26-08-2024 00:38:46

Mustafa Muharrem Yazdı: Rejimin Enlemi Şiirin Boylamı

19.yüzyıl ortalarından bu yana yüksek duygu, yüksek düşünce ve yüksek hayâlin kendi doğal denetimi kendi müşterek heyecan mecraı ortadan kalktığı için, basitin, sıradanın devingenliğinden başka besinleri sindiremeyen bir şiir iştihasına kaptırdık her şeyi.
Mustafa Muharrem Yazdı: Rejimin Enlemi Şiirin Boylamı

 

* Mustafa Muharrem

19.yüzyıl ortalarından bu yana yüksek duygu, yüksek düşünce ve yüksek hayâlin kendi doğal denetimi kendi müşterek heyecan mecraı ortadan kalktığı için, basitin, sıradanın devingenliğinden başka besinleri sindiremeyen bir şiir iştihasına kaptırdık her şeyi. Kolektif bilinç. estetik temel dizgeden çok ayrı dayanakların arayışına girdi. Devlet içe büzüldükçe insan da küçüldü, ufaldı. Örgütlü vicdan daralınca dil de, anlam da, hayatın enginliklerine bakabilecek gözlerini yitirdi. Bu bazen bir tıkızlaşma, kuruma ve nihayetinde çoraklaşma getirdi yanında; bazen de geçmiş zaman paranoyasıyla başlayıp kök rezervin imhasından duyulacak övünce dönüştü. Cumhuriyet boyunca şiirin yaslandığı birikim ile güncel pratiği arasında her şeyden önce bir yüzölçümü sorunu vardır artık.

 ‘Garip’ hareketi patladığında, Türk şiiri ulus-devlet iddiasının bütün müesses şiddetine direnebilecek bir repertuar ile yurttaşlık inşası arasına sıkışmıştı. Bir tarafta neoklasik Yahya Kemal’in yaşananlara karşı itirazını zamirleştiren geçmiş zaman replikaları, bir tarafta fütüristik Nazım Hikmet’in bazen kadîm lirizmi ses kolonisi gibi değerlendirirken çoğu kez sosyalist düşleri estetize eden toplumsal manzaraları. Bu iki nida stili, geçmişin bütün rafine birikimi üzerine yeni kazanımları ıskalamayan şiirler ortaya koyarken, anakronik algılarını ölümsüzleştirdiklerinin farkındaydı hiç kuşkusuz. Her ikisi de, imparatorluk üst kodundan üniter devlet içlemine çekilirken bu zorunlu tevazu ekseninde büyüyen yeni rejimin iddiaları karşısında, ikna edilmek şöyle dursun, kabûlsüzlüklerinin  emniyetinden uzaklığı yeğlemişlerdi bilerek.

‘Zorunlu tevazu’; çünkü nizâm-ı âlem için gereken devlet-i ebed-müddet çoktan tarih çöplüğüne fırlatılmış, yerine ‘ yurtta ve cihanda sulh’ün garantörlüğü üstlenen cumhuriyet konuşlanırken çok kimlikli, çok kültürlü bir hayattan vazgeçilmişti. ‘Zorunlu tevazu’ çünkü, belirlenen ölçülere uyması koşuluyla devamına rıza gösterilen bir ülke vardı artık. ’Zorunlu tevazu’ çünkü emperyal emanetlerinden, kozmolojik-etik aidiyetinden azâde bir yurttaşlık dururken taşımanın acısı yüzlerce yıl sürmüş yüklere gerek yoktu zaten.

Modernliğin öznecilik ve niceliksel akıl arası diyalog süreçleri Türkiye gerçekliğinde çok konsantre bir takvim içinde dengelenmeye çalışırken  yerküre, ikinci paylaşım savaşını sahneliyor ya da perde gerisinden izliyordu. Türk şiirinde rastlanan kırılmaların determinantları, çeperlerinde enzimlenmekten başka çaremizin bırakılmadığı dünya seyrinden  bağımsız, hattâ, ruhsatsız değildir. Tanzimat sapağından sonra hürriyet fikrinin flaması hâline gelen Türk şiirinin en büyük ilüzyonu, bu viraja girmeden önce herkesi kurtarılacak köle olduğuna zımnen inandırmasıdır oysa. Herkes için teb’a pozisyonundan anayasal konuma doğru yükselişin ve yücelişin klavuzu, duygu teolojisinden sıyrılıp tutku liberalizminin yamaçlarına yuvarlanmayı benimsemiş bu yeni şiirdir kaçınılmaz biçimde.

Yeni şiirin en önemli vasfı, göğün bilgisine ve iznine gerek duyulmadan yere inerken, sokağın sınırları kadar bir algı hinterlandıyla yetinme taahhüdü karşılığında izler-çevre ipoteğine bağlanmasıdır.  Kozmolojik himayeyi reddedip sosyolojik olanın dizleri dibine kıvrılmaktan başka yol düşünmediği için, gazetecilik maharetini hiyerarşisinin tepesine koyar. Gazete manşeti kadar kitlesel kıvılcım çakabildiği düzeyde, başarılıdır. Bir başka açıdan yeni şiir, insanlığın bütün katmanlarıyla yaşıt kendi tradisyonel âletlerinin gazetecilik takım çantasında yer alması ve kullanıma açılmasıdır. Seküler karakterinin bir yansıması da, gerçekliği doğum ile ölüm arasında istiflenmiş yaşantı blokuna eşitleyen matematik çabasıdır. Tıpkı bir gazetenin sayfa düzeni gibi yeni şiir de kendi mizanpajını aynı olgusallığın mantığına teslim ederek dikkat kaptanlığı yapar aslında.

19. yüzyılın ikinci yarısından sonra şairlerin matbuat ve  siyaset dolayımında  duruşlarını belirginleştirirken şiirlerini de bu tutum alışın işlevselliğe dönüştürmeleri, Tanpınar’ın saray metaforuna  kapıyı göstermedi elbette. Tersinden gidildiğinde bu betimleme, yeninin merkez probleminin de açıklamasını hazırladı. Çünkü bu gazeteleşmiş şiir, bu güncele uyarlanma kapasitesinin  koluna, monarşi  karşıtlığını  sepet niyetine takmıştı çoktan. Dolayıyla yeni şiir bizde dünyevîleşirken uhrevî  tahassüs, ‘ saray’ yıkıldığında geçerliğini  kaybedecek  estetik-poetik  ve politik bir rejimdi aynı zamanda. Bir paradoks gibi görünse de, klasiğimizin hayatımızdan çekilmesi, eskinin temel referansları olan ontolojik  tasavvurun, epistemolojik  ve etik alanlardaki zayiatı önlemekte âciz kalmış  ‘saray’ın  otorite  aşınmasına  uğrayarak  sonunda   kendini  iptâle  sürüklemesiyle senkronik bir  hikâyeye sahiptir.

Demek ki  politik  çekirdek  çürüdüğünde  hayatın bütün  birimlerine  yönelik  inkıraz,  artık  dilin de, anlamın da, edebiyatın da, şiirin de  yeni  adresi,  yeni  ikâmetidir. Demek ki, ancien  regime  dönemine  ait  normatifliğin  tarihten  emekliye  sevkedilmesi,  şiirin de  o  noktaya  kadarki  kendi  estetik  üst  kodu ile yollarını  ayırarak  daha  öncesini  yadsıyan  yeni  bir  güzergâh  tutturmasının  mazeretini,  geçerlileştirmektedir. Demek  ki  patronajın  siyasî  zemini,  şiirin de  saçağı  altına  gireceği  çatıyı stilize  etmekte  ve  içermektedir.

 Halk  şiirine  yaslanmak,  biraz da bu  otokratik  merkezin  temelleri  bağlamındaki  ontolojik, epistemolojik ve  etik  ölçüler  serîsine  duyulan kıskançlıkla  karışık  öfkeden beslenir. Halk  şiiri ile  yerel-yöresele  rağbet, idarî  desantralizasyonun  dile,  şiire ( ve müziğe)  tercümesinden  öte  bir  şey  olmadığı  gibi, Lutheryan  bir  girişimdir  de.  Ortaçağın  sona  ermesiyle  İncil’in  ulusal/yerel  dillere  çevrilmesi  nasıl  bir  itilimi  fişeklemişse, halk  şiiri  adı  verilen  kulvarın  çizgilerine  göre  bir estetik  iddiası  da  aynı  neden-sonuç  zincirine  dimağları  kilitledi.  Bizde  Anadolu  romantikliğiyle  bezenerek  büyüyen  bu  çığ,  Avrupa  tecrübesinden  farklı  biçimde  insanı  imparatorluk  müktesebatından  soymuş, ‘yurttaş’  şifresinin kurgusal  ve  dar  oylumunun  şablon  varlığına  rızaya  yuvarlamaktan hiç  vazgeçmemiştir. Şairlerin  gazetecilik  becerileriyle  öncülük  yapma  ve  politik  amblem  olma  yetenekleri,  bu  tipolojinin  cismaniyet  kazanmasında  başat  rol  oynar. O  yüzden  Tanzimat’tan  bu  yana  bizim  şairimiz  şiir değil  ama  muhayyel  dünya  ve  insan  kurma performansı  bakımından  ayrıcalıklıdır. Hattâ,  sunduğu  toplumsal  tasarım  ve  insan  modelizasyonu, - matbuat  ile  siyasetin  katkı  gramajı  oranında  majör- şair  iltimasına  kavuşmanın  ana  hat  şartına  bağlı    kanonik  hakkıdır.

Otokrasi muarızı devrimcilerin önerdiği  toplumsal  düzen  de, ‘İslâmcı’  tez  olarak  ortaya çıkanların  alternatif  hayat  takdimleri  de  totaliter  evsaf  taşırken  şiir  Türkiye’nin  içinde  yürüdüğü  rota  doğrultusunda  demokratikleşmekten  hissesine  düşeni  reddetmedi.  90lı yıllarla  içine  düşülen  yeni  medya-televizyon anlayışı,  reality-show  tadında  bir  şiiri  getirip  hepimizin  karşısına  dikti. Metinler arası turizmin keşfi   ve  kültür  insanı  olma  pâyesi  imgenin  yuhalanarak kovulması  akabinde sinerjik  ilke  çevresinde  birleşen  duyarlıkları  önce  şiir  büfeleri,  sonra  şiir  şirketleri  enlemine  çekmekte  gecikmedi. Öncü şair odaklı dergiler koleksiyonlarda kalırken  yerine  şiir  reyonunu  aylık  tazeleyen  yayıncılık perspektifi  geldi.

 Yönetimin, üretimin, tüketimin   demokratikleşerek biri  birlerini  dönüştürdükleri  bir  çağ  yaşıyoruz  ya, herhangi  bir  yerde,  bir  mahfilde  şiirin  merkezinden  söz  edildiğinde  anlamalıyız  ki  bir  verim,  kendini  ‘kral’  ilân etmenin  ortalama  koşullarını  yaratmak  üzere. Monarşiler  yıkıldığı  için  ‘kral’  tâcı  giymek,  artık  çoğunluk  nezdinde  tasvip  gören  ve  kitlesel  sadakat  nesnesi sinema  oyuncularına,  futbolculara,  magazinleşmiş  vurgunculara  mahsus. İkonlaşmış   şair  olabilmek  de,  sektörel  imkânları  doğru bir  zaman-içerik-izler çevre ilişkilendirmesinin  ustaca  hamleleri  sonucu  varılabilen  bir  üst  aşama. Günümüzde  ‘çok  şair  ama  az şiir’,  veya,  ‘şiir  çok  fakat  şair  yok’  diye  resimlenebilecek  panaroma,  demokratikleşmenin  uydu  görüntüsü  aslında. ‘Garip’ bildirisi  bugün  de  neo-epik,  ironik  gerçekçilik  temsilcilikleri   sâyesinde  insanı   olaya,  şiiri  ise  histeri  koması  tutanaklarına  eşitleyerek  ‘yüksek  düşünce’  ve  ‘yüksek  duygu’  ile  istihzasını  kesintisiz   sürdürüyor.  Çünkü demokratik  terbiye,  niteliğe  değil  niceliğe  bakar.  Niceliğin bileşenlerini yanınıza  çekerek,  nüfûz  ve  hakimiyeti  kendi  lehinize  teşkilatlı   beğeni  ve  organize  takdir  hâline  getirmek,  iyi  şiirden  de  has  şairlikten  de  önce, demokratik  tasnif  pratiği  gerektiriyor.

İdaresine vasat idrâki  ve  zevki  ortaklaştırmaktan  korkmayıp  konfeksiyon  dize  çeşidini  her  ihtiyaç  grubunu  hesaba  katarak  kotaran,  gerçekliğin  kolajını  toparlarken  haykırmaktan  başka  hiçbir  form tanımayan  şiir,   demokratikleşme  sürecini  tamamlar.      

 

* Şair-Yazar

 

 

 

 

 

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 304 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI