29-12-2024 22:50:27

Leyla İpekçi Yazdı: Geceleyin Mum Alevinde Yan ve An!

Karanlığın gözlerinde bir mum yanıyor geceleyin. Yaklaşıyorum. Görebilmek için yüzünü, geceleri yazıyorum...
Leyla İpekçi Yazdı: Geceleyin Mum Alevinde Yan ve An!

 

Leyla İpekçi / Yazar

Karanlığın gözlerinde bir mum yanıyor geceleyin. Yaklaşıyorum. Görebilmek için yüzünü, geceleri yazıyorum. Asıl yaşantım geceleyin başlıyor. Bir pervane gibi, mum alevine vurgun, yüzündeki gölgelerin kıpırdanışını seyrediyorum.

Senin yüzün, içinde her şeyin. Evvelinde, sonrasında.

Gece nehir gibi akıp gidiyor. Gözümde birikiyor yaşlar. Yanaktan akıyor, akıyorlar. İsimler saf tutmuş, seni övüyor. Kelimeler yine yetmiyor sevmeye. Vasıtalar, vesileler, binekler, buraklar taşıyor beni sana, yine yetmiyor. Ötede daha ötede; içinde, daha da içindesin her şeyin. Genişlerken yükselmek için, yükselirken dalmak için marifet gerekiyor.

Bilenler diyor ki; aşk dalgıçları en dipten çıkarır inciyi. Bin yıllık yuvarlanışlar, kucaklayışlar, parçalanışlar, terk ediş ve kavuşmalar… birikti durdu durmadan. Bir yaşanıldı, yüz bin hatırlandılar. Bitmeyen savaşlarla, saat başı, gündüz gece, içeriden dışarıya, sonra yine içeriye, bulut gibi döne döne. Senin nefesinde… Canlandılar.

Ölmeden önce dirilişimi gerçekleştirmeye geliyorum. Cehaletimin, gafletimin dikenli yollarından, sarp yokuşlarından geçip acizliğimin şafağında sana, her devirde sana, illa sana geliyorum. Hece hece. Bütün saatlerimle bin yıllardır sana doğru, döküle döküle an olmaya... Bu gece… Şiirimi tamamlamaya geliyorum. Alametlerimden, işaretlerimden dize dize bir insan çıkarmaya. İnsan olmaya geliyorum!

Bak ne diyor Yunus: “An ol! Anda ölüm olmaz.” Aksiliklerin, kusurların, hataların, yetersizliklerin ardında beni kamaştıran Güzel’sin sen. Hiç ayırmadın gözünü benden. Ezelimden öpüyorsun durmadan. Dilimden, elimden düşürmediğim tesbihimsin sen.

Senden başkasını andığım her an zalim oluyorum.

Sen, sen oluyorsun; ben, ben oluyorum.

Savaşmaktan usandım, teslim olmaya geliyorum.

“Gel ey gözüm ağla gülmezem ayruk / Canım dosta gider gelmezem ayruk / Ne gam bu dünyada bir kez ölürsem / Anda ölüm olmaz ölmezem ayruk.”

Kan çanağı bu dünya. Fesat, nefret, intikam, haset, fitne, hiddet, hırs, kin, kibir, riya... Dünyanın bütün nişan taşları hedefimde.

Yola çıkmış bir okum, saplanmak için kendime!

Çatıştıranların en şiddetlisiyle, hainlerin en alçağıyla, tetikçilerin en kabasıyla karşı karşıya geldiğimde çeyizliğimi yapmaktaymışım usul usul. Bir gül verebilmek için sana, gül olabilmek için. Ne kadar sevebiliyorsam o kadar güzel kokacak gül. Ateş paresi gibi gönülleri eriten; ne varsa yakan, cennetleri de yakan...

“Nişânım bî-nişân oldu mekânım bî-mekân oldu / Ne kaldı ceng ü cidâlim can u dil eydir illa Hu...” dedi Sinan Ümmi.

Gecenin gözlerinde bir mum kendini aleve vermiş, yakıyor. Eriye eriye şavkından. Yontma taş devirlerinden cilalı taş devirlerine; görebilmek için yüzünü, bir pervane gibi, mum alevine vurgun, sana geliyorum, milimetrelerle yaşamaktan yorgun.

Bir sevilme serüveni hepi topu. Hiç sönmeyen mum alevinde. Tan vakti ağarana dek çıkarmalı inciyi. Yüze yüze, bütün yüzlerden. Yüzün; içinde her şeyin.

Önceki takvimlerin son yaprağısın.

Sonrakilerin ilki.

“Sevdim seni hep varım,” dedi Niyazi Mısri. Yeryüzünün bütün azılı düşmanlarını, bütün Nemrut’larını senden bilerek, başka nesne istemeyene dek, olmayana dek başkası, kalmayana dek yabancı!  Doğurana dek kendimi kendinden, bilerek Havva’sını Adem’den, nefsini Rabbinden, cismini ruhundan; her şeyini O’ndan. Resulullah sırrından o gülü koklamaya. Aynı ismin içinde defalarca hep sana.

“Bî-nişânın menzilin Kaf-ı ademden izleyip / Ey Niyazi böyle bulmuş bulan ol canânını.”

Gündüz atılan tohumlar geceleyin çatlasın diye beklerken uykum kaçıyor. Gecenin örtüsü sensin. Aşka örtü olan gece de sensin.

Yâr yüzüne müptela, ıstırabını zevk edinmiş bu gece pervane. Ateşini bahçe edinmiş. Ama yüreğindeki yangın sinesini tutuşturup alevlendiriyor. Mumun yanı başında, onun alevinde usul usul eriyor, küle dönüyor. Mumla dost olmuş bu gönlü kırık pervane diyor ki:

“Gündüzü ne yapayım? Benim gündüzüm sevgilimin yüzündeki parlaklıktır. O olmayınca gündüzüm karanlık gece olur bana.”

Kendi bahtına sesleniyor pervane. Ateş haresinin çekim gücüne kapılmış. “Yaklaş, daha da yaklaş” komutuna amade. Kaderini yazıyor. Zaten hiçbir şey yoktur ki zorla gelsin. Her şey gönüllü geliyor. Sonra anlayacağım ki, gecenin en karanlık anında ne gelen varmış, ne de giden. Yeryüzünün en cılız alevli mumu ise uzun nöbetinde. Yandıkça kendini eritiyor. Kendi ateşine mahkûm, pervaneye rakip. Mum ile pervanenin dostluğuna gece şahitlik ediyor. Ey gece nelere kadirsin!

Gecenin geçmişle bir ilgisi olmalı. Önceyi şimdiye getiriyor. Ve seher vakti girerken; diyorsun ki pervaneye:

“Acayip bir gece ülkesi, acayip bir gül bahçesidir bu!”

Tutuşan sineler arasında bir yerde, bir vakitte, pervane yârinin vuslatına eriyor. Oysa pervane mumdan ayrı kaldığı için kederli. Gazelini kendi söylüyor:

“Ey alımlı yüzü gönlümün çerağı olan güzel. Ne zamana dek dağlayacaksın yüreğimi? Canım bedenimden gitse de, zülfünün kokusu gönül burnumdan gitmez. Senin boynunu andıkça, gönül bağımda bir servi biter. Âlemi dolaşan ay, vuslat gecesi çerağımdan alır ışığını. Zülfünün kıvrımlarında gönlüm kayboldu. Bundan sonra gönlüm nasıl kurtulacak?”

Saklı gül bahçesine o güzel kokuların izinden giderek yaklaşmaya niyet ettim. Ateş pâresi gibi gönülleri eriten; ne varsa yakan, cennetleri de yakan bir niyet...

Kayıp inciyi her birimiz kendi gecemizin içinden çıkaracağız, evet. Tan vakti ağarana dek. İster farz niyetine ister nafile. İyi sabahlar. İyi yıllar. Günaydın.

 

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 350 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI