30-03-2025 21:02:24

Mustafa Muharrem Yazdı: Ses Sese Karşı

Şiir, emdiği dilin semantiğini ‘ses yapısı’ içine döşeyebildiği kadar bir geometri çatar. Anlam, fonetiğin kalbi; “ses” ise bu sözel örüntünün bedenidir şiirden dem vurulduğunda...
Mustafa Muharrem Yazdı: Ses Sese Karşı

 

Mustafa Muharrem / Şair-Yazar

Şiir, emdiği dilin semantiğini ‘ses yapısı’ içine döşeyebildiği   kadar bir geometri   çatar. Anlam, fonetiğin kalbi; “ses” ise bu sözel örüntünün bedenidir şiirden dem vurulduğunda.  Bu bakımdan şiir, kelimelerin dizilme ve öbekleme becerilerine tanınan   ihtimal sınırlarını sürekli geliştiren, sürekli yenileyen müzikal dirim disiplinine uymazlık edemez.          

Dilin anlam katmanları yanında ses tabakaları da şiirin rezervine dahildir. Bu nedenle ses ünitelerine bırakılan emanetin korunması, şiirin kelimeler arası fonetik ilişkilerinden alınacak teminatı zorunlu kılar: Her ses birliği, tekil ya da çoğul, birbirleriyle yaratacakları sinerjiden müzikal bir zafere ulaşmadıkça, girilen harpten yenik çıkar. Çünkü her kelimenin kendi ses karakteri, safında durduğu dizeden bağımsız değildir.  Ses ve armonik kuvvet, ahenk ögelerince sağlanan lojistik sayesinde şiirin yitimini önler.

Seçilen kelimelere ait fonemlerin ünlü-ünsüz çevriminden beslenen armoni, uyumları karşıtlıklarıyla yontarak asimetrik   terbiye müştereğini merkezîleştirir.  Ölçü ve uyak düzenleri, fonetiğin tabiatından doğar ki Türkçe’nin geçmiş şiir birikimi özelinde hece ile aruz, otantik baremlerdir.             

İnsanı ve hayatı kolektif duyarlıkları onayan   üst kodlar silsilesinden sıyıran modernlikle birlikte, şiirin de geleneksel müzik türlerindeki sapma gibi modal(makamsal) niteliklerden vazgeçmesi, karşı konulmaz bir gerçek.  Müzik    modaliteye karşı kendini nasıl sorumlu ve borçlu görmeyip   ödeme yükümlülüğünü inkara yeltenerek önce tonal, ardından atonal bir seyri benimsediyse, benzer biçimde şiir de paralel bir çıkışı yeğledi çoktan.  Bu tercih, epistemik algı referanslarındaki    güncel oynaklıktan   kazanılmış bir teselli ikramiyesi sevincinden çok, büyük devrim   etkisi   yaratmışsa, bu heyecan   bellekten umut kesmenin organize bir zamiridir, işin derininden korkmadığımızda. Yaşatılana ve yaşanılana eğik boyunların iznine, eşiğine tabiyetten yana bir dilsel-estetik tutum alış, bizi bugünle, bugünküyle bitiştirince şiir, ‘doğru’dan muaf, ‘gerçek’ten    ödevli   bir pozisyona getirilebilir kolaylıkla.

Bu yüzden kendi ‘ses kökü’yle   genetik bağını sürdürüp sürdürmediğinden şüphelenmeyen bir şiirin rahatlığı içindeyiz.  Bu keyif ve konfora kapılıp suçluyu aramak yerine kelimelerin aidiyetinin bir şiiri Türkçe yapmaya yetip yetmediğinde girişilecek arkeolojik çaba eğer samimi ve dürüstse, bakışımızı da tanımlayışımızı da silkeleyecektir.  Çünkü, şiirin musikiyle arasındaki problem, geleneğin ‘ses’   hakimiyetini   gevşetmiştir   her şeyden   önce.  Çünkü bu ‘ses’in   sosyo-kültürel ruhsatı, geçersizleşmiştir.     

Ahmet Haşim, “musikiye yakın ortalama bir dil” bariyerini kurmuş iken Ece Ayhan da, müzikten geldiğini belirtmişti.  Günümüz şiiri, Türk müziğinin duyuş ve önerilerine, bu zevke ne denli yakın ve ne  denli  uzaksa,  o  mesafede  bir  kelime  kolonisi  harekete  geçmiştir   kaçınılmaz  olarak: Bir; geleneği    reprodüksiyon  uygulamasından  ibaret  görme  yaklaşımı. Ve  iki;  moderni   tarihselliğinden   yalıtarak  ‘kök’  karşısında  savunmaya   zorlama   taktiği.  Maskesi  çabuk  inmeyecek bir  çatallanma   oyunu  bu halbuki.  ‘Gelenek’  adlandırması  ile  geçmiş  bugünden  kovulur  ve  gelecekten  kaçırılırken  bir  yandan  da   ‘yeni’ye  yönelen   blöfün  ciddî  bulunmasına  yarar  ilk  elde. Böylelikle, ‘müzik’  üzerinden  kendi   ontolojik  coğrafyasının  da   sınırlarını  çizer.   Döngüde  kalmak  ya  da  tutulan  yolun  dışına  itilmek  ‘şiir’den  çok  altta  ‘ses’e  ait  bir  kader  nedenselliği   içine çekilir.          

Hiç  kuşkusuz   bu  sapaklardan  hangisine  karar  verileceği,  divan  şiiri  temelli  bir  cevap  hiyerarşisi  izler. Divan  şiirinin  varlık-bilgi-değer  tabanıyla  üstümüzdeki  tavan bir birlerine  kefil  midir?   Değilse,  bu  vaziyet  planı  ne  amaçla  düşünülen  bir  inşa  eskizidir? 

Bu  tahlilden  çıkacak  döküm,  ‘ses’in  ırsiyetini   açıklar  bize.  Elbette  müzikal  seçim,  tek partili  bir  serbestiyete  kilitlenemez.  Ayrıca,  divan  şiiriyle  haleflik  kurmaktan  ötesini  yadsımak,  ne  geleneğin  bugüne  hücûmunu   şiddetlendirir,  ne  ‘yeni’yi   her  tür  imha  için  hak  sahibi  yapar. Halk  şiirinin,  anonim,  âşık  veya   tekke   şubelerini   nesneleştirmek  de   aynı  bütünlüğün   mantığı  çevresinde   gezinecektir.  Basit  bir  yoklama: ‘Yeni’  şiirde  gazellere  ya da  koşmalara  has  bir tını  işitilebiliyor  mu  bütün  form  deneyimlerine,  bütün  imge  özgünlüğüne  rağmen?  ‘Yeni’ örneklerin selef zincirini gözeten bir  ana  refleksi  var mı  her  şiirsel  girişimde?

Kabaca, ‘yeni’nin ‘ses’   oylumunda bağımsızlık ısrarına  saygı  istenebilir;  kadavranın  cenini  anlayamayacağından  yola  koyulup   ‘gelenek’  ipoteğinden  kurtulmadıkça   yarının  öznesi  olma  fırsatının  tepileceği  endişesine  tırmanılabilir. Şiir, ‘eski’  ile de ‘yeni’  ile  de  korkutulabilir, hatta  sindirilebilir.  Lineer   tarih  caddesinde  yürümenin  gerekliliği, Türkçe’nin  yeni  şiir   karşısındaki  manevra  gücünün  içeriğine katıştırılabilir de  daha  ileride. Toplumsal  değişimin  yedeğinde  bir  şiire  teslimiyet,   konjonktürel   bir  îman  ve  sadâkat  ister;  geçmiş  çekirdekli  veya  geleceğe  teşne, her  yöneliş  için  aynıdır  bu.         

Ne  ‘ gelenek’  kendini  bugünün   yargılarından  aşırabilir ;  ne  ‘ yeni’   geçmişin  tasdikine, tasvibine  göre   kendi  kimliğine   kavuşur. Şiirin  gelenek  ve  yeni  kutuplaşmasında  çatışma  alanı  olması  başka  bir  şeydir;  bu  kapışmanın  tarafı  yapılması   başka  bir şey. ‘Ses’in   geçmiş,  bugün  ve  gelecek   arasında  konvansiyonel   davranıp  bütün  bu  imkânları  değerlendirmesi,   kendini   yeniden   üretmediği   veya   tarihten  devralınanı  birebir   kopyalayarak   çoğaltmadığı  anlamını da  içermez  ayrıca. 

Şiirin   eskiyi, aşınmışı, günü cevaplayamayışı   inatla   takibi, ‘ses’ten ve dolayısıyla bellekten   vazgeçmesi   durumunda   debeleneceği   kimliksizlik kaygısından mıdır; yoksa, hazır   kalıplara yeni   kelime   kombinasyonları   giydirmenin   ucuzluğundan pazarı   kaçırmamak için   sığınılacak ‘okuyucu’   öncelikli   bir   paydaşlık   protokolü müdür?  Bunu soru sütresine gizlenmeyelim   artık.           

 

 

 

 

            

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 139 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI