31-03-2025 19:45:36

İhsan Köse Yazdı: Güzel Rastlantının Böylesi

1982 yılıydı. Sınıf okulundaki eğitimimi tamamlayıp ordonat asteğmen olarak muvazzaflık görevimi yerine getirmek için atanmıştım. Görev yerim Bursa'nın ...
İhsan Köse Yazdı: Güzel Rastlantının Böylesi

 

İhsan Köse / Yazar

1982 yılıydı. Sınıf okulundaki eğitimimi tamamlayıp ordonat asteğmen olarak muvazzaflık görevimi yerine getirmek için atanmıştım. Görev yerim Bursa'nın Nilüfer ilçesindeki askeri birlikte bir bölüktü. Bu şirin, güzel ilçenin kırsal kesiminde kurulmuş olan birliğimiz, zaman içinde yerleşmenin genişlemesi sonucu, yerleşim yerinin ortasında kalmıştı.      

Atandığım birlik, subay, astsubay, erbaş ve erlerle birlikte ancak yüz kişi kadardı. Birlikte, yüzbaşıdan sonra en kıdemli subaydım. Ufak bir birlikte görev yaptığımız için hemen herkes kısa sürede birbirini tanıma imkânı buluyordu. Bu durum da, ast-üst ilişkisini daha samimi bir ortama taşıyordu. Böylece de günlük rutin işlerimizi sorunsuz bir şekilde tıkır tıkır yürütüyorduk.   

 Başta da söylediğim gibi önceleri gayrı meskun bir alanda kurulan birliğimizin yanında, zamanında bir fabrika da kurulmuş, çalışıyordu. Bir tekstil fabrikasıydı bu. O da bizim birlik gibi yerleşim yerinin göbeğinde yerini almak zorunda kalmıştı zamanla. Bu fabrika ile birliğimiz komşu olmalarına rağmen nedendir bilinmez, birbirlerine küstüler. Yıllardır birbirleriyle geçinememişler, hep karşılıklı küs kalmayı başarmışlardı.    

Birlikte göreve başladıktan birkaç ay sonra, bölükteki askerlerin sıcak suyla banyo yapma imkânlarının olmadığını gözlemledim. Haydi, yaz günleri neyse de, kışın o ana baba evlâtlarının soğuk suyla banyo yapmaları bana çok dokundu. Gerçekten oldukça üzülmüştüm bu duruma. Hemen, bu sorunu nasıl çözebilirim diye düşünmeye başladım.    

Sonunda, kendime göre çareyi buldum. Yan tarafımızda, bizle geçinemeyen fabrikanın kazan dairesinde oluşan işlemi tamamlanmış buhar -bizim tabirimizle çürük buhar- birliğimizin hemen sınırında boşluğa salınıyordu. Bu, boşluğa salınan buharı birliğimizin yararı için kullanabilirdim. Yapacağım iş, benim açımdan gayet basitti. Bu boşa giden buharı alıp bir kazan içinden serpantinle geçirerek daimi sıcak su elde edebilirdim. Bu, oluşacak olan sürekli sıcak suyu da askerlerimizin banyosunda, lavabolarında kullanımını sağlamış olurdum.       

Düşüncemi bölük komutanıma arz ettim. Ancak, kendisi fabrika ile olan geçimsizlikler nedeniyle, fabrika yetkililerinin buna izin vermeyeceklerini bana anlattı. Ben düşüncemde çok ısrarlı davranınca da "İstersen bir git görüş fabrikayla, bir şansını dene bakalım." diyerek bana izin verdi.       

Sonunda bir gün, sabah içtimasından ardından doğru fabrikaya yöneldim. Ancak, daha fabrika kapısına gelince sıkıntı başladı. Bekçi beni hiç iyi karşılamamıştı. Yandaki birlikten geldiğim için bana çok soğuk davranıyordu. Kendisine, "İstanbullu bir asteğmen hayırlı bir iş için yetkililerle görüşmek istiyor." diye direttimse de bekçiyi pek ikna edemedim. Ona biraz daha dil döktükten sonra, "Eğer benle görüşmek isteyen olursa, bana askerlerle haber yollarsın." diyerek dönüp, umutsuzca tel örgülerin arkasından birliğime doğru yürümeye başladım.

Birlik içinde yaklaşık iki yüz metre yürümüş yürümemiştim ki, arkamdan nizamiyeye kadar koşarak gelen bekçi, patronlarının benimle görüşmek istediklerini, bana bağırarak bildiriyordu. Ne olmuştu? Yöneticilerin ya da patronların kafalarına kiremit mi düşmüştü? Her neyse. Olanlar beni ilgilendirmiyordu. Benim, görüşme isteğim kabul görmüştü ya, gerisi faso fisoydu. Sevinçten havalara uçarak koşturmaya başladım fabrikaya doğru.

Koştur koştur fabrikanın bahçesine geçtim. Tavrı, bir anda olumluya dönen bekçi, bir yandan bana ne görüşmek istediğimi soruyor diğer yandan da önüme düşerek beni ilgililere taşımaya çalışıyordu. Beni, fabrikanın girişinin bir üst katında, bir odanın önüne kadar götürüp bıraktı. Meğer beni götürüp bıraktığı oda patronların odasıymış.

Kapıyı tıklatıp odaya girdiğimde, biri makamında, diğeri de onun karşısındaki koltuklardan birinde oturan iki beyefendi ile karşılaştım. Makamında oturan beyefendi babam yaşlarında olmasına rağmen, diğeri ancak kırklı yaşlarda gözüküyordu. Önce kendimi tanıttım. İstanbullu bir asteğmen olarak yandaki birlikte görevli olduğumu söyledim. İstanbullu olduğumu söyleyince, yaşlıca olan beyefendi "Oğlum, İstanbul'un neresindensin?" diye sordu. Ben de, "Efendim, ben Kartal'ın Yakacık köyündenim." deyince, bir an çok şaşırmış bir halde yüzüme bakakaldı adam. Ardından da "Yapma yahu. Ben de Yakacıklıyım." demez mi. Bu sefer de ben şallak mallak oldum. Hemen beynimde, karşımdaki beyefendinin simasını taramaya başladım. Fakat ne mümkün. Karşımda oturan beyefendiyi bir türlü çıkaramıyorum. Benim, şaşkınlıktan içine düştüğüm çıkmazı gören beyefendi, anlatmaya başladı. "Oğlum." dedi. "Ayazma yolunun üzerinde Kefelilerin Köşkü var, bilir misin? İşte o köşk bizim." diye devam etti. Duyduklarıma inanamıyordum. Hem sevinçten hem de şaşkınlıktan "Bilmez miyim efendim." dedim. "Ben de o köşkün az ilerisindeki Fahri Bey'in evinde doğmuşum. Sizin köşkün karşısındaki Taş Köşk'ün bahçesindeki evde de üç yaşıma kadar yaşamışım. Sonrasında da Hasanpaşa İlkokulu'nun bitişiğindeki evimiz yapılınca oraya taşınmışız."

Büyük bir tedirginlik içinde geldiğim fabrikanın sahibiyle hemşeri çıkmıştık. Böyle olunca da ardından sardırmıştık koyu muhabbete. Bana, "Yakacık'tan kimlerdensin?" diye sordu. Ben de, "Bahçıvan Ateş İbrahim'in oğluyum." cevabını verdim. Ardından da "Ateş Amca neyin olur?" deyince de "Dedemdir." dedim. Sonra sırayla Yakacık'tan kendi tanıdıklarını Kadri Bey'i (Kadri Evsen), Kasap Fethi Amca'yı ve Taş Köşk'ün sahibi Hakkı Amca'yı sordu. Hakkı Amca'nın vefat ettiğini söyleyince de, kendisine rahmet diledi.

İyice yumuşamış, rahatlamış bir ortam içerisinde çaylarımızı yudumlayarak lâflamaya devam ediyorduk. Meğer karşısında oturan beyefendi de patronun oğluymuş. Yakacık muhabbetinden sonra benden ne istediğimi sordu. Ben de, fabrikalarından boşa giden "çürük buhar"ın birliğin sıcak su ihtiyacını karşılayabilecek küçük projemi ona anlattım. Çok sevindi. Böylece, birlikle olan ilişkilerin de düzeleceğini ona aktardım. Tekrar çok memnun olduğunu belirtti. Oğluna işaret ederek, sekreterini aratıp, fabrikanın tesisat işlerine bakan ustasını çağırttı. Ustaya, benim bütün istediklerimin depodan karşılanması emrini verdi. Ben de "Sadece çürük buharınızı istiyorum. Diğer malzemeleri biz de karşılayabiliriz." deyip, kendisine çok çok teşekkür ederek vedalaştım.

Yaklaşık on gün içinde, bölüğün kademesinde kazanı hazırladım. Fabrikaya neredeyse bitişik duvarın yanına yaptırdığım ayaklı iskeleye onu yerleştirdim. Askerlerin banyosuna, lavabolarına ve nöbetçi subayı odasının yanına da duş tesisatlarını bağlattım. Fabrikanın bakım ustası da buharı bizim serpantine bağladı. Bize hediye olarak da kazana bizim taktığımız emniyet subabının daha kalitelisini taktı. Sistemimiz artık emre âmâdeydi.

Bir gün yüzbaşıma, "Sıcak su tesisatımızı artık denemeye hazırız." bilgisini verdim. Kendisi ve yanında sevimli başçavuşu ile askerlerin banyosuna gittik. Yüzbaşı, bir ere soyunup banyoya girme emri verdi. Çocuk da soyunup külotu ile duşun altına geldi. Ben, "Sıcak suyu açarken dikkat et!Haşlanma!" dedim. Hemen yanıbaşımda duran başçavuş olan bitene hâlâ inanamamış olacak ki, yüzbaşıya dönerek, "Komutanım. Baksanıza, bir de haşlanacak derecede sıcak su gelecekmiş tesisatttan." diyerek, güya benimle kafa yaptı. Ama sonradan duşun altına girerek, sıcak suyla güzelce yıkanan askeri görünce de bir hayli bozuldu tabiî. Bozulan sadece başçavuş değildi. Yıkanmasını tamamlayan asker bana dönüp de "Allah sizden razı olsun komutanım." deyince, yüzbaşının suratı asıldı. Bana dönerek, "Bütün bunları sadece kendin yaptığını mı söyledin askerlere? Bunların yapılması için benim emir verdiğimi söylemedin mi?" diyerek beni de fırçaladı. Ben de, çaresiz "Tabiî ki komutanım. Siz emir verdiniz, ben de emirlerinizi yerine getirdim." diyerek işi tatlıya bağladım.

Bu, olan bitenlerden bölük o kadar memnun olmuştu ki, anlatamam. Ayrıca birliğimizdeki askerlerle, fabrika çalışanları da, fabrika sahipleri de artık dost olmuşlardı. Karşılıklı selâmlaşmadan geçmeyen bu iki topluluk, bundan böyle adeta birbirlerine emanettiler.

Yıllar önce yaşadığım bu ilginç tevafuk, Yakacıklıların bir araya gelmesi, olağanüstü bir güzellik yaratmıştı, yaklaşık yüz kişiyi bulan askeri personel arasında. Hem tesisatın yapımından sonra, hem de askerliğim boyunca Yakacıklı Kefeli Baba ve oğluna ziyaretlerimi hep sürdürdüm. Bu karşılaşmalarımızın her seferinde de birbirimizi hasretle kucaklayarak, gözlerimizde biriken nemleri birbirimizden saklayarak muhabbetimizi büyük bir içtenlikle sürdürmüştük.

1982 yılındaki bu güzel rastlantıyı yaşayan ve bizlere aktaran, babası ve dedesi de eski Yakacıklı olan Feridun Ateş kardeşime, Yakacık ile ilgili bu hatırayı kayda geçirdiği için sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Ayrıca, sevgili Feridun'un dedesi, benim dedemin de silâh arkadaşı, I.Cihan Harbi ve İstiklâl Harbi gazisi Ateş Amca ile babası İbrahim Ateş'i de rahmetle anıyorum, bu vesileyle.

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 109 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI