Ölünce sevemezsem seni

“Ölünce konu biter Hocam, böyle her gün ölüyoruz”, dedi telefondaki anne ve ben bu sözün daha sert ifade edilen biçimlerini de işittim defalarca, “Ölsün! O da kurtulsun biz de kurtulalım”. Beyin hastalığına yakalanan gençlerin beyin ölümleri gerçekleşiyor önce, görüntüde kanlı-canlılar, yürüyorlar, konuşuyorlar ama onları doğuran anneleri bile onları tanımakta güçlük çekiyor, başkalaşıyorlar. Bağımlılık hastalığına duçar […]

A+
A-

“Ölünce konu biter Hocam, böyle her gün ölüyoruz”, dedi telefondaki anne ve ben bu sözün daha sert ifade edilen biçimlerini de işittim defalarca, “Ölsün! O da kurtulsun biz de kurtulalım”. Beyin hastalığına yakalanan gençlerin beyin ölümleri gerçekleşiyor önce, görüntüde kanlı-canlılar, yürüyorlar, konuşuyorlar ama onları doğuran anneleri bile onları tanımakta güçlük çekiyor, başkalaşıyorlar. Bağımlılık hastalığına duçar olmuş bu toplumun evlatları gençler ölmeden önce ölüyor ama öldüklerinin farkına ancak gerçek ölümü tadınca varıyorlar. Oraya gidip dönen yok, o tat nasıl bir tat anca tadan biliyor.

Bağımlılık, toplumun göz ardı etmeyi tercih ettiği, ancak herkesin bir şekilde maruz kaldığı bir krizdir. Bir zamanlar umut dolu, hayat dolu gençler, madde bağımlılığına yakalandıklarında yavaş yavaş maalesef ışıkları kaybederler. Aileleri için bu süreç, her gün katılmak zorunda olduğu bir cenaze töreni gibidir. Önce gözlerindeki yaşam sevinci kaybolur, sonra samimi gülüşleri, sıcak dokunuşları, hayalleri, planları. En son geriye sadece bağımlılığın yönettiği, tanınmaz hale gelmiş bedenler kalır. Bir nevi ruhun bedeni terk ettiği canlı cenazeler olurlar bağımlılık sürecinde…

Anneler, babalar, kardeşler, eşler… Hepsi bir umut ışığı arar. Ama çoğu zaman çaresizlik içinde kaybolurlar. Evlatlarının değişimine tanıklık ettikçe, onların sadece fiziksel varlıklarının hayatta kaldığını, ruhlarının ve kimliklerinin ise bağımlılığın pençesinde kaybolduğunu görürler. Ve işin en acı tarafı, toplum bu durumu yalnızca bir ahlaki zafiyet ya da kişisel bir seçim olarak görmeye devam etmesi ve bağımlı bireyleri damgalayıp dışlamasıdır. Oysa bağımlılık, beyin kimyasını ve düşünme sistemini değiştiren bir hastalıktır ve bu hastalık bir sosyal sorundur yalnızca aileyi değil tüm toplumu ilgilendirir.

Bağımlılıkla mücadele, bireysel bir mücadele değil, toplumsal bir sorumluluktur. Ancak toplum olarak bu sorumluluğu kabul etmekten kaçınıp görmezden gelmeyi tercih ediyoruz. Sokakta gördüğümüz, madde etkisinde olduğu belli olan bir genci yargılamaktan, ondan ters istikamete kaçmaktan geri durmuyoruz. “Kendi seçimi”, “Kendi düşen ağlamaz” gibi basit cümlelerle sorumluluğu üzerinden atmaya çalışıyor toplum. Ancak bu gençler, kendi iradeleriyle bu hale gelmiyorlar. Önce bir deneyim, ardından yavaşça bir sarmal ve bir noktadan sonra geri dönmek neredeyse imkânsız bir yıkıcı döngü içinde buluyor gençler kendilerini.

Bir annenin gözleri önünde eriyip giden çocuğuna çaresizlikle bakması, bir babanın evladını mezara koyarken içindeki derin acı… Bunlar hiçbir kelimenin anlatamayacağı trajediler. Çoğu zaman aileler, sevdiklerini kurtarmak için ellerinden geleni yapar, her yolu denerler. Ancak bağımlılık öyle bir hastalıktır ki bağımlı kişi istemedikçe hiçbir tedavi, hiçbir müdahale kalıcı olmaz. Onun istemesi, mücadele etmeye karar vermesi gerekir. Ancak bağımlıların çoğu, özgür iradeleriyle bunu yapamazlar çünkü beyinleri artık onları farklı bir gerçekliğe hapsetmiştir. Bu noktada, sevdiklerinin desteği ve profesyonel yardım kritik önem taşır. Vazgeçmeden ikna etmeye devam etmek gerekir.

Bağımlılıkla mücadelede yalnızca ailelerin çabaları yeterli değildir. Devlet politikaları, rehabilitasyon merkezleri, sosyal hizmetler ve sivil toplum kuruluşları da bu sürece aktif olarak katılmalıdır. Bilinçlendirme kampanyaları düzenlenmeli, eğitim sisteminde bağımlılıkla ilgili farkındalık dersleri verilmelidir. Tüm bunlar ülkemizde var ancak büyüyen sorunla paralel bir ilerleme maalesef yok. Ayrıca, bağımlı bireylere yönelik damgalayıcı tutumlar son bulmalıdır. Onları dışlamak yerine, toplum olarak sahiplenmeli ve iyileşme süreçlerine destek olmalıyız.

Ölmeden önce ölen bu gençler için hâlâ bir umut var. Doğru tedavi, doğru destek ve toplumun bilinçlenmesi ile birçok bağımlı, hayata dönebiliyor. Onları hangi virajdan çekip aldığımız çok önemlidir. Ancak bunun için öncelikle damgalamayı bırakıp el uzatmamız gerekiyor. Toplum olarak yapmamız gereken, bağımlılığı sadece bağımlıların sorunu olarak görmekten vazgeçmek ve bunu hepimizin çözmesi gereken bir mesele olarak ele almaktır. Her bireyin, bağımlılıkla mücadelede bir rolü olabilir: Bir farkındalık yaymak, destek olmak ya da en azından yargılamadan dinlemek bile büyük bir adımdır.

Bağımlılıkla mücadele bir kişinin değil, tüm toplumun savaşıdır. Her bağımlı genç, bir zamanlar birilerinin umudu, neşesi, hayaliydi. Onları yeniden kazanmak elimizde. Yeter ki gözlerimizi kapamak yerine, gerçekten görmeyi seçelim. Çünkü gerçek ölüm, toprağa girince değil, unutulunca gelir. Bağımlılıktan kurtulan her genç, aslında toplumun kazandığı bir zaferdir. Eğer bu mücadelede başarılı olabilirsek, yalnızca bireyleri değil, nesilleri de kurtarabiliriz. Bir genci daha kaybetmemek için bugün harekete geçmeliyiz. Unutmayalım ki her kayıp, hepimizin kaybıdır.

Ayna Grubunun kalbe işleyen şarkısıdır, “Ölünce sevemezsem seni!” bence de ölünce sevme zaten koca bir yaşam varken…

 

 

Önceki

Sonraki

Benzer Haberler

Yorumlar (0)

YORUM YAZ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir