Canlıların Yaşam Hakkı
Yeryüzünde yaşayan tüm canlılar, birbirine bağlı ve birlikte yaşayan bir ekosistemin parçalarıdır. Yaratılışımız gereği, diğer mahlukatlarla birlikte varız ve bu dünyanın sadece bizim için yaratılmadığını anlamalıyız...
Telefonda ?Oooo? Goca şair? diye bir ses duyduğum zaman İsmet Atlı Ağabey olduğunu bilirdim…
Telefonda “Oooo… Goca şair” diye bir ses duyduğum zaman İsmet Atlı Ağabey olduğunu bilirdim.
İsmet Ağabey her işini sevgiyle, aşkla yapan bir insandı. Güreşçi idi, olimpiyat şampiyonu idi, yazardı, türkü söylerdi…
Muzaffer Sarısözen gelmiş, güreş idmanlarını seyrediyor. Uzun uzun sohbet ediyorlar. Takside “Hocam neden Yurttan Sesler Korosu programında bozlak okunmuyor?” diye soruyor. Örnek vermesini istiyor Sarısözen. İsmet Ağabey de elini kulağına atıp başlıyor başlıyor, “Binboğaya doğru yol yürü yürü”. Sarısözen şoföre Ankara Radyosuna gitmesini söylüyor. İlk defa bozlağı canlı yayında İsmet Atlı okuyor.
Bir gün Adana’dan İstanbul’a giderken Ankara’ya Ahmet Ayık’a uğruyor, “sen geldin ya iş tamam” deyip Mahmut Atalay’ın yanına götürüyor.
Yazıhanede fırından yeni çıkmış bir tepsi varmış. Dört kilo kıymaya elli yumurta kırmışlar, etrafında da nar gibi kızarmış pideler. Bitiremeyeceklerinden kaygılanıyorlarmış, İsmet Ağabey de gelince kolayca bitirmişler.
İsmet Atlı Ağabey Tekir Yaylasında beş kilo külbastıyı tek başına yediğini anlatınca Ahmet Ayık da “O da bir şey mi ağabey” deyip anlatmış.
20 yaşlarında karakucak güreşe gitmiş, başpehlivanlık ödülünü kazanmış. Cebine parayı koymuş, Çamlıbel’e gelince kendin pişir kendin ye tarzında bir yere oturmuş beş kilo etle doymayınca iki kilo daha istemiş. Az ötede oturan bir ihtiyar durumu görmüş, bir kilo da o ısmarlamış, bir oturuşta tam sekiz kilo eti yemiş.
Bana da doktor haftada iki defa iki köfte, o da dana etinden yağsız olacak diye sıkı sıkı tembih etti.
Ailesi Atlılar diye bilinirmiş. Bir sohbetimizde “Türkiye’de attan anlayan üç kişi varsa biri benim” demişti.
İran’lıların yenilmez armadası, sırtı yere gelmemiş, yaşarken heykeli yapılmış bir pehlivanı var, adı Tahti.
Roma Olimpiyatlarında finalde karşı karşıya geliyorlar. Finale gelinceye kadar İsmet Atlı rakiplerini sayı ile, Tahti tuşla yenmiş, finale de sıfır fena puanla gelmiş. Bütün güreş severler Tahti’nin kazanacağından emin. Çünkü daha önce hiç yenilmemiş bir güreşçi. Ama İsmet Ağabey de iyi çalışmış. Günlerce dağlarda koşmuş, kendi kilosundan fazla olanlarla güreş yapmış, ormanda ağaçlarla mücadele etmiş. Bir konuşmamızda “atlarla güreş etmişsin Ağabey” deyince “Bir atın yere yıkılması gerekiyordu, o zaman yatırmıştım” demişti.
Güreş başlamış. “Parçalarcasına bir mücadele” imiş. Hiç minderden kaçmayan Tahti minder dışına kaçmaya başlamış. Emekleye emekleye giderken altına yıkılmış Tahti, bir puan almış İsmat Atlı. O zamana kadar Tahti’nin alta düştüğü görülmemiş.
Son bölüm başlamış, İsmet Ağabey anlatıyor;
“Ülkemin insanlarını düşündüm. Bulgaristan’da yamaklı pantolonlarıyla ziyarete gelen Türkleri hatırladım. Seyhan, Ceyhan geldi aklıma. Kastamonulu Davulcu Karayılan’ın meççiği kaldırmasıyla başladığım güreşler geçti gözümün önünden. Sivas’ın Sicimoğlu, Maraş’ın Göksun güreş havası çınladı kulaklarımda.
Bir sabah çifte giderken Gökülü Emminin söylediği senir havası doldu yüreklerime. Köy düğünlerini hatırladım. Süslü Hasanın ağıtı, Topuz Eşe’nin dörtlükleri boğazımda düğüm düğün.
Sarı Zeybekle Kolbaşının kır atı şahlandı. Yörük Ali Efe, Çakırcalı, Kerimoğlu, Debreli Hasan, Hekimoğlu, Bayram Aracı, Muzaffer Sarısözen, Ankaralı seğmenler el ele, kol kola düşmüşler yollara. Şafak vakti sunayı uyandırmadan koro halinde bağırmaya başladılar.
Bir de ne göreyim eski ustalar peşrev çekiyorlar. Kurtdereli Mehmet Pehlivan, Koca Yusuf, Çoban Mehmet, Mersinli Ahmet, Yaşar Erkan, Zanapalı Hanifi, Yusuf Aslan hepsi orada. Bana moral veriyorlar. Zanapalı Hanifi aralarından sıyrıldı “İsmet’in şampiyonluğunu Çukurova’nın üç ayak halayını çekerek kutlayalım”
Davulda Adanalı Cebbar, zurnada Arap Nazmi. Koygun bir üç ayak tutturdular. Zanapalı Hanifi başta, ipek mendil elinde, benim gözlerim dolu dolu. Ustam Zanapalı eli kulağa attı, ağzını da poyraza verdi “Kız senin adın da Fadime mi Fatma kı diye başladı.
Gel de dayan dayanabilirsen, buna yürek mi dayanır.
Yunus bir taraftan, Karacaoğlan bir taraftan heykirmeye başladı. Dadaloğlu’nun kahrı hele hiç çekilmiyordu.
Bizimkiler bütün gücüyle beni alkışlıyor. Ülkemin taşı, toprağı, bayrağı, kızı kızanı, ozanı, efesi kısaca herkes benimle minderde. Hepsi bir ağızdan Yüreğimiz seninle, davran İsmet davran. Yolun açık gazan mübarek olsun. diye bağırıyorlar.”
Maçı iki puan daha alarak kazanıyor İsmet Atlı Ağabey ve Olimpiyat Şampiyonu oluyor. Tahti de ilk defa yenilmiş oluyor böylece.
İran’da yas ilan ediliyor. Heykelinin üzeri üç gün tül ile kapatılıyor.
Tahti vefat edince İsmet Ağabey İran’a gidip cenazesine katıldığını söylemişti.
Yine olimpiyatlarda bir atletimiz yarışı sonunculukla bitiriyor. Ama hiç de umurunda değil, üzülmek falan yok, herkesle şakalaşıyor. “Biz üzüntümüzden kimseyle görüşmezdik” diyordu İsmet Ağabey.
Roma Büyükelçisi kafileye yemek veriyor. Kaptan olarak İsmet Atlı’dan da bir konuşma yapması isteniyor, şöyle diyor İsmet Ağabey;
“Ben atletimiz …. seyrettim. Onunla gurur duydum. Gözlerim yaşardı. Bütün dünyanın yarışmacılarını önüne katıp kovalıyordu. Onlar da bir kaçıyordu ki görmek lâzımdı.”
Bir gün telefonum çaldı, arayan İsmet Ağabey. “Goca şair, bir kitap okuyorum, içinde senin de şiirin var.” O kitap bende de vardı ama birisi almış getirmemişti. 1975 veya 1976 yılında basılmıştı. “Bu kitabı göndereyim de hatıra kalsın” demişti ama ömrü vefa etmedi. Daha sonra Rüştü Çakır arkadaşım bulup göndermişti.
1998 yılında Adana’da bir şiir yarışması düzenlendi. Ben de katılmak istedim. İş yerinde otururken telefon çaldı, arayan İsmet Atlı Ağabey’di. Şiirimin güzel olduğunu ama siyasi mesajlar taşıdığı için, jüride devlet memurları olduğundan bu şiirin yarışma dışı bırakılacağını, Eskişehir’de Rasim Köroğlu diye birisi var, telefonu vererek onunla tanışmamı istediğini söyledi.
Bu tarihten sonra yeniden şiire başlamıştım.
Bir de şiirini okuyalım İsmet Ağabey’in.
“Öyle dalardım rakibe,
Sanırlardı füze beni.
İhtiyarlık yavaş yavaş,
Getiriyor dize beni.
Ne hastayım ne de sayrı,
Adale et kemik ayrı,
Telemeye döndüm gayrı,
Yoğurt gibi öze beni.
Vursalar geçerdim taşa,
Ulaşırdım uçan kuşa,
Gidemem iniş yokuşa,
Göndermeyin düze beni.
Başım pınar gönlüm çarşı,
Güler yüzüm satar turşu,
Devlere dururdum karşı,
Karıncalar eze beni.
Dil konuşur kalem yazar,
Bittik gittik azar azar,
Artık deymez bize nazar,
Esirgemen göze beni.
Koca dünya uçtan uca,
Bayrağım çektirdim burca,
Gençlik gitti, olduk koca,
Bildirsinler size beni.
Ter döktürdüm terler döktüm,
Köklü ağaçları söktüm,
Hasmı yere basıp çöktüm,
Şimdi çocuk eze beni.
Adana’dır vilayetim,
Ruhumdadır dirayetim,
Hakk’a kavuşmak niyetim,
Müşküllerden çöze beni.
İsmet atlı’m arar yitik,
Nerde Kaplan, Doğu, Atik,
Eski tüfek, bozuk tetik,
Kaldırmayın yüze beni.”
Bir yanıt yazın
Yorumlar (0)