05-08-2024 00:37:35

Prof. Dr. Celalettin Yanık yazdı: Şehirden Sanal Şehire ya da Özlemin Fetişleştirilmesi Üzerine

Dostoyevski, Suç ve Ceza adlı eserinde insanın mekânla organik bağlantısını şu cümlede özetlemektedir: “her insanın hiç değilse gidebileceği bir yeri olmalıdır. Çünkü öyle zaman olur, insanın gidebileceği hiç değilse bir yere çok ihtiyaç duyar!”
Prof. Dr. Celalettin Yanık yazdı: Şehirden Sanal Şehire ya da Özlemin Fetişleştirilmesi Üzerine

 

*  Prof. Dr. Celalettin Yanık

Dostoyevski, Suç ve Ceza adlı eserinde insanın mekânla organik bağlantısını şu cümlede özetlemektedir: “her insanın hiç değilse gidebileceği bir yeri olmalıdır. Çünkü öyle zaman olur, insanın gidebileceği hiç değilse bir yere çok ihtiyaç duyar!” Pek az eser açıkçası bu cümlede vurgulanan insanın mekânla organik bağını yakalayabilecek kudrettedir. Mekânla yaşanılan bu organik bağ, modernitenin ortaya çıkması ile birlikte zayıflamıştır. Mekânın ve dolayısıyla doğanın varlığı değil, bilakis onun üzerinde uygulanacak tahakküm biçimi “aydınlanmış insan”ın önemli bir vazifesi haline getirilmiştir. Sadece mekân değil, bilakis onun altında ve üstünde yer alan her ne var ise bir tüketim ve tahakküm nesnesi haline getirilmiştir. Dolayısıyla mekâna ilişkin yaşanılacak herhangi bir özlem ancak tahayyül edilebilir bir “şey”e dönüştürülmüştür.

Bir şehirde yaşamanın mekânsal bir bağlantı kurmaktan daha çok mekândan ayrılmayı, mekânın hiçleştirilmesini, nesne olarak onun üzerinde tahakküm edilebilir bir şeye dönüşmesidir. Bir şehri yapan şeyin ne olduğu, özlemlerle veya hissi bir duygulanımlarla anlatmanın çocuksu yapısı, rasyonel bireyin kendiliğine özgü bir şey değildir. Rasyonel birey, şehri özlemle yad etmesinden ziyade onun üzerinde tahakküm kuracağı noktaları gözleri önünde bulundurandır. Şehir ve dolayısıyla mekân, bir tüketim nesnesi haline geldi. Bunun politik bağlamları da benzer paradigmalarla kendisini mekân üzerinde tecessüm ettirecektir. Mekâna duyulan özlem ancak onun orada olup bittiğine olan özlemin çocuksu duygulanımından öte bir anlam ifade etmeyecektir. Buradaki çocuksuluk, değişmenin mümkün olmadığı anakronik bir vaziyet alışı niteler. Bu ise modern paradigmanın sunduğu imkânlar çerçevesinde şeyleştirmenin ve nesneleştirmenin bir diğer boyutudur.

Mekân, sabit bir durağanlıktır ancak beşeri bir hayatın yokluğunda. Beşeri olanın niteliği, mekânın dönüşümü için bir başlangıç noktasıdır.Bu noktadan itibaren sosyal antropolojik anlamda bir kültür doğar. Ancak bu kültürün varlığı, doğası gereği değişimi kapsayacaktır. Buradaki değişimin düz çizgisel bir hat boyunca olduğu şeklindeki modern akıl, akıl tutulmasına uğrayarak, dönüşümün ancak pozitif olana doğru olması yönündeki direktifini doğrudan gündeme getirir. Böylelikle değişimin ve dönüşümün kaçınılmazlığı modernlikle zımni bir rabıtayı gündeme getirir. Şu durumda bir şehrin yerlisi olma potansiyeli ne kadar mümkündür sorusu can alıcıdır. Bir şehrin yerlisi olabilmenin mümkün ihtimallikleri olumsal değildir. Şayet böyle bir düşünceyi dikte etme zorunluluğu gündem haline getiriliyorsa, bunun altında yatan antropomorfizm ve metodolojik bireysellik gözden kaçırılır. Şehrin yerlisi olmanın bir güç ve tahakküm ilişkisi doğurabileceği düşüncesi burada vücuda gelir. Şu halde bir değişimin yaşanmasına kültürden uzaklaşılması anlamında bir karşı-yorum geliştirilmek isteniyorsa bunun karşılığı da maalesef şu olur: hangi kültürden bahsediyoruz?Bu kültür “kristal saraylar” şeklinde mi olacak? Vurgulanacak herhangi bir yerlilik etnografyası, bir tahakküm biçimini doğuracaktır. Nihayetinde kendi içinde gömülü olan bir iktidar pratiğini kurumsallaştırma ve normatifleştirmedir bu.

İktidar pratiğinin kurumsallaştırılması ve normatifleştirilmesi, politik olanın muhtevasındaki dost-düşman dikatomisinde mündemiçtir. Kaçınılmaz olarak geçmişin değil, şimdi ve geleceğin tasavvurunda dahi gerçekleştirilebilir olan politik olandır. Şehrin yerlisi için dost, geçmiş; gelecek ise düşman mı? Şu halde geçmişe duyulan her bir özlem, teoride ve pratikte hayal edilmiş olana atıfta bulunsa dahi, geçmişin oluşturduğu iktidarın kurumsallaştırılmasının ve normatifleştirilmesinin bir başka veçhesini teşekkül edecektir. Şimdi ve burada olan da bir başka iktidar pratiğinin eş zamanlı olarak işler hale gelmesi olacağından, bundan gelecekte farklı iktidar pratiklerinin kurumsallaştırmasının ve normatifliğinin de doğabileceğin anlamı ortaya çıkmaktadır. İktidarsız bir alan mümkün müdür? İktidarsızlığın hangi anlamda geliştirileceği salt söylemsel alanda kalıyorsa, bunun anlamı da şu olacaktır: Hangi kamuoyu? Kamuoyu, kafatasımızın içindeki birçok sallanan kelimelerinden biri.

Şehir, aydınlanmış ve modernleşmiş zihinlerin şimdi ve burada anlaması gereken bir hususiyeti dile getirmektedir: insanların şehre değil, sanal şehre girdikleri. Sanallık, mevcut kamuoylarının yitimidir. Artık gözetim kapitalizminin türevleri olan sanal şehirlerde, somut kamuoylarının nitelik yitimi ile karşı karşıyayız. Dolayısıyla şehirle ilgili her bir geçmiş özlemi, hayal edilendir; bu anlamda modern değildir, pre-moderndir.

* Uludağ Üniversitesi Sosyoloji Bölümü

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 729 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

1 Yorum YORUM YAP
Fatih M. Özbek 05-08-2024 19:07:00

Bireyin ve toplumun kentle ilişkisini günümüzün dertleriyle ele alan saygıdeğer hocamın kalemini kutlarım.

  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI