Mûsevîlik ve Hristiyanlık sadece tenzîh ve teşbîh esasına dayandığı için sıfatlar tevhîdinde kalmış, zât tevhîdinden koku alamamıştır.
Mûsevîlik Cenâb-ı Hakk’ı tenzîhte aramıştır.
Bu sebeple Hazret-i Mûsâ’ya mensup olanlarda şerîat esastır.
Cenâb-ı Hak hiçbir şeye benzemediği için tenzîhi kabûl eden dinlerin ibâdethânelerinde resim ve heykel yoktur.
Mühr-i Süleyman ise altı vecheli olduğu için Cenâb-ı Hakk’ın altı yönden münezzeh olduğunu remzeder.
Bu işâret bizim kültürümüzde de tenzîh sembolü olarak kullanılmıştır.
“Tenzîhte halk Hak değil, Hak da halk değildir.
Kul ayrı, Allah ayrıdır.
Cenâb-ı Hakk’ın kendini görmek isteyen Hazret-i Mûsâ’ya “Onu asla göremezsin” (A’raf/143) demesi tenzîhe işarettir.
Bu makamda seyredenler varlığın O’na ait olduğunu idrâk edemediği müddetçe bu hitap devam edecektir.
İsevîlik ise Cenâb-ı Hakk’ı teşbîhte arar.
Teşbîh görünen bu varlıktır.
Varlığın en mütekâmili insan olduğu için İsevîler Hazret-i İsâ’nın yaşadığı bu hakîkati kendi peygamberlerine tatbik etmişler ve Hazret-i İsâ’yı Allah gibi görmüşlerdir.
Dinin hakîkati gönülde tecellî ettiğine ve böyle bir gönül ibâdethâneyle sembolize edildiğine göre kilisenin Hazret-i İsâ’nın putlarıyla doldurulması, Cenâb-ı Hakk’ın teşbîhte yani İsâ’da algılanması anlamına gelecektir.
İsevîliğin sembolü olan istavroz da zâhir, bâtın evvel ve âhirin yani her şey’in Hak olduğunu ifâde eder.
Bu idrâk seviyesinde de tenzîh yani Ahadiyyet ve Samediyyet sırrı olmadığı için Cenâb-ı Hakk’ın zât makâmındaki birliği yani tevhîd-i zâtî anlaşılmayacaktır.
Bu durumda tevhîd-i zâtîyi kim gerçekleştirmiştir? diye sorulursa bunun cevabı Hakk’ı tenzîh (şerîat) ve teşbîh (hakîkat)te idrâk eden Hazret-i Peygamber ve onun yolundan giden Müslüman gerçekleştirmiştir olacaktır.
Vahdeti hazmederek tenzîh (şerîat) ve teşbîh (hakîkat) arasından bakan hakîkat ehli vahdet hâlini şöyle anlatmaktadır:
Ne ol bu olur ve ne bu olur ol
Hakîkatte budur vahdetteki yol
Bütün bu bilgiler İslâmı şerîat ve hakîkat yönüyle hakkıyla yaşayan Yûnus ve Mısrî Hazretleri gibi zâtların
“Vahdeti kesretde, kesreti vahdetde bilmek”, “Bir ben vardır bende benden içeri ” ve
“Yetmiş iki millete bir göz ile bakmak” şeklinde ifâde ettikleri fikirleri izâh ederken dikkate alınması gereken bilgilerdendir.
Zira bu ifâdeler zât tevhidini makâm ve hâl üzere yaşayan, varlığa tenzîh ve teşbîhle bakan insanların ortaya koydukları Muhammedî tavrın ifâdeleridir.
İmdi şu bir hakikattir ki Allah zâtıyla yegâne varlık olduğu hâlde, sıfatlarıyla bütün varlıkta görünen O’dur.
Bu yönüyle Cenab-ı Hak, tevhîd mertebeleri dikkate alınarak anlaşılacaktır.
Tenzîh ve teşbîh konusunda eşyâya dışardan bakan ve “Allah hiçbir şeye benzemez ve hiçbir yönde değildir.” diyen zâhir erbâbının ifrâtı kadar “mevcûd O’dur, Allah her yerde hâzırdır ve nazırdır.” diyen ilme’l-yakîn erbâbının tefriti de doğru değildir.
Gerçek şu ki:
Tenzîh + teşbîh = Tevhîd,
Fark + cem’ = Tevhîd,
Şerîat + hakîkat = Tevhîd,
Zâhir + bâtın = Tevhîd
Şeklinde ifâde edebileceğimiz her iki makâmı cem‘ etmek gerekmektedir .
Kelâmın özü şudur ki bütün dindârlık ve samimiyetleriyle gayret etseler de sırf tenzîhte kalanlar küfürden, sırf teşbîhte kalanlar ise şirkten kurtulamayacaklardır.
Tevhîdin hakikati bu ikisinin arasında bulunmaktır ve “Tevhîde ulaşmak” denilen bundan ibarettir.
Kur’an’da ismi geçen peygamberlerin her biri tevhidi ya teşbih (hakikat) ya da tenzih (şeriat) noktasından yaşayıp izah etmektedirler.
Tenzihten teşbihe, teşbihten tenzihe gidemeyen ve her iki alemde hakkı bulup çıkaramayan kişiler peygamber de olsalar sıfatlar tevhidinde kalır, tevhidi zatî yönden idrak edemez.
İnsanın hedefi tevhîd-i zâtî olmalıdır yani insan farkı ve cem’i birleştirip cem’ül-cem’e ve ahadiyyete ulaşmalıdır.
Zat tevhidi Süleyman peygamberde başlayıp Hz. Muhammed (s.a.v.)’de tamamlanmıştır.
Malumunuz Hz. Süleyman mektubunun başına fark ve cemin şifreleri olan besmeleyi koyarak enfüs ve afaktan haberdar olduğunu beyan etmektedir.
Kur’an ise zat tevhidinin manâsıdır.
Onu zâtî âlemden indiren Resûl-ı Ekrem de tevhid-i zât peygamberidir.
Resûller bu makamdan haberdar değilken Resûlullah yaşamış ve haber vermişti.
İmdi bu bilgiye göre dört ana kitap İncil, Tevrat, Zebur ve Kur’an, esma, ef’al, sıfat ve zat’ın manâsıdır.
Bu makamlarda seyreden salik tevhidi adı geçen peygamberlerin anladığı gibi anlar, yaşadığı gibi yaşar.
Eşya Hakk’ın “levlake levlake” hitabına mazhar olan makam-ı Muhammede sefer halindedir.
Zat-ı Hakkın nuru Muhammed’de tamamlanmış ve yine o makamdaki insandan yansımış ve yansımaktadır.
İnsan nurunu tamamladığında bakışlarını Hz. insandan eşyaya çevirecek, kendi özünü (ayân-ı sabite) eşyanın aynasından seyreder hale gelecektir
Aslında insan denilen varlık özünü Hz. insanın ve eşyanın aynasından çıkar varlıktır.
Gayrılar mahlûk seviyesinde birer yolcudur.
Miraç denilen olay bundan ibarettir.
Bunu bilene ârif, bilmeyene câhil dendi.
Yorumlar (0)