Mustafa Çiftçi / Yazar
Adını İstanbul'un hizasına yazabileceğimiz bir şehrimiz yok. Taşrada yaşayanlar bazen bu söylediğime alınırlar. Zaten İstanbul karşısında biraz alıngan olmak hakkı var herkesin. Çünkü İstanbul bir dağ ve biz tavşanların elimizde tek olan şey küsme hakkımız. Esasen küsme hakkımızı elimizde tutmakla beraber İstanbul ile aramızdaki uçurumu kabul etmek lazım.
Bazı hemşehrilerim diyor ki artık internet var. İstanbul'da yaşamasak da olur. Bu tespiti sade vatandaşlar değil okumuş yazmış olanlar da söylüyor. Bir şehirde yaşamakla o şehre ekrandan bakmak aynı şey midir? Yani biz İstanbul'a sadece alış veriş imkanı için mi yönümüzü dönmüştük? İnternetten alış veriş yapınca her işimiz tamam mı olacak?
Halbuki imkan olsa ve İstanbul'da yaşayabilsek çok farklı bir hissiyat olacağı kesin. Yalnız bunu söyleyerek zamanında İstanbul'da yaşamayı istemiş ama imkan bulamamışım gibi anlaşılır. Yok öyle değil. Zamanında hem Ankara hem İstanbul için iş teklifleri, eğitim imkanları olmuştu da ben gitmemiştim. Gitmeme sebebim ise bazılarına komik gelebilir. Ama ben annemden ayrı kalamadığım için Ankara ve İstanbul tekliflerine sıcak bakmadım. Ama kimseye, “...annemden ayrı kalamadığım için İstanbul'a gitmiyorum.” diyemedim. Çünkü ben iletişim fakültesi mezunuydum ve bize iş kapısı hep İstanbul'da açılıyordu. Ankara gazeteciliği de vardı. Kulisleri koklamak, dedi kodudan haber çıkarmak bazılarına cazip gelebilirdi. Ama benim gitmekle kalmak arasında yaptığım tercih kalmak idi.
Annem İstanbul'da olsaydı. Beraber İstanbul'da yaşamak isterdim. Ama mümkün değildi. Annem buradan ayrılmak istemiyordu. Ben iş bulacaksam burada bulmalıydım. Burada evlenmeli çoluk çocuğa karışmalıydım. Böylesi istekler hemen her annede bulunur. Kimse yavrusundan ayrı kalmak istemez. Ama annemin isteği artık bir dua idi ve anne duası kabul oldu. Hem ben annemden ayrılmak istemedim hem de annem kalmam için dua etti. Böylece kaldık. Gidenlere zaman zaman soruyorum; “....değdi mi gittiğine?” diyorum.
Bazıları hiç renk vermiyor. “Tabii İstanbul'da yaşamak başka bir şey...” diyorlar. Bu arada şunu söylemek isterim ki “gitmek” İstanbul olunca anlamlı olan bir eylem. Yoksa Yozgat'ı bırakıp Ankara'ya gitmeyi ben “gitmek” saymam.
Gittiğin yerden dönmen ne kadar zor olursa gurbet hissi o kadar gerçekçi oluyor. İstanbul'a gitmiş ve düzen kurmuş arkadaşlarım yaşları ilerledikçe “keşke” demeye başladılar. Çünkü İstanbul her köşesinde size keşke dedirtecek kadar zor bir yer. Avrupa'dan derece almış. Profesyonel sporcu bir arkadaşım benim uyku saatimde aradı. “Eve yeni gelebildim. Benim bedenim bile İstanbul'u kaldırmıyor dostum. Sen burada olsan ölürsün.” dedi. Ben de hak verdim. Benim narin bedenim İstanbul'u değil Ankara'yı bile kaldırmıyor.
İstanbul ile Ankara kıyas kabul etmeyecek kadar farklıdır. Ankara başına devlet kuşu konduğu için devlet eliyle büyütülmüş bir çocuk gibidir. İstanbul ise söylemeye hacet yok ama tekrar edelim tarihi, ekonomisi, kültürü, bulunduğu konum ile ve daha bir çok başlıktaki liderliği ile bırakın Ankara'yı ancak Paris, Londra ile karşılaştırılacak bir ligdedir.
Şimdi internetin şımarttığı bir nesil var. O nesil İstanbul ve taşra ayrımını bizim kadar hissetmiyorlar. Eski zamanlarda çalışmak için İstanbul'a gidenler aylarca ne bir mektup ne bir haber alabilirlerdi. Çocuklar hep memleket ziyaretlerinde ana rahmine düşerdi. Bu sebepten İstanbul'da gurbette olanların çocuklarının doğum tarihleri birbirine yakın olur. Hatta geride kalanlar için bir doğum mevsimi bile vardır. Taşrada ebelik hemşirelik yapmışların hatıralarını okursanız görürsünüz ki İstanbul gerçekten uzak bir yerdir.
İnternetin en büyük sihri mesafeleri kısaltmasıdır. İnternet iyi ile kötü olanı mesafe konusunda eşitledi. Artık kötülüğe ulaşmak da çok kolay. İnsan kötülüğe yaklaştıkça korunma ihtimali zayıflar. Günaha yaklaştıkça masum kalma ihtimaliniz azalıyor. İnternetin böyle bir özelliği var. Mesafe algımızı değiştirdi. Ama bir taraftan da gurbete gidenler için işler biraz daha kolaylaştı. Artık memlekete ulaşmak daha kolay. Hatta gurbetten mezar ziyareti yapanları bile duydum. Bir belediye hizmeti olarak ismini arama motoruna yazdığınız yakınınızın mezarı ekrana geliyor. Ve siz uzaktan da olsa bir görevi yerine getirmiş oluyorsunuz.
Taşra ile İstanbul arasındaki mesafe sadece internet ile değil. Yolların daha emniyetli ve kısa olmasıyla da gurbet artık eskisi kadar zalım değil. Mesela Ankara'da yaşayıp Yozgat'taki mesaisine gidip gelenler var. Çünkü hızlı tren var. Fakültedeki hocalar atlıyorlar trene iki saat içinde derse girip akşam olmadan evlerine dönebiliyorlar. Hatta Kayseri'de yaşayıp Yozgat'ta muayenehane açmış tabipler var. Onlar da haftada bir gün hasta kabulü yapıyorlar. Sonra Kayseri'ye dönüyorlar.
Taşranın boşalmasını eleştirenler var. Değerlerimizi kaybediyoruz diyenler var. Ben o kadar kötümser değilim. Biz ayakta tutan şey geleneğimiz değil dinimizdir. Ve din her dem tazedir. Taşrada ve merkezde din ayaktadır. Zaten taşrada yaşanabilir ama merkezde yaşanamaz bir geleneğe bel bağlamak ne kadar doğrudur? Geleneğe değil geleneğin kaynağına bakmak gerekir. Gelenekten vazgeçebiliriz ama din bizim için yeterli hayat kaynağıdır. Zaten Allah katında din bellidir. Ve büyük şehirlerde yaşanmaz sadece taşrada hayat bulabilen bir din olur mu? Hal böyle olunca kaybedilenlerin peşinden ağlayıp, yanmaktan daha çok dinin benden beklediği nedir demek lazım. Yani bir işi yaparken, “Komşum ne der? Patronum ne der?” Dediğimiz kadar “Allah ne der?” diye düşünürsek büyük şehir de de yeni gelenekler oluşur. Önemli olan gönlümüze bu imanı yeşertecek kadar güvenmemizdir. İnsan temiz yaratılmıştır. Mayasında iyilik güzellik vardır. Değil gurbette Fizan'da yaşasa bile hakikati içinde bulacaktır vesselam.