektif hafızaya sahip olmuştur. Kolektif hafızanın temellerini oluşturan hayat kalıpları, gelenekler ve tahkiyeler elbette ki değişmeye uğramayan, sabit ve durağan bir yapı sergilememiştir. Taşra, belirli anlamlarda, zamanın koşullarına ve ruhuna uygun bir yön almış, bu ruhu ihtiva eden bir takım özellikleri ile insan ve mekân ilişkilerini devam ettirebilmiştir. Taşrayı durağan bir yapı olarak addetme, onunla ilgili romantik tasavvurların da oluşumuna neden olmuştur. Taşra, özlemlerin diyarı haline dönüşürken, bu romantik meltemin bir esintisi halinde resmedilmiştir. Ancak taşradaki söz konusu insan ve mekân ilişkileri, belirgin hatları ile korunur ve görünür olabilirken, dijital çağın getirdiği hızlı değişmeler, taşrada form kazanan kolektif hafızanın geleceği hakkında ciddi soru işaretleri meydana getirmektedir.
Maurice Halbwachs'ın da belirttiği gibi, hafıza sosyal bir olgudur, kolektiftir. Ancak günümüzde hafızaya dayalı sosyal çerçeve, dijital platformlara taşındı. Zamana ve mekana dayalı biraradalığın yerine, zamansızlığın ve mekânsızlığın biraradalığı sarıyor etrafımızı…Dolayısıyla hem oradayız artık hem de burada; ani ve durmaksızın bir hareketin, akışın içinde yer alıyoruz artık. Sosyal medya, farklı kültürlerden insanları bir araya getirerek küresel bir hafızayı oluşturmaya çalışıyor; “oluş”turmaya çalıştığımız şey ise bir anda kaybolabiliyor, buharlaşabiliyor. Ancak bu durum, yerel hafızaların zayıflamasına da neden oluyor. Taşrada yaşayan bir genç, artık sadece köyündeki düğünleri değil, dünyanın öbür ucundaki bir festivali de anlık olarak takip edebiliyor. Bunun için yeterli olan şey, sosyal medyada dolaşıma girmektedir. Akışın nasıl olduğunu anlayamadan akışın içine bir dalış yapmak yeterlidir. Bu durum, yerel kimliklerin ve geleneklerin önemini gölgede bırakabiliyor. Bir zamanlar köy meydanlarında, kahvehanelerde, düğünlerde ve bayramlarda aktarılan hikâyeler, şimdi sosyal medyanın algoritmaları tarafından belirlenen bir enformasyon akışına dönüşmüş haldedir. Akıllı telefonların yaygınlaşmasıyla birlikte genç nesil, artık dedelerden dinlenen masallardan çok, internette gezinerek bilgiye ulaşmayı tercih ediyor. Bu durum, yerel kültürün ve geleneklerin unutulmasına yol açabiliyor. Tersi durum da şekillenebiliyor. Yerel kimliklerin ve geleneklerin kodları, malumatları ve tahkiyeleri de sosyal medyadan öğrenilebiliyor. Bir perfomatif edim haline de dönüştürülebiliyor. Tik Tok’taki beden ve söz performanslarının yerine getiriliş biçimi (?) taşranın sosyal medyaya kendisini nasıl adapte ettiğine ilişkin numunelerle dolu. Televizyon kanallarının taşradaki geleneksel yapıların gösterimine dayalı bu çocuksu yansıtma biçimi, ekranda “oluş”un nasıl olabileceğinin ilk merhalesini teşkil etmekteydi. Bugünden o günlerde ekranlarda gösterilmeye çalışılanın ne kadar naif olduğunun romantik hissiyatına dalıyor olsak bile, bir şeylerin, en azından bir şeyin merkeze taşınması talebini yansıttığını ifade edebiliriz. Fakat bugün bir şeyin değil, hiçbir şeyin, hatta hiçliğin arifesindeyiz. Sosyal medyada aktif görünür halde olanların, taşradan tezahür edenleri ile merkezdekilerin tezahürleri arasında bir fark söz konusu değil.
Taşradaki sosyal hayatın merkezinde yer alan köy kahveleri, eskiden bir araya gelerek günün olaylarının tartışıldığı, geçmişin bir şekilde de olsa hatıra gelmesinin sağlandığı ve geleceğin planlandığı mekânlardı. Bir kolektif ayin sekanslarının düzenlendiği ve merkezinde televizyonun olduğu kahvehane vb. mekânsal yapılar, hem içerinin hem de dışarının sınırlı olarak da olsa kamusuydu. İçe yönelik gelişmeler, dedikodunun merkeze alınarak bir diğerleri üzerinde baskı aracı haline dönüştürülmesi için araçsal fonksiyonunu icra ederken bu mekânlar, yine aynı şekilde belirli bazı şeylerin de hatıra gelmesinde fonksiyonel yükü üzerine almaktaydı. Kolektiflikte bireysel olmaktan kaçınmanın imkânsızlığı ile bir dolu bir hafızadan neticede internetin/sosyal medyanın mekânsal özdeşliği aşan vaziyeti ile birlikte bireyselliğin tecessümü söz konusu oldu. Bireyselliği sosyalin kuruluşunda talep edenlerin nihai zaferi ile karşı karşıyayız şimdi. Bu bireysellik ile birlikte kendi sanal âleminde kaybolmanın dayanılmaz hafifliğini yaşama imkânına sahibiz. Artan bir bireyselliğin sanaldaki kapanma durumu, kolektif hafızanın zayıflamasına ve insanların birbirlerinden uzaklaşmasına neden oluyor. Taşranın düğünü ve geleneğini sosyal medyadan izletmenin ve izlemenin kolaylığı, taşrayı küresele açmanın bir yolu, ancak bu yol taşranın geleneksel kodlarını cam bir vazoda iç organlarının temsil edilişine benziyor. Her şey açık, her şey transparan ve bu açıklık ve transparanlık zevk duyulması gerektiren nesne haline dönüştürülüyor. Anlık zevkler yaratma uğruna transparan olanlar yoğunlaştıkça, akışın artışı dolaylı bir şekilde artıyor. Anlık olan kalıcı olamıyor; düşünebilmek için değil seyretmek için var olan bireyler, efsunlaşmışçasına bir diğerine bir ötekine bakarak hafıza yitimine uğruyorlar. Bireyselliğin artışından neticede kalan şey, kolektif bir hafıza değil, kolektif hafızasızlıktır.
Küreselleşmeyi alkışlayanların bir mottosu olarak ifade edilecek “küresel düşün, mahalli hareket et!” fiilen geçerli. Çünkü küreselleşme, taşranın kolektif hafızasını etkileyen önemli bir faktör. Küresel düşündükçe mahalli olanın hafızası ancak küresel markaların ve tüketim kültürünün hafızasızlığına dönüşmektedir. Dolayısıyla taşra, romantikleştirilen, romantik hale gelen hayali bir adaya hapsolmuş vaziyette. Çünkü taşraya ait olduğunu zannettiğimiz her ne var ise sosyal medya üzerinden aksedilen bir küreselin tezahürü. Sadece sosyal medya ile değil, tüketim ve üretim öğeleri ile birlikte küreselin bir aksülamesiyle karşı karşıyayız. Gelenek nasıl icat ediliyorsa, sözde taşra olarak adlandırılan yerlerde meydana gelen gelenek de bireyselliğin kodlarıyla dolu küresel tüketim ve üretim nesneleri ile bütünleşik bir hibrid gelenekle karşı karşıyayız şimdi ve sonrasında da…Adeta gemi batıyor seyrediyoruz; kolektif hafızayı ihtiva eden, mahalli üretim ve tüketim öğelerini barındıran taşra gemisinin batışının şafağında hepimiz izliyoruz bu batışı.
Gemi batarken kurtarılabilecek öğeler neler olabilir? Taşranın kaybolan hafızasını korumak için ne yapılabilir? Öncelikle şunu ifade etmek gerekir: taşrayı romantize etmemek gerekiyor. Taşranın romantize edilmemesi ile kastedilen şey, belirli bir yaşanmışlıklar âleminin dünde bir kalıp halinde donuklaştırılmasıdır. Donuk, sabit ve durağan olarak addedilmeden taşra üzerine yapılacak çalışmalarda köylerin ve kasabaların tarihini, kültürünü ve geleneklerini belgeleyecek projeler hayata geçirilmelidir. Bu projelerde yerel halkın da aktif olarak yer alması sağlanarak, sahiplenme duygusu güçlendirilmelidir. Bununla birlikte köy ve kasabalarda kültür evleri ve kütüphaneler kurularak, insanların okuma, öğrenme ve birbirleriyle etkileşimde bulunma imkânı artırılabilir. Sosyal medya gibi dijital platformlar, mahalli kültürün tanıtımı ve korunması için de kullanılabilir. Mahalli haber siteleri, bloglar ve sosyal medya hesapları aracılığıyla mahalli hikâyeler, gelenekler ve faaliyetler paylaşılabilir. Bu sayede akışın doğru yönde kanalize edilmesi sağlanabilir. Çünkü sosyal medyadaki akış, anlam bütünlükleri oluşturmakta bireyleri zorlamaktadır. Bireyselliğin en zorlayıcı ve küreselleşmenin bireysellik üzerinde yarattığı derin etki, sosyal normların ortadan kaldırılarak bir normsuzluk durumunda tercihin bireye bıraktırılması, dolayısıyla tercih edecek olanın daima bireyin kendisi olmasıdır. Bu örnek, bir anlamda, bireyin bu tercih zorlanması durumunu sağlıklı bir şekilde yönlendirebilmesine etkili olabilir.
Taşranın kaybolan hafızasını korumak, sadece kültürel bir miras değil, gelecek nesiller için de önemli bir sorumluluktur. Bu konuda hep birlikte hareket ederek, bu batış halindeki geminin gelecekte daha fazla özlenir olmasından daha çok günümüz gündelik hayatı için kurtulabilir olanı ellerimizin içerisine alarak onu tutulabilir hale dönüştürmeye çalışmalıyız. Taşranın kolektif hafızasının bir şekilde hayat bulabilmesi adına değil, hafızanın/hafızalarımızın adına yapmak gerekiyor.