27-01-2025 02:14:25

Mustafa Balbay Yazdı: 1993... ‘Uğur’suz Yılın Adı

Türkiye’nin siyasi tarihini araştıranların 1993 yılı üzerinde hayli uzun durmaları gerekir. Pek çok bakımdan kırılmaların, çalkantıların yaşandığı uzun bir yıldı. Yılın gelişi daha ocak ayından belli...
Mustafa Balbay Yazdı: 1993... ‘Uğur’suz Yılın Adı

 

Mustafa Balbay / Gazeteci-Yazar

Türkiye’nin siyasi tarihini araştıranların 1993 yılı üzerinde hayli uzun durmaları gerekir. Pek çok bakımdan kırılmaların, çalkantıların yaşandığı uzun bir yıldı. Yılın gelişi daha ocak ayından belli olmuştu! 24 Ocak 1993 Pazar günü Ankara karlı, yarı güneş, ayaz bir güne uyandı. Öğle saatlerinde Gaziosmanpaşa Karlı Sokak’ta patlayan bomba, Uğur Mumcu’nun 1990 yılından beri sorduğu şu soruya karşılık veriyordu: 

Sıra kimde?

“Sıra” Uğur Mumcu’daydı!

31 Ocak 1990’da Bahçeli’deki evine girerken kurşunlanarak öldürülen Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Prof. Dr. Muammer Aksoy’un cenazesinde onun fotoğrafını taşıyan Uğur Mumcu, karanlık bir dönemin başladığını görüyor, bunu korkmadan kaleme alıyordu. Çok iyi biliyordu ki “Cesur bir kez, korkak bin kez ölürdü”.

Prof. Aksoy’un ardından 7 Mart 1990’da Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç evinden çıkarken çapraz ateşle öldürüldü. Aynı yıl 6 Eylül’de emekli müftü, yazar Turan Dursun, 4 Ekim’de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bahriye Üçok evine gönderilen bomba düzenekli bir paketin patlamasıyla yaşamını yitirdi.

1990’lı yıllar bir yandan 12 Eylül 1980 askeri darbesinin bütün izlerini silme, kaybedilen hakları geri kazanma mücadelesiyle bir yandan da aydın kıyımlarıyla başladı. 1991 sonunda yapılan genel seçimlerin ortaya çıkardığı tablonun eseri olarak DYP-SHP koalisyonu kuruldu. Merkez sağ ve merkez solun ortak bir hükümette buluşmuştu. Hedefleri, ülkeyi demokratik bir iklime sokmak, giderek yükselen PKK terörüne karşı tüm Türkiye’yi kucaklamaktı. Böyle bir hükümetin kurulması aydınların büyük çoğunluğunu hem sevindirdi hem büyük beklenti içine soktu.

Ancak aydın kıyımlarının sürmesi ülkenin ufkunu karartıyordu. 9 Temmuz 1992’de, 24 Ocak’a altı ay kala, dönemin MİT Müsteşarı Teoman Koman, aralarında Uğur Mumcu’nun da olduğu bir grup gazeteciyle sohbet ederken kısa ama derin iki cümle kurmuştu:

“Bir gazeteciyi öldürecekler. Hatta içinizden biri de olabilir!”

Sıranın kendisine geleceğini o kadar “net” görüyordu ki iki güvenlik uzmanına şu soruyu sordu:

“Bana nasıl bir saldırı düzenlenebilir?”

Güldal Mumcu bunu, “İçimden Geçen Zaman”da eşiyle yaşadığı diyalogları da paylaşarak anlatır.

Güvenlik uzmanıyla bütün olası yöntemleri konuştular, en güçlü olasılığın şu olduğunu yüksek sesle dile getirdiler:

Araca bomba konarak.

Uğur Mumcu’dan önce yaşanan saldırılar kadar, ondan sonra yaşananlar da toplumda derin izler bıraktı, dönemin iktidarının adımlarını etkiledi. En sarsıcı olan Mumcu’nun öldürülmesiydi.

Türkiye olağanüstü bir ikilemi yaşıyordu. Bir yanda koalisyonun SHP kanadının “demokratikleşme paketleri” bir yanda DYP kanadının bunları reddetmeden denge bulma arayışı... Ama bunun karşısında yükselen terör! 1990-1993 arasında özellikle 21 Mart Nevruz kutlamaları o ayı kapsayacak ölçüde kanlı geçti.

Koalisyondaki arayış güvenlik güçleri içinde de vardı. Dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis şu düşüncesini yüksek sesle dile getiriyordu:

“Bölge halkını kazanmadan terörle mücadeleyi kazanamayız.”

Bitlis bu görüşünü metin haline de getirdi. “Bitlis planı” adıyla tartışılmaya başladı. 17 Mart 1993’te, Mumcu cinayetinin üzerinden iki ay geçmeden Org. Bitlis’in Ankara Etimesgut’tan havalanan uçağı kalkıştan kısa bir süre sonra düştü. Uçaktaki beş kişiden kurtulan olmadı. Uçağın buzlanmadan düştüğü açıklandı. Üretici firma ise uçağın Ankara’daki hava koşullarından çok daha ağır durumda bile uçabildiğini açıkladı.

İki ay sonra 24 Mayıs’ta Bingöl-Elazığ karayolunda 33 silahsız eri taşıyan otobüs durduruldu, erler kurşuna dizildi. Korkunç katliamı PKK üstlendi.

O gün SHP’nin bir bakanı çevresiyle şu cümleyi paylaştı:

“Bu koşullarda demokratikleşme paketlerinden söz etmek artık çok zor!”

1993’ün uğursuzlukları bitmemişti!

2 Temmuz’da Sivas Madımak’ta 35 aydının yanarak, dumandan boğularak ölümü terörün boyutunu bambaşka bir aşamaya taşıdı. Madımak Oteli’ni kuşatmaya gidenler haykırıyordu:

“Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak!”

Üç gün sonra 5 Temmuz’da ise bu kez Erzincan’ın Başbağlar köyünden terör haberi geldi. Akşam namazında köye gelen bir grup terörist camiden insanları çıkarıp köy meydanında kurşuna dizdi.

1993 boyunca ve sonrasında yaşananları aydınlatabilecek gazeteci, yılın başında öldürülmüştü!

KÜRT DOSYASINI VE SSCB’NİN ÇÖKÜŞÜNÜ YAZACAKTI

Uğur Mumcu Türkiye’nin en üretken, en cesur yazarı olarak kimsenin üzerine gidemediği konuları günlük çalışmasının bir parçası olarak araştıran, arşivine arşiv katan bir gazeteciydi.

1993 yılına girerken ajandası hem güncel konularla hem de derinlemesine araştırmaya planladığı dosyalarla doluydu. 24 Ocak 1993 günü yayımlanan “Zeyilname” başlıklı son yazısı bir yolsuzluk olayının önemli ayrıntısını içeriyordu.

Elindeki ayrıca önem verdiği çalışmanın adı şuydu:

Kürt dosyası!

Osmanlı’dan Cumhuriyete, İnönü’nün hazırlattığı dosyadan edindiği son belgelere kadar geniş bilgi topluluğu vardı. Bunları ince bir işçilikle işleyip “fikre” dönüştürmek gerekiyordu. Yaşam çizgisi buydu, bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olunmazdı.

Bu çalışmanın her aşamasında kendisine has heyecanla enerjisi yükseliyor, ulaştığı bilgiler onu herkesin çözemeyeceği labirentlere götürüyordu. O yüzden uzamıştı. Öcalan’ın özellikle üniversite yıllarına ilişkin ulaştığı bilgiler, devletle “bağını” sorgulamayı gerektiriyordu. 24 Ocak günü dosya tamamlanmamıştı.

Gündemine aldığı bir başka konu ise 1991’de büyük bir toz bulutu ile çöken Sovyetler Birliği’nin hangi nedenlerle böyle bir sonla karşılaştığını araştırmaktı. Tıpkı Roma’ya gidip Ağca’nın papa suikastını araştırdığı gibi tıpkı Almanya’ya gidip bu ülkede yükselen siyasal İslamın önde gelenleriyle yüz yüze konuştuğu gibi Moskova’da çöküşü araştırmak istiyordu. İçişleri Bakanlığı döneminde Hasan Fehmi Güneş’le çalışan Melih Yüzbaşıoğlu Moskova’daydı. Onunla ön bilgileri topluyordu.

Bir hedefi daha vardı, Türkiye’yi roman kurgusu ile de anlatmak!

İlki Altan Öymen’le yazdıkları “mobilya dosyası” olmak üzere sağlığında 24 kitabı yayımlandı.

Ölümünden sonra da üretmeye devam etti!

Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (um:ag) büyük çoğunluğu Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan günlük yazılarını konularına göre gruplandırdı, sağlığındakinden daha fazla kitap ortaya çıktı.

Türkiye gündemindeki bütün konuların üzerine cesurca gitmesinde önemli bir unsur da gazetesi Cumhuriyet’in bunları tereddütsüz yayımlamasıydı. Gazetenin imtiyaz sahibi Nadir Nadi 1980’li yıllarda şöyle bir anı yaşadı. Bir tanıdığı Uğur Mumcu’nun elindeki yolsuzluk dosyasını Cumhuriyet’in yayımlamaması için “ricada” bulundu. Nadi telefonu kapattıktan sonra Uğur Mumcu’yu aradı. “Uğur” dedi, “Duydum ki elinde bir yolsuzluk dosyası varmış. Kolaylıklar diliyorum. Biliyorum ki bulursan benimle ilgili de yazarsın!”

UMUT DAVASI SÜRÜYOR

Uğur Mumcu’nun aracına bomba konmasından kısa bir süre sonra olay yerine gelen güvenlik güçlerinin ilk işi, ellerinde süpürge ile aracın parçalarını toplamak oldu. Bu yöntem sonraki yıllarda da çok tartışıldı. Her parçanın tek tek, özenle toplanması ipuçlarını artırabilirdi.

Olayla ilgili soruşturma hızlı başladı. Ayhan Aydın adlı tanık bombayı koyanları gördüğünü söyledi. 13 Şubat 1993’te Mehmet Ali Şeker ve Ayhan Usta’yı teşhis etti. Güvenlik birimleri bir ay geçmeden aydınlatabileceklerini söylediler. Ancak bir çelişki ortaya çıktı. İki kişinin gözaltı tarihi 24 Ocak 1993, gözaltı yeri ise İstanbul görünüyordu. İfade tutanağında evlerine yapılan baskın tarihi 26 Ocak’tı. Daha başlangıçtaki bu çelişki, benzer garipliklerle devam etti.

Güldal Mumcu, kurduğu vakıfla Uğur Mumcu’nun adını yaşatırken soruşturmanın peşini de bırakmadı. Ocak 1996’da dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ağar’la görüşmesindeki diyaloğu İçimden Geçen Zaman’da şöyle paylaştı:

 

Güldal Mumcu (GM): Karşımıza sürekli engeller çıkıyor. Bir duvar örülüyor sanki.

Mehmet Ağar (MA): Evet, Güldal bir duvar örülüyor.

GM: O zaman bir tuğla çekin, duvar yıkılsın.

MA: Çekemem.

GM: Tuğlayı çekin, kenara çekilin.

MA: Yapamam, onu da yapamam.

GM: Soruşturma için yeni bir ekip kurulmasını sağlayabilirsiniz belki.

MA: Kusura bakma Güldal, yapamam!

GM: Ülkü Coşkun (dönemin DGM savcısı), “Bu işi devlet yapmıştır. Siyasi iktidar isterse çözülür” dedi.

MA: Aptal bunlar, böyle şey söylenir mi?

GM: O zaman başkaları çeker, altında kalırsınız.

MA: Ona kimsenin gücü yetmez!

 

21 Ekim 1999’da Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın Uğur Mumcu gibi aracına bomba konularak öldürülmesinin ardından öncekilere oranla daha derin bir soruşturma yürütüldü. 17 Ocak 2000’de Beykoz’da başlayan Hizbullah operasyonunda yakalananların Kışlalı’nın yanı sıra Mumcu, Aksoy, Üçok cinayetlerini de işlediği açıklandı.

Bu soruşturmaya Uğur Mumcu Uzun Takip (UMUT) adı verildi.

17 sanıklı davada 2005 yılında verilen karar 2 kez bozuldu. Hapisteki tek kişi gözcü olarak dosyaya giren Ferhan Özmen. Bombayı koyduğu belirtilen Oğuz Demir firarda. Bu dava devam ediyor. 16 Ocak 2025’teki duruşmada Mumcu ailesinin avukatı Turgut Kazan, Mehmet Ağar’ın tanık olarak dinlenmesini talep etti. Mahkeme 12 Mayıs’a erteledi.

SELDA BAĞCAN, ‘UĞURLAR OLSUN’U 10 DAKİKADA BESTELEDİ!

Uğur Mumcu’nun yaşamını “Kalpaksız Kuvvayı Milliyeci, Cumhuriyet’e Adanmış Bir Ömür” başlığı ile kitaplaştırırken konuştuğum arkadaşları şu tanımlamaları yaptılar:

 

Ali Sirmen: “Uğur Mumcu bir Cumhuriyet ordusudur.”

Altan Öymen: “Uğur’un cenazesi bir başka doğumdur.”

Emin Çölaşan: “Uğur, gelmiş geçmiş en büyük gazetecidir.”

Hasan Fehmi Güneş: “Uğur’un katli bir karşıdevrim hareketidir.”

Rutkay Aziz: “Uğur Mumcu’nun içinde bir yanardağ coşkusu vardı.”

 

Uğur Mumcu, Türkiye’de en çok yere adı verilen, en çok heykeli dikilen değerlerimizin başında geliyor. Bir kişi için türkü yakmak ise bambaşka bir şey. Selda Bağcan, “Uğurlar Olsun” türküsünün öyküsünü konser öncesi bir sohbetimizde şöyle anlattı:

“Ölüm haberini aldığımızda çok üzüldük. Bir zaman geçti, gazeteci arkadaş Ali Çınar şiir yazmış. Şarkı sözü gibi. Faksla geldi. Okudum, çok beğendim. O an bir şey yapmadım ama bir süre sonra yeniden elime aldım. Okudum, okudum. Okurken mırıldanmaya başladım. Melodi döküldü. Biraz kafiye ayarladım, hece vezni yaptım. Stüdyoda değildim. İlk kez ofiste beste yapıyordum. Yanımda bağlamam vardı, aldım elime. Söylemeye başladım. Aman Allah’ın çevremdeki herkes beğendi. Hepsi 10 dakika sürdü. Hemen stüdyoya girdik. Arif Sağ bağlamayı çaldı. Aralık 1993’te yayımladık.”

Selda Bağcan türküyü söylerken neler hissettiğini de şöyle paylaştı:

“Her söyleyişte, keşke ölmeseydi, biz de söylemesiydik diyorum. Türküyü söylediğim süreden daha uzun alkışlar oluyor. İnsanlar hep birlikte söylüyor. Ama her seferinde aynı şeyi hissediyorum. Keşke öldürülmeseydi, biz de söylemeseydik.”

UĞURLAR OLSUN

Bir pazar sabahıydı, Ankara kar altında

Zemheri ayazıydı, yaz güneşi koynunda

Ucuz can pazarıydı kalemim düştü kana, kalemim düştü kana

Zalımlar pusudaydı bedenim paramparça

Ucuz can pazarıydı kalemim düştü kana, kalemim düştü kana

Uğurlar olsun, uğurlar olsun

Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun

Bir keskin kalem, bir kırık gözlük

Yürekli yiğitlere hatıran olsun

Çevirdim anahtarı apansız bir ölüme

Şarapnel parçaları saplandı ciğerime

Ucuz can pazarıydı kan doldu gözlerime, kan doldu gözlerime

İsimsiz korkuları katmadım yüreğime

Bembeyaz doğruları yaşadım ölümüne

Uğurlar olsun, uğurlar olsun

Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun

Bir keskin kalem, bir kırık gözlük

Yürekli yiğitlere hatıran olsun

 

*Bu yazı ilk olarak 24 Ocak 2024 tarihinde Cumhuriyet Gazetesinde Yayınlanmıştır.

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 218 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI