Mustafa Muharrem / Şair-Yazar
Yaşadığımız yer bir kentse, bilincimizin kıvrımları sokaklara, caddelere, bulvarlara, kaldırımlara ve pasajlara ait olacaktır önce. Parklar bir hırsız gibi girecektir tenhalaşma açlığımıza ama sonra yalnızlığımızın yasak aşkını başlatacaktır hiç bitirmemek üzere. Güneş yüksek binaların izin verdiği kadar güneştir; ay bacalardan kusulan pusa paçasını kaptırmadığı kadar ay. Yaşadığımız yer bir kentse, sadece gecenin yargıçlığı karşısına çıkarılacak suçlu ama kayıp zamanlar vardır geçmişimizde. Gündüzün görmezden gelemeyeceği bu hataları, ışıktan utandığımız için karanlığa ertelemişizdir hep . Karanlık hep korumuş ve kollamıştır bizi.Bizim erketemizde durmuş, bizim silahşörlüğümüzü üstlenmiş; sonunda da anne gibi şefkatinden bir kez bile mahrum etmemiştir.
Kent biraz da karanlığın o müzikli, o pençeleri pastel geometrisidir. Biz bu geometride eriyebilmek uğruna vururuz kendimizi meydanlara, parklara, pasajlara. Kalabalığın içindeysek yalnızlık dışımızda bir yerlerde geziniyor; belki bir bankta gelip geçenleri izliyor,belki bir telefon kulübesinde hiçliğin numarasını düşürmeye çalışıyor, belki bir durakta başlangıçtaki saflığımıza kalkacak otobüsü bekliyor olabilir. Belki bir hastanede yalnızlık sayımı yapacak laborantlar vardır, kimbilir. Belki bir cephanelikte, tahrip gücü en yüksek bomba olarak yalnızlığın adı yazılmıştır silah kayıt envanterine. Belki yalnızlık, kentin namlusunda bir kurşun gibi kasılmıştır da tetiğin zorlanması yüzünden mevsim birden paniklemiş, hayat birden sekteleyivermiştir yorgun ve hasta bir kalp halinde. Belki cemre kılığında düşüp umutlara ve hayallere inen felç, yalnızlığın o acımasız çerisidir akşam vakitleri herkes kendi hikayesinin eteklerinde çırpınırken.
Yaşadığımız yer bir kentse, yalanımız çok; doğrumuz ise bu yüksek volümlü keşmekeşteki yaban ve çıplak insansılığımızdır. Gerçeklerin devriyesi kentte şans tanımaz doğrulara: Gerçeklik, kentin aman vermeyen despot hükümdarıdır. Bu monark ile aranız iyiyse, kentten alabileceklerinizde gerçeklik cömert davranır. Ama gerçeklerin bahşişi olan bir hayattan daha fazlasını istiyorsanız, kentin damarlarındaki kana tapınmalısınız. Bu tanrı taslağı, iktidardır ama . Her dakika, kentin kurbanları için bir sunak; her kuytuluk, her kapı arkası, kent dini için bir duadır . Yalanın teşkilatlandığı, ekonomikleştiği ve ibadet ritüeli olarak kesintisiz tekrarlandığı bu betonarme yazgı, bu uzamı kaçınılmazlaştırmıştır bizi hiçleştirerek.
Yaşadığımız yer bir kentse, doğayı çoktan kovmuşuzdur şımarıkça: Büyüklüklerin şehveti yüzünden tabiatın yüceliğini kıskandığımız, engine karşı küçüklüğümüzün bilincine erip acziyetimizle kırbaçlandığımız için. Doğayı kendimize hürmetle eğilen ve hizmetini mükemmel yapan bir garson sayarız kentte. Bizim bir parmak çıtlatmamızı, bir çağrımızı bekleyen, işareti alır almaz nezaketle emrimize koşan bir garson…
Kent, yeryüzüne ve göğe efendilik taslamanın planıdır. Bu plan aktıkça, tarih ırmağı kurumaktan kurtulur ve insan oyuncaklaşır. Bu plan kabardıkça, ruh geri çekilir ve ulaşılması zor engebelere yuvalanır. Bu plan yataylaştıkça insan daralır. O yüzden kent, bir çiçek kadar soyut ama konuşkan ve bilge olamaz. O yüzden kent, bir ölüm kadar hasretle ve samimi mektup yazamaz hiçbirimize; bir doğum gibi soramaz gövdenin halini hatırını; pıhtılaşamaz kesik umutlarımızda, bıçağımızdan bile damlayamaz. O yüzden kent, ne ruhun küheylanıdır ne hazzın atlıkarıncası; ne varlığın ruletidir ne fenanın intiharı; ne karanfillerin bayramıdır ne dikenlerin ağlaştığı yas alayı.
Yaşadığımız yer bir kent ise, hücre çekirdeklerimizde sayılar çınlar; bacaklarımız üstünde matematik bir sarnıç vardır ve yalan, omurgamızdır. Kanmak ve kandırmak salıncağında eğlenirken yalnızlığın bize dair fikirlerini almak mı? Yalnızlık bizimle ilgilenmez; bizi dinlemez bile kentte: Çünkü kent, yabanlığı körleştirirken yalnızlığı da sağırlaştırmıştır.