Aydınlık ve karanlık, nur ve zulmet dünyamızla yaşıt iki gerçektir. Bu terimler maddi hayatımız kadar manevi hayatımızla da ilgilidir. Bedenimiz gibi ruhumuz da aydınlıkta parlar karanlıkta yok olur. Nur ile canlanır zulmet ile ölür. Kur’an-ı Kerim şu soru ile dikkatimizi konu üzerine çekmektedir. “… Aydınlıkla karanlıklar, nur ile zulumât bir olur mu?” (Ra’d, 13/6) Bu ayette dikkatimizi çeken bir diğer husus da nur kelimesinin tekil, karanlık kelimesinin çoğul olarak kullanılmasıdır. Yani içimizi ve dışımızı aydınlatan kaynak bir tanedir. Zâhirimizi ve bâtınımızı karartan merkezler ise pek çoktur.
İçimizi ve dışımızı aydınlatan mevsimlerden biri de Ramazan’dır. Minarelerdeki mahyanın nuru ile bedenimiz, secdelerdeki huzurun parıltısı ile ruhumuz aydınlanır. Ramazan bayramı sadece oruç mevsiminin sonunda yaşanmaz, bu ayın gelişi de aynı duygularla karşılanır, istikbal edilir. O anda mutluluğumuzu, vefatının 50. yılında rahmetle andığımız Arif Nihat Asya’nın dua ve yakarışlarıyla fade ederiz.
Biz kısık sesleriz… Minareleri
Sen, ezansız bırakma Allah’ım
Mahyasızdır minareler… Göğü de
Kehkeşansız bırakma Allah’ım
Yarının sonlarında yılları da
Ramazansız bırakma Allah’ım
Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız
Ve vatansız bırakma Allah’ım
Oruç ibadeti gösteriş afetinden uzaktır. Buna rağmen büyük- küçük, inanan inanmayan herkes ramazanın varlığından haberdardır. Oruç tutmayan, tutamayanlar da iftar sofralarının konuğudur, misafiridir.
Oruç ibadetinde insanın tabiî fitrî meşru iki ihtiyacına geçici olarak yasak getirilmiştir: Yemek ve cinsel ilişki. Böylece insanın belli konularda irade eğitime imkân hazırlanmış, maddî ve bedeni yönümüzün iştahları engellenerek ruhî ve kalbî hayatımızın ufukları açılmıştır. Hayatı yemek, içmek, giyinmek ve birleşmekten ibaret gören anlayışın aksine, pek çok insanî üstünlükleri öne çıkarmak için bu mevsim büyük bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. Ramazan mektebinde okumak, insanı şehvetin tuzaklarına karşı uyanık hale getirir. Çile ve ızdırap içinde yaşayanlara karşı olan “Vurdumduymaz”lığımızı hesaba çekme imkanı verir, kendimizle ve çevremizle “barışık” olmanın kapılarını sonuna kadar açma fırsatı sunar, yakarışlarımız hedefini bulur:
Ne tâc ister ne taht ister.
Ne mal ne mülk ne pul ister.
Varsın hepsi ırak olsun.
Gönül senden seni ister.
Varım yoğum senin olsun.
Gayrısı tüm yalan olsun.
Gönül senden seni ister.
Özü sana kurban olsun.
Ehem-mühim sıralamasında değişik konularda yaptığımız hataların bir kısmı da bu “mevsim”le ilgilidir. Söz konusu güzel atmosferin hafifletici psikolojisiyle dine, camiye, cemaate yardımlaşmaya koşar mihraba yöneliriz. Ancak öğle namazına değil de teravihe daha çok önem veririz. Cemaatle kılınan namazlardan sonra toplu tespih çekmeğe dikkat ederiz de namazdan sonra okunan Kur’an-ı Kerimi dinlemeye pek dikkat etmeyiz. Bunun gibi Ramazan ayında genellikle yaptığımız hata şudur: Bu ay aç kalmak, yemek yememek, yemeği azaltmak ayı olduğu halde yemek ve mutfak zenginliklerimizin şaha kalktığı bir ay haline gelir. Ramazan ayı giderek bir “yemek cümbüşü”ne, bir eğlence cümbüşüne dönüşür. Halbuki yılın on bir ayında bu zaten icra edilmektedir. Oruç ayında, oruç tutmak gerekir. Cümbüş olacaksa fakir-fukara için olmalıdır. Yokluk ve yoksulluk içinde yaşayanlar için olmalıdır. Bizim için bu ay “Bir hırka bir lokma” ayı muhtaçlar için “bin hırka bin lokma” mevsimi olmalıdır. Aksi halde mahyaların ışığı belki yüzümüzü aydınlatır, fakat ruhumuzu aydınlatmaz. Yaşamamız gereken tevhid ve muhabbet neşvesini yakalamamıza vesile olamayabilir,
Birliğimizi zedeleyen müzmin hastalıklardan kurtulmak için Mehmet Akif uli beraber dualarımız devam ediyor:
Ya Râb, şu muazzam Ramazan hürmetine
Kaldır aradan vahdete hâil ne ise
Ya Râb, şu asırlarca süren tefrikadan
Artık, ezilip düşmesin ümmet ye’se,
Şair ve sanatkârlarımızın Ramazan’la ilgili duygu ve düşünceleri o kadar çoktur ki edebiyatımızda “Ramazannâme” adıyla ayrı bir şiir türü oluşmuştur. Bu tür hakkında geniş araştırmalar yapan Amil Çelebioğlu’nu rahmetle anarak vefatının 300. yılında andığımız Bursalı İsmail Hakkı’nın bu mübarek zaman dilimi ile ilgili terennüm ettiği duygularını aktaralım:
Sâye saldı ehl-i imân üstüne
Hamdü li’illah geldi mâh-ı Ramazân
Doğdu ol nûr ehli-i irfan üstüne
Hamdü li’illâh geldi mâh-ı Ramazân
Bağlayup şeytânı bende vurdular
Cümleten ağyâr-ı Hakk’ı sürdüler
Ehl-i Hak ol ayda Hakkı’ı gördüler
Hamdü li’illah geldi mâh-ı Ramazân
Ehl-i cürmün Hak gözi yaşın siler
Ağlayanlar şâd olur dâ’im güler
Şerbet-i gufrân içerler âsiler
Hamdü li’illâh geldi mâh-ı Ramazân
Kıl terâvihi safâlar bulagör
Eyle tesâbîhi vefâlar bulagör
Zikr u tâ’at nuru ile dolagör
Hamdü li’illâh geldi mâh-ı Ramazân
***
Gül gibi dil – şâd olun ey âşıkan
Geldi mâh-ı rahmet-i Hak Ramazân
Bülbül-asâ zâr edin ey sâdıkân
Geldi mâh-ı rahmet-i Hak Ramazân
Geldi Hak’tan halka bir mihmân-ı hûş
Eyledi deryâ-yı dil zevk ile cûş
İdegör sahbâ-yı zâtı sen de nûş
Geldi mâh-ı rahmet-i Hak Ramazân
Geldi o mâh-ı mübârek kim gider
Onda mü’minler derûnundan keder
Da’imâ Hak’dan nesîm-i feyz eser
Geldi mâh-ı rahmet-i Hak Ramazân
Geldi o şehr-i safa mah_i vefa
Hamdü li’illâh çeşm-i cân buldu cilâ
Mağrifet-cu ol Hüdâ’dan Hakkıya
Geldi mâh-ı rahmet-i Hak Ramazân
Bu mübarek mevsimde aşı-işi olmayan, yeri-yurdu olmayan hepsinden önemlisi bombardıman altındaki insanları unutmayalım! Elimizdeki nimetlerin kadr u kıymetini bilelim. Zorlukları sabırla kolaylıkları şükürle karşılayalım.
Yorumlar (0)