06-10-2024 23:58:21

Prof. Dr. Celalettin Yanık Yazdı: Korku ve Umut Arasında Avrupa

Mısır’ın Feyyum kentine yerleşen Melek, “İspanya'da İslam'ın uygulanmasına yönelik kısıtlamalardan dolayı sıkıntı çektiğini, bu durumun kendisini Mısır'a göç etmeye yönelttiğini, ihtiyacı olanı burada bulduğunu” dile getirdi...
Prof. Dr. Celalettin Yanık Yazdı: Korku ve Umut Arasında Avrupa

 

*Prof. Dr. Celalettin Yanık

Mısır’ın Feyyum kentine yerleşen Melek, “İspanya'da İslam'ın uygulanmasına yönelik kısıtlamalardan dolayı sıkıntı çektiğini, bu durumun kendisini Mısır'a göç etmeye yönelttiğini, ihtiyacı olanı burada bulduğunu” dile getirdi. Portekiz'in başkenti Lizbon'da bulunan, kendilerini "1143" grubunun üyeleri olarak adlandıran aşırı sağcı bir grup, "Avrupa'nın İslamlaşmasına Karşı" sloganıyla yürüyüş gerçekleştirdi. “Endülüs’te Müslüman İspanyolların Sayısı Her Geçen Gün Artıyor” başlıklı haberde Umar del Pozo’dan alıntılanan şu cümleye göre, "6 yıl önce yılda 10 olan Müslümanlığı seçen İspanyol sayısı, yavaş yavaş artarak yılda 30'a, salgınla da 50-60'a çıktı.” Anadolu Ajansı’nın farklı tarihlerdeki haberlerinden yapılan bu seçki, bugün Avrupa’nın bazı ülkelerinde İslam dinini tercih edenlerin oranlarında kısmi bir artışa karşılık aşırı sağın yükselişiyle de karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Bu durum, Avrupa’nın bazı ülkelerinde hoşgörü ve özgürlüğü mü yoksa nefret ve ayrımcılığı mı arttıracak? İslam dinini tercih edenlerin sayısındaki bu artış, bir çelişkiyi mi yoksa normal bir süreci mi içeriyor? Buna sözde bir tepki hüviyetinde olan aşırı sağın yükselişi bu ülkelerde farklı kültürlerin birlikteliğini ve biraradalığını tehdit mi ediyor, yoksa bir arada yaşamanın mümkün yollarını mı tıkıyor? Tüm bu sorular ve bu sorulara verilecek muhtemel cevaplar, ilk bakışta birbirine tezat gibi görünen bir durumun özele inildiğinde birbirini desteklediğini açığa çıkarmaktadır. Peki, bu ifadeyi nasıl geliştirebiliriz?

Açıkçası dinsel alanın özel alana kaydırılmasının siyasal-sosyolojik bağlamı Avrupa’daki din savaşları olsa da özellikle aydınlanma düşüncesinin yayılım göstermesi dinsel olanın özel alana hapsedilmesi ile sonuçlandı. Dinin özel alana hapsedilmesi, dinin bir tür spiritüellik şeklinde ele alınmasına ve buradan dinin toplumsallık bağının kaybolmasına neden olmuştur. Bu durum, dolaylı bir şekilde dini kolektif bir pratik olmaktan çıkarmıştır. Bu doğrultuda dinselin kamusal değil, bilakis özel olan olarak kalması hedefi, bireylerin dinselden kopmadığı bir sosyo-kültürel atmosferin devamına neden oldu. Zira özel ve kamusal ayrımların sübjektif niteliği, bu ayrımın belirgin hatları meydana getirememesi buradaki en büyük açığı doğurmuştu. Kamusalın tanımlanma biçiminde de bu durum tezahür etti. Kamusal nedir sorularının cevabının net olmaması, özel alandan yola çıkılarak oluşturulmak istenilenin ne olduğunu ifade edemedi. Sözleşmeci ve bilumum diğer demokratik politik ve pratik biçimler bu noktada cevaplar üretemeyince ulaşılan sonuç, toplumsalın, kamusalın ve özelin hiçliği oldu. Bu hiçliğin en azından özel alandaki problemi, dindar bir şekilde yaşamanın neden evrensel ve kuşatıcı bir cevabının verilememesinde örneklendirilebilir. Böylece birbiri içine giren bu amorf yapı, siyasal ve sosyal olgular ile pratiklerin sarihliğinden uzaklaşmayı, özellikle pratiğin berhava oluşunu doğurdu. Tam da bu noktada ideolojiler devreye girdi.

Bireyselin ve ideolojilerin karşı karşıya gelişi işte tam da bu boşluğun doldurulması noktasında ortaya çıktı. İdeolojilerin temelindeki problematik, devlet ve birey arasındaki ilişkinin, med ve cezirlerin nasıl ve ne şekilde olması yönündeydi. Özel ve kamusalın doldurulamayan yönlerinin ideolojiler tarafından tahakküm altına alınışı bu yönün önemli bir aşamasıydı. Bireyin sosyal olandan izole edilişi, uygun bir zemini meşru hale getirmiştir. Bireyin sosyalden koparılışı ve izole edilişi, bağlanabileceği başka alanların doğuşu anlamına gelecekti. Batı’daki sivil toplumun mevcudiyeti ancak bireyin buna yönelik eylem pratikleri ile ölçülebilecek bir mahiyete büründü. Tönnies ve Durkheim’ın daha ilk dönemde gördüğü ve üzerinde durduğu sorun, bireyin sosyalden izolasyonuydu. Onun dayanabileceği veya dayanışma içinde olabileceği bir şeyin olmaması, sosyalliğin başka bir şemsiyesi altına girmesine neden oldu. Sosyalliğin ve arka planında geleneğin boğulduğu büyü bozumu ise tam da bu noktada karmaşık bir hal almaya başladı. Weber, yazılarının tamamına yakınında bu karmaşayı kendi zihinsel arka planında atamamış olsa dahi pratikte birey, kendisini bir sosyalliğin içerisine doğru evriltme çabasındaydı. Ya bir din ya bir ideoloji ya da sivil toplum örgütüne kendisini kaptırabilecek potansiyeli doğurdu. Çünkü seküler biçimler ideoloji biçiminde ortaya çıkmıştır; böylelikle bir ortaklık yaratmak yerine daha derin bir parçalanmaya sebep olmuştur. Yaşanan bu durumun neticesinde birey, çaresizlik hissi içinde kolektif bir hiçliği yaşamıştır. Ancak yine de din, ideoloji, sivil toplum vb. bireyin kendisini gösterebileceği, hiçlikten bir şey olmaya doğru evrilebileceği sözde sosyal dayanaklar haline getirilebilecek bir şey haline dönüştürülüyordu.

Mutlak rölativizmin ve nihilizmin yarattığı bu kaotik yapıdan bir kozmosa ulaşabilmek adına bireyler bir takım tercihler yapmak zorunda kalıyordu. Sözleşme yerine tercih durumu başladı böylece... Çok ulusluluk ve çok dinlilik ya rölativizme ya da nihilizme dayandırıldı. Teklik ile çokluk arasındaki bu diyalektik yapı, bireyin kaotik ortamdan kozmopolise doğru gelişimini doğurdu. Sözde çokkültürcü eğitim ve politik bilinç geliştirme çabaları, aşırılıkların çağında geçici heveslerin bir tezahürüydü. Belirli bir dine yöneliş, bu din İslam olduğu takdirde çokkültürcü söylemlerin gözden geçirilişine ve aşırı sağın, hatta ırkçılığın yükselişine neden olduğu tahayyülü oluşturuldu. İşte tam da bu nokta, bir zıtlığı doğurdu. Bireyin din tercihi ile ideolojilerin buna meydan okuyuşu arasındaki zıtlık. Din, özel alanda kalmalı mottosu, özgür bireyin mevcudiyeti için vazgeçilmez bir süreç olarak görülse de sosyal dayanak olarak görülemeyecekti. Şu halde sosyal dayanak kooperatif yapılar değil, ideolojiler şeklinde temerküz edecekti. Zıtlığın diğer bir boyutu dindeki, burada İslam dininin bireyler tarafından tercihi neticesinde ideolojilerin mevzilenişiydi. "1143" grubunun üyelerinin varlığı, mevzi alış içindi…

İdeolojinin mevzilendiği yer, kendi kimliğini unutan bireylere kendi kimliği unutturmama... Hafızanın yitmemesi için devamlı tahkim edilmesi gereken şeydir bu. Aşırı sağın işlevi, bireyselliklerin ve bireysel alanların normalliğini sağlamaktır. Aydınlanmanın ilk aşamasından bugüne yaratılan birey, bireyselliği ile hemhal olan ve bu hemhallik neticesinde bir kimlik meydana getirendir. Onun bu bireyselliğindeki kimliğini ödev ahlakı ile donatmak, aydınlanmanın mottosudur. Bireyin varlığı ve varoluşu iktidar için iktidarın meydana getirdiği kurumlar aracılığıyla devam ettirilir. Bu kurumlar, bireyin bireyselliği ve bu bireyselliğinin denetimi için kaçınılmazdır. Modern eğitimin bu kurumsal rolü, bireyselliğin devamı noktasında vazgeçilmezdir. Bireye bir kimlik atfetme ideolojinin eğitim kurumları aracılığıyla işlevsel hale getirilişi, onun farklı bir şeyi tercihi noktasında bir kopuşu ifade edecektir. Ancak bu kopuş, aşırı ideolojiler tarafından tamiri mümkün olması gereken bir hususiyeti doğurur. Bu ise normaldir. Normal olan, kopuşun olmamasıdır. Kopuş, bir korkudur. Korkunun ontolojisi ise sözleşme değil, yok saymadır. Mısır’ın Feyyum kentine yerleşen Melek’in yaşadığı sosyo-politik vesika bunu göstermektedir.

Aşırı sağın yükselişinin İslam dinini tercih edenlerin sayısının artışı ile tek bir nedene bağlamak elbette ki hatalıdır. Ancak yaşanan son dönemdeki gelişmeler, özellikle Avrupa’nın bazı ülkelerinde İslam’ı tercih oranındaki artış ile aşırı sağ hareketlerdeki yükseliş arasında bir takım paralellikler kurmamıza neden oluyor. Sosyal olguların ve olayların tek bir nedenle açıklanamayacağını bildiğimizden, burada da özellikle şunu ifade etmek gerekiyor: Avrupa’da aşırı sağ, kültürel farklılıkların artışına meydan okuma adına bireysel alanı tahkim etmek için her daim o kuru, soğuk ve ağzı pis kokan bir ideoloji gibi nefesini üflüyor. Bu kuru, soğuk ve pis kokan nefesin içe çekilmemesi için bireyin özgür tercihini korku adına değil, özgürleşme adına kabullenme bilinçliliği ancak modern pratiklerin sorgulamaları ile mümkün olacaktır. Yoksa bu aşırılığın pis kokusu bir lağım çukuruna dönecek ve bir bataklık gibi her yeri saracaktır.

*Uludağ Üniversitesi

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 695 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI