Abdurrahim Şerif Beygu
Yakın zamana kadar bu ismi hiç duymamıştım. Bu da benim ayıbım. Bir müddet önce Kaan Gündoğdu arkadaşımız aradı. Abdurrahim Şeref Beygu’nun mezarı Eskişehir’de imiş. Ona bir anma günü yapacaklarmış. Öğrendim...
Ölüm, her ne kadar soğuk bir rüzgar gibi yüreğimizi dondursa da bir hakikatin estetiğini de barındırıyor…
Ölüm, her ne kadar soğuk bir rüzgar gibi yüreğimizi dondursa da bir hakikatin estetiğini de barındırıyor.
İnsan ansızın geliveren ölümle kendisini sonsuz bir boşluğun içerisinde hissetse de mana alemlerinden gelen fikir ve düşünce ikliminde buluyor kendini…
Gidenin bıraktığı boşluk kim ne derse desin doldurulamıyor…Alışıyoruz ama kabullenemiyoruz.
Oysa eskiler, yaşça 62’yi devirdiklerinde Hz.Peygamber’e hürmeten haddi aştık derlermiş…Yaş ilerledikçe dile gelen nükteli bir söze göre; hem dünya hem ahiret kapısını işaret ederek “İki kapı da hayırlıdır” denirmiş…
Ne var ki kapitalizmin her geçen gün yeniden inşası, ölüme dair algılarımızı da temelden sarsıyor..
Ölüm düşüncesi; tarihî perspektifi itibariyle sonsuzlukla eşdeğer kabul edilmekle birlikte özellikle dinsel temelde yeni bir hayata doğuşun kapısı olarak değerlendirilmiş ve genel hatlarıyla ölüme, pozitif bir anlam yüklenmiştir…
Öte yandan ölüm, kültürel ve felsefi anlamda salt dinsel hayatın konusu olarak ele alınmakla kalmamış, insan yaşamının önemli bir evresi olması noktasında bir çok bilim dalının ilgisini çekmiş araştırmaya ve üzerinde kalem oynatılmaya değer kabul edilmiştir…
Ölüm şiirsel bir estetiğe bürünerek kelimelerde hayat bulduğu Edebiyat dünyasında, bir tür iç yolculuğun kapısında bırakır insanı…
Söz gelimi Yahya Kemal,
“Ölüm asude bir bahardır rindler ülkesinde” dizisiyle ölüme bir bahar müjdesi verirken,
Necip Fazıl Kısakürek ise ölümsüz eseri ‘Kaldırımlar’ şiirinde;
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi…
İfadelerini kullanmıştır.
Ölüme dokunan bir diğer şair Abdürrahim Karakoç,
Temizlen de gir mezara
Toprak senden incinmesin
Tabutuna sararlarsa
Bayrak senden incinmesin.
dizeleriyle ölümden sonraki hayata hazırlanmanın ne kadar gerekli olduğunu hatırlatmıştır…
İslâm’a göre ölüm, ademoğlunun sürgündeki dünya hayatından Sine-i İlahi’ye ye dönüşü yani bir bakıma Visal (Kavuşma) olarak değerlendirilmiştir.
Bununla birlikte ölüm, ruhun bedenden ayrılması gibi basitleştirilmiş kalıp düşüncenin ötesinde yeni bir hayata doğuşun başlangıcı şeklinde anlamını bulmuş ve İslam’ın sonsuzluk(ebediyet) döngüsü içerisinde ulvi bir nitelik kazanmıştır.
Servet-i Fünun şairlerinden Şemsettin Sami ölüme dair düşüncelerini kelimelere döktüğü bu ezeli ve ebedi hakikate,
“Mûtû kable en temûtû sırrına mazhar olan/ Gördü onlar haşr u neşri nefha-i sûr olmadan.” dizeleriyle seslenerek ölmeden evvel ölme sırrına mazhar olanların daha Sûr’a üfürülmeden haşr-u neşri göreceklerini belirtmiştir.
Bununla birlikte,
Yahya Kemal Beyatlı ölmeden evvel ölmenin öyle kolay olamayacağını,
Ölmek değildir ömrümün en feci işi
Müşkül budur ki, ölmeden evvel ölür kişi
Dizeleriyle anlatarak adeta Şemsettin Sami’ye cevap vermiştir…
Yunus Emre’nin dünyasında ise bu dünya bir misafirhanedir…İnsan eninde sonunda öz yurdu olan ahirete geri dönecektir:
“Bu dünyaya gelen kişi âhir yine gitmek gerek Misafirdir vatanına bir gün sefer etmek gerek.”
Ölüm; ayrılık, kavuşma, acizlik gibi duygular üzerinden insanın ruhuyla kurduğu subjektif ilişkiyle bir bakıma yaşamın anlamını sorgulama biçimi olarak karşımıza çıkarken; ‘Topraktan geldik toprağa gideceğiz’, ‘Bu dünyada niçin yaşıyoruz?’, ‘Ölümden sonra yaşam var mı?’ gibi sorular etrafında şekillenen ontolojik çözümlemeleri de beraberinde getirmiştir…
Ölüme bir mutasavvıf gibi yaklaşan bir şair de Üstad Sezai Karakoç’tur. Karakoç, ölümü bir diriliş ve bir bildiriş olarak görür:
Anlatacaktım ölümlerini bir sonbahar eşliğinde
Bir kış güneşliğinde
Fakat baktım, bu ölüm değil, diriliştir
Tabiatı aşan bir bildiriştir.
Ölüm karşısında insanlar çâresizliğini; iyi kötü, zengin fakir ayırmaksızın herkesin başına geleceğini
Kimi önümce ağlar, kimi vây der
Ölüm koymaz kamu yahşı yamanı.
(“Kimi önünde ağlar, kimi vay eder; iyi kötü demeden herkesin başına gelecektir.”) dizeleriyle ifade eden Nesimi, ölümün yüzünün soğuk olduğunu ve kimseyi koymayacağını anlatır…
Ölümü, kalp gözü açık insanlar için güzel bir uykuya benzeten Şeyhülislam Yahya Efendi,
“Encüm-i seyyâre-veş gözi açuklar bana
Ölmege Yahyâ gibi bir güzel uyhu didi.”
(“Yıldızlar gibi gözü açıklar, bana, ‘Yahyâ gibi ölmek, bir güzel uyku’ dedi.”) dizeleriyle tanımlamıştır…
Öte yandan edebiyatımızın önemli şair ve yazarlarından Ahmet Hamdi Tanpınar ise, Bir Gün İcadiye’de” şiirinde ölümün geçen zamandan başka bir şey olmadığını belirterek ölüme yönelik farklı bir bakış ortaya ortaya koymuştur.
Harap mezarlıklarda ölülerin duası
Gelir ve tekrar doğar ölmüş sandığın aşka
Anlarsın ölüm yoktur geçen zamandan başka.
“Ömrümde Sükût” şiirinde hayatının bir buz parçası gibi eriyeceğini, bir gün öldüğünde ise kimsenin bunu bilmeyeceğini terennüm eden Cahit Sıtkı Tarancı şu ifadeleri kullanmaktadır…
Ömrüm böyle esrarlı geçecek ses vermeden
Ve böylece bu ömür, bu ömür her dakika
Bir buz parçası gibi kendinden eriyecek.
Semada yıldızlardan, yerde kurtlardan başka, Yaşayıp öldüğümü kimseler bilmeyecek!
Ahmet Muhip Dıranas ölümü insana en yakın şey olduğunu söylerken bu düşüncesine,
Uzaktadır her şey, hep… Yalnız ölüm,
Her yerde, her an yakınımız, ölüm.
Dizeleriyle can verir..
Behçet Necatigil, ölümü ladese tutuşmuş gibi hiç aklından çıkarmayarak Lades şiirinde konuya esprili bir şekilde yaklaşır:
Uzayacağa benzer
Tutuştuğumuz lades.
İşi gücü bırakıp
Mezarlığa nazır
Bir eve taşındım.
Ölüm;
Sen beni aldatamazsın.
Aklımda…
Garip akımının büyük şairi Orhan Veli ölümü bir temizlik olarak görmüş ve ‘Ölüme Yakın’ şiirinde bu düşüncesine şu dizelerle anlatmıştır.
Ölünce kirlerimizden temizlenir
Ölünce biz de iyi adam oluruz;
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,
Hepsini unuturuz.
Her ölümün erken olduğunu söyleyen Cemal Süreya bugün bir çok kişinin duygularına tercüman olmuştur adeta:
Ölüyorum Tanrım
Bu da oldu işte.
Her ölüm, erken ölümdür,
Biliyorum Tanrım.
Sözün kısası, Denilebilir ki, ölüme dair düşünceler, dünyanın farklı coğrafya ve kültürlerindeki ritüellerle birlikte farklılar gösterse de temelde tanrıya bağlanma tarzı olarak bireylerin ontolojik yalnızlığına anlam arama çabasının bir parçası da olmuştur..
Ölüm, bu dünyada bizi biz yaptığına inandığımız her şeyin elimizden alınacağı nokta değil mi? O halde gündelik yaşantımızda, sahip olduğumuzu zannettiğimiz şeylerden direnmeden, zorlanmadan kolayca vazgeçebilir hâle gelmemiz, aslında küçük ölümler yaşadığımız anlamına gelmez mi?….
Sözü Necip Fazıl Kısakürek’e bırakarak yazımıza noktayı koyalım:
Oyuncak kırılır, haydi, ya insan
Nasıl parçalanır, nasıl bölünür?
Söylerler mezara kulak dayasan:
Bir daha ölmemek için ölünür.
Bir yanıt yazın
Yorumlar (0)