23-12-2024 11:47:53

Prof.Dr. Ahmet Mutlu Yazdı: Moderniteden Gecekonduculuğa Düşüncenin Kentteki Hatları

Türkiye’de geleneksel şehir, geleneksel toplumdan modern topluma geçiş hedefiyle birlikte değişmeye başlamıştır. Bu değişim, fasılalı olarak gerçekleşmiş...
Prof.Dr. Ahmet Mutlu Yazdı: Moderniteden Gecekonduculuğa Düşüncenin Kentteki Hatları

 

Prof.Dr. Ahmet MUTLU / Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi

Şehirden Kente Doğru

Türkiye’de geleneksel şehir, geleneksel toplumdan modern topluma geçiş hedefiyle birlikte değişmeye başlamıştır. Bu değişim, fasılalı olarak gerçekleşmiş ve ilkin Avrupa’yı gören (Namık Kemal, Ziya Paşa, Mustafa Fazıl Paşa gibi) Genç Osmanlılar’ın devleti kurtarmak için kent ve sanayileşme ideolojisini benimsemeleriyle başlamıştır. Geleneksel şehirden modern kente geçiş, Tanzimat sonrası Osmanlı padişahlarında da karşılığı olan bir düşüncedir. Nitekim II. Abdülhamit döneminde pek çok şehre yapılan saat kuleleri böyle bir düşüncenin sembolleri olarak görülebilir. Devletin sanayileşme ve kalkınma politikaları ile kurtarılması fikri, Cumhuriyet devrinde de sürdürülen bir düşünce olmuş; bu düşünce 1950’lere kadar devlet sanayiciliği, 1950’lerden sonra da özel müteşebbis eliyle gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bu köklü sayılabilecek düşünce, Marshall Yardımları gibi dış etkilerin de katkısıyla 1950’lerde kırsaldaki kitleleri yerel/tarımsal ekonomik yapıdan koparıp ücretli emeğe dönüştürmek üzere kentlere yönlendirmiştir.

Tarihsel olarak bakıldığında yukarıdaki süreç, çok önemli bir toplumsal değişim hikâyesi içerir. Bu süreçte öncelikle ortak kültüre sahip cemaat yaşamı ile farklı toplumsal tabakalara, zenginlik düzeylerine ve mesleklere sahip kimseleri aynı çatı altında toplamış olan mahalle anlayışı çözülmeye ve dönüşmeye başlamıştır. Geçiş yapılan yeni kent düzeninde geleneksel komşuluk eğilimlerin yerini sosyal sınıfın belirleyici olduğu anlayışlar almaya başlamıştır. Çok yavaş ilerlese de gidişat, 18. yüzyılda İngiltere’de sanayileşmenin talep ettiği toplumsal düzenin köklü biçimde çözülmesine yol açan ve barınma kültürü açısından da devrim niteliği taşıyan bir yöndedir. Yani; kapitalistleşme, sanayileşme, bilim, ahlak ve sanatım otonom alanlar olması ve evrensellik iddiası taşıması, bireyin doğuşu ve rasyonalistleşmesi, ulus devletin gelişmesi, dünyevileşme, vatandaşın oluşturulması gibi değişimlere doğru.

Avrupa modernleşme projesi, 1840’lardan itibaren Osmanlı ekonomisini ve kurumsal yapısını iki yönlü etkilemeye başlamıştır. Bunlardan ilki, piyasa mekanizması içinde Osmanlı ekonomisinin kapitalist ilişkilere açılması; ikincisi de yönetici elitlerin modernite kapsamında reformlar yapmasıdır. Bu iki yönlü dönüşüm, Osmanlı toplum yapısında çok boyutlu değişimlere yol açmıştır. Bu süreçte kentsel mekânlarda, özellikle 1860’lardan sonra bedesten etrafındaki çarşılardan, liman çevresindeki kapanlardan ve pazarlardan oluşan eski merkezin yanısıra modern bir merkezi iş alanı da oluşmaya başlamıştır. Ekonomi, kapitalist ilişkilerle dünya ekonomisiyle eklemlenmeye başlamış ve buna bağlı olarak merkezde bankalar, sigorta şirketleri, iş hanları, oteller kurulmaya başlamıştır. Ayrıca merkeze yakın yerlerde demiryolu istasyonları, limanlar ve antrepolar, posta binaları kurulmuştur. Bunların yanı sıra devletin kurumsallaşması ve yeni bürokrasinin oluşmasına paralel olarak merkezde devlet daireleri kurulmuştur. Netice itibariyle merkez büyümüş, işlevler çeşitlenmiş ve modern-geleneksel kesimler farklılaşması başlamıştır.

Modernleşme sürecinde Avrupa’da sanayileşme ve karmaşık iş örgütlenmesinin tarımdan/yalın ticaretten daha çok önem kazanmasıyla ortaya çıkan ve aynı fabrikada, farklılaşmış-ihtisaslaşmış işlerde, aynı/yakın mekânda çalışan yeni orta tabaka (işçi ve memurlar), 19. yüzyılın son dönemlerinde Osmanlı İmparatorluğu’nda da oluşmaya başlamıştır. Söz konusu orta tabakalaşma eğilimleri, Batı’ya bağımlı iş örgütlerinde çalışanlar ile orta çaplı ticaret oluşumlarıyla görülmeye başlamıştır. Özellikle gayrimüslimlerden oluşan bu grupların[8] yaşadığı bölgeler (Galata ve Beyoğlu), ilk modern belediye teşkilatı denemelerinin başlatıldığı yerler olmuştur. Çünkü bu gruplar, tüccar olmak nedeniyle varsıl idiler hem de Avrupa (modern) kültürünü bilmekteydiler.

Öte yandan Osmanlı modernleşme hamlesiyle kentsel yapıda ve yaşayışta da gelişmeler başlamıştır. Yaya merkezli olarak kurulmuş olan şehir içi ulaşım, araba, tramvay, vapur, banliyö treni gibi toplu taşıma araçlarına göre değişmeye başlamıştır. Keza, yeni ekonomik ilişkilerin ve örgütlenme biçiminin sonucunda toplumsal tabakalaşma değişmeye ve yeni toplumsal sınıflar oluşmaya başlamış, konut alanlarındaki millet esaslı farklılaşmanın yanı sıra sınıf esaslı bir farklılaşma da ortaya çıkmaya başlamıştır. Kent içi ulaşımdaki gelişmeler, kent nüfusunun artışı ve yeni toplumsal tabakalaşmaya bağlı olarak, kentler çevreye yayılarak, banliyöleşme başlamıştır. Tüm bunlara bağlı olarak da yeni arazi kullanış türleri ortaya çıkmıştır.

Tanzimat hukukunun gelişmesiyle şehir yönetimi de dünyevileşmeye başlamıştır. Tanzimat’la birlikte şehrin yönetimini temsil eden kadının yetki alanı daralmıştır. İdari niteliğini yitiren kadının, 1836’da Evkaf Nezareti’nin kurulmasıyla vakıflarla ilişkisi de sona ermiştir. Geriye kalan adalet işlerine bakmak yetkisi ise nizamiye mahkemelerinin kuruluşuyla birlikte aile ve miras konularına bakmakla sınırlandırılmıştır. Geçmişte şeriatın temsilcisi olan kadının işlev ve yetkilerindeki daralma, devletin yeni merkeziyetçi yönelimi ile klasik millet sisteminden yurttaş sistemine geçişi yansımasıdır. Böylelikle bir yeni kamusallık ortaya çıkmıştır. Yeni kamusallık; mekânsal olarak şehrin merkezindeki hükümet konağı ve meydanlarla görünür kılarken, siyasal-toplumsal olarak da cemaatler ve milletler sistemi yerine kanun karşısında eşit yurttaş ve dolayısıyla ulus fikrini öne çıkarmıştır.

Yukarıdaki değişim ve dönüşümlere ilave olarak, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hem nüfusun artışı hem de imparatorluğun kaybedilen topraklarından gelen Müslüman nüfusun etkisiyle kentler büyümeye ve etrafında göçmen mahalleleri oluşmaya başlamıştır. Kentsel yapıda ortaya çıkan bu yeni durum karşısında modernite mantığına uygun biçimde, Avrupa’daki kurumsal yapılara benzer kurumlar oluşturulması ihtiyacı belirmiştir. Mevcut yeni gelişmeler, klasik dönemde kadının öncülüğünde, mimarbaşı ve muhtesibin denetiminde ve vakıfların sağladığı hizmetlerle düzenlenen şehir yaşamından oldukça farklıdır ve ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar, önceki kurumsal teşkilatlanmanın yetersiz kalmasına yol açmıştır. Bu nedenle klasik yönetsel yapının yerini şehremaneti (belediye) yönetimi almış ve 1855’te ilk şehremaneti İstanbul’da kurulmuştur. Daha sonra 1857’de Galata ve Beyoğlu’nda Altıncı Daire-i Belediye kurulmuş, 1877’de ise Dersaadet ve diğer vilayetler için yeni belediye kanunu çıkarılarak belediye modeli yaygınlaştırılmıştır.

Bu dönemler, doğal olarak modernitenin kentle ilgili diğer araçlarının da uygulamaya aktarıldığı bir zaman kesitidir. Bu araçlardan en göze çarpanı ise geleneksel kentin organik yapılanması eğiliminin terkedilerek, kentin bir plana göre gelişmesini benimsemek olmuştur. İstanbul’da başlayan planlama çalışmaları, zamanla diğer kentlere de yayılmış; bu süreçte kentler için planlamayı düzenleyen mevzuat çıkarılmıştır. Geleneksel sistemde cemaat ve daha sonra da millet olarak ifade edilen dine dayalı toplumsal bölümlenme ve örgütlenmeler, merkezi devletin kurduğu yeni öğrenim, idare ve hizmet kurumlarında yeni nitelikler kazanmış ve yeni toplumsal ilişkiler yaratmıştır.

19. yüzyılın sonlarından itibaren Genç Osmanlılar ve dönemin diğer modernist reformcuları, öngörülen yeni kentteki birey tipinin de modern normlara uygun olması gerektiği kanaatindeydiler. İnsanların oturup kalkmalarından yemek yemelerine ve kıyafetine kadar her davranış Batılı normlara göre yeniden düzenlenmeliydi. Bu amaçla öngörülen yeni sosyal düzeni açıklayan, modern sosyal normların nasıl hayata geçirileceğini açıklayan pek çok kitap yayınlanmıştır. Aynı zamanda bu tutum, muhalif bir tutumdur ve bu muhalefet, siyaset alanını önce kuramsal olarak daha sonra da pratikte halka açacaktır. Nitekim Meşrutiyet (parlamenter monarşi) sistemi ile demokrasi ve iki dereceli de olsa seçimler gündeme gelmiştir. Siyasal nitelikli bu adım, ekonomik yapıdaki yenilikler  ile -bu süreçte gayri müslimlerin ağırlıklı niteliğiyle birlikte düşünüldüğünde- laikliğe doğru atılacak adımları beslemiştir. Böylece geleneksel toplumun paternalist, ahlakçı ve dinsel yönelimli devlet felsefesinden Batı’nın sınıf mücadelesine dayalı laik devletine geçiş süreci başlamış olmaktadır. Mekânın, örgütlenmenin, ahlakın ve siyasetin yeni oluşumları, işlevsel-fiziksel örgütlenme olarak “uzam” ve kültürel kimlik-gündelik yaşam olarak alan kavramlarıyla ifade edilen modern kenti beslemektedir. Bir diğer deyişle bu oluşumlarla artık geleneksel/Osmanlı şehri özgün bağlamından uzaklaşmaktadır.

Modernizmin rasyonalizasyon ilkesine göre biçimlenen bu eğilimler, Cumhuriyet döneminde de sahiplenilerek sürdürülmüştür. Esasen ülkemizde ulus devlet olma süreci, aynı zamanda modern kent kültürünün kurulması süreci olarak da okunabilir. Atatürk’ün yeni devleti kurma çabası, bir bakıma Türk kültürünün ulusallaşarak evrensel boyuta ulaşmasını sağlama çabasıdır. Ulusal devlet kurma süreci, üretim güçlerinin kapitalizm öncesi aşamada olduğu ülkede bir yandan üretim güçlerinin gelişmesini sağlayıcı önlemler almak, bir yandan da Batı’da gelişmiş olan ulusal kapitalist devletin üst yapı kurumlarını topluma aşılamak biçiminde gerçekleşmiştir. Bu çerçevede anayasa, yurttaşlık yasası, eğitim-öğretim, giyim, kuşam biçimleri, saat, takvim, alfabe vb. devrimleri, kozmopolit imparatorluktan ulusal devlete geçiş çabalarıdır. Altyapı ilişkilerinin yetersizliği ve üretim güçlerinin azgelişmişliği nedeniyle büyük ölçüde üst yapısal güdümlemelerle desteklenmiş olan ulusal devlet kurma süreci, aynı zamanda modern kent kültürü oluşturma çabasıdır. Nitekim Erken Cumhuriyet döneminde modernitenin kentleşme politikaları üzerindeki etkisini, devletin öncülüğünde (devletçi modernleşme) yapılan devlet-kamu binalarında görmek mümkündür. Kentin imarı ve bu imarın çağdaş usullere dayandırılması yeni rejimin önceliklerinden birisiydi. Bu yaklaşımın kurumsal yansıması, 1928’de 1351 sayılı yasayla kurulmuş olan Ankara İmar Müdürlüğü olmuştur.

Türk toplumunda modern yaşam tarzını yerleştirmek, esasen Kemalizm’in çağdaş medeniyet seviyesine ulaşma hedefinin bir parçası idi. Modern yaşam hedefine ulaşmak için Osmanlı yönetimi ve Osmanlı geçmişi ile bağların koparılması ve yeni kurulacak düzenin idari-sosyal yapısının oluşturulması gerekli görülmekteydi. Bu amaç hem mimaride hem de toplumsal yaşamın düzenlenmesinde görülebilmekteydi.  Modern mimaride kübik yapı formları ile “kira-evleri” olarak adlandırılan apartmanlar konforun ve sosyal statünün simgesi olmuştur. Cumhuriyet Dönemi’nde kamunun gündeminde en önemli tartışma konularından birisi adab-ı muaşeret kurallarını öğrenmek ve bunlara uygun modern bir hayat yaşamak idi. Özellikle Ankara’da yaşayan üst düzey askeri ve sivil yöneticilerin ailelerinin yaşamları, modern hayat tarzının topluma yansıtılması hususunda bir rol modeldi.                                                                                                                                                                                                  Cumhuriyet Dönemi’nde kurulmak istenen modern yaşam tarzında özellikle kadının rolü radikal değişiklikler taşımaktaydı. Kadının rolü, ev işlerinde bilimsel ve rasyonel bir yaklaşımla verimliği artırmayı hedefleyen Taylorist ilkeleri uygulayan çağdaş ev hanımlığı idi. Öyle ki yemek pişirmeden çamaşır ve bulaşık yıkamaya, ütü ve çocuk bakımına kadar bütün ev işlerinde uygulanması gerekli görülen çağdaş ve bilimsel metotların öğretilmesi amacıyla ev hanımı adayı genç kızlar için 1928 yılında Kız Enstitüleri; okul yaşının üstündeki kızlar için de Akşam Kız Sanat Okulları açılmıştır.

Cumhuriyet dönemi sonrasında da modernleşme anlayışının sürdüğü; bu kez üretici güçlerin nispeten gelişmiş olduğu ve modernleşmenin bundan etkilendiği görülür. Nitekim Demokrat Parti’yle başlayan 1950’li yıllardan sonra ise devlet geriye çekilmiş ve modernite sürecinde küresel etkiler (liberal modernleşme) ve özel sektör belirleyici olmuştur. Bu dönem modernleşmesinde otoyol merkezli kent planlamasına geçilmiş, bu amaçla kamulaştırma ve arsa üretimine ağırlık verilmiştir. Günümüzde ise geçmiş dönemlerin sanayileşme metoduyla kalkınma modelinden vazgeçilerek, inşaat, otoyol ve küresel pazar mekânları üretmeye (cadde mağazacılığı, alış-veriş merkezleri) ve böylece küresel kent yaratılmasına odaklanılmıştır.

Ankara: Modern Kent İdeası ve Sonrası…

Ülkemizde 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren benimsenen modern kent kültürüyle ortaya çıkan değişmelere (yerel yönetim/beledi kuruluşları, kent ekonomisi ve ticaret işlevindeki değişmeler, buna yönelik kurumlar ve altyapılar vs.) yukarıda değinilmiştir. Söz konusu değişim süreci, modernite ve onun yönetsel ideolojisi olan ulus-devlet modeli esasına göre kurulan Cumhuriyet Dönemi’yle devam etmiş ve hatta bu dönemde daha somut ve görülür değişmelere yol açmıştır. Bu sürecin yapısal-toplumsal-siyasal nitelikli detayları önemlidir.

Osmanlı döneminde modernleşme çabaları esasen 17. ve 18. yüzyılda genellikle saray ve hâkim çevreler eliyle başlatılmış, ancak bu girişimler sokak tarafından etkili biçimde püskürtülmüştür. Bu nedenle özellikle İstanbul’da 19. yüzyıla kadar şehir kültürünün geleneksel kalıplarını taşıdığı söylenebilir. 19. yüzyılda devlet tarafından tepeden bir modernleşme benimsenmiştir. Bu girişim de yerelcilik adına bir direnişle karşılaşmış ve bunun sonucu olarak İstanbul, yerel-özsel karşıtlıkların (Doğu-Batı, İslam-Hristiyan, yerel-küresel) savaş alanı haline gelmiştir. Bu süreçler, bir yandan ülkemizde modern kent kültürünün deneysel alanının İstanbul olduğunu gösterirken bir yandan da bugün kentlerde bir arada yaşamayla ilgili kültürel krizlerin kökeninin yeni olmadığını, tarihsel bir arka plana sahip olduğunu ortaya koymaktadır.

Ülkemizde kent kültürünün İstanbul ile simgeleştirilmesinin temelinde yukarıdaki süreçler yatmaktadır. Her ne kadar modernizm Osmanlı dönemine içkin bir olgu ise de Cumhuriyet’in kuruluş ideolojisinde Osmanlı “eski”yi, modern/çağdaş olmayanı simgelediği için Cumhuriyet’le birlikte (yeniden) modernleşme süreci başlatılmıştır. Bu yeni yönelişin kendisini en somut olarak gösterdiği alanlardan birisi “kent”tir. İronik biçimde bir dönem modernin sembolü olan İstanbul Osmanlı’nın sembolü olarak algılandığından, Cumhuriyet’le birlikte modernitenin yeni sembol kenti Ankara olarak belirlenmiştir. Tekeli’nin de belirttiği üzere:

“(Türkiye Cumhuriyeti) Bir imparatorluğun parçalanması sırasında ortaya çıkmış ve ulus bilinci büyük ölçüde ‘yeniden inşa’ edilecek bir ulus devlettir. Ulus-devlet siyasal olarak kurulmuş olmasına karşın toplumsal bilinç düzeyinde yeniden oluşturulacaktır. Bunun başarılabilmesi konusunda Cumhuriyet yönetimi mekansal stratejilere önemli roller vermiş. Bunlardan belki de en önemlisi başkentin Ankara’ya taşınmasıdır”.

Ülkemizde kent kültürünün arka planının çözümlenmesi bakımından Ankara-İstanbul ikiliği önem taşır. Bu dönemde İstanbul, “arınılması gereken bütün muhayyel engelleri cisimleştiren odak” niteliği taşımaktadır. İstanbul’a yönelik bu bakışın etkisiyle 1930’lu yıllara kadar kentin nüfusunda önemli azalmalar ve bileşim değişikliği gerçekleşmiş,  kentten pek çok tüccar, iş adamı, zanaatkâr ve esnaf ayrılmıştır. Öte yandan başkentin Ankara’ya taşınmasıyla, genç cumhuriyetin fiziksel ve kültürel yatırımının önemli bir bölümü İstanbul’un aleyhine işleyecek biçimde buraya yönelmiştir. Ankara kültürel olarak “mikrop bulaşmamış” yeni bir başkent olarak algılanmaktaydı. Cumhuriyet’in kurucu seçkinlerinin kendilerine özgü milliyetçi bakışları, İstanbul’da tarihsel bir temel üzerine kurulmuş olan modernleşme öğelerinin benimsenmesini engellemiş ve bambaşka bir alternatif yaratmalarına neden olmuştur. Keyder bunun iki nedene dayalı olduğunu söyler. Bunlardan ilki; Osmanlı’nın ve özellikle İstanbul’un, fiilen yaşamış olduğu modernleşme türünün, bu toprakların ürünü bir süreç olarak görülmeyişidir. İkincisi; modernist Kemalist dünya görüşünün yerel olanı da İslam’la (gelenekle) bağlı görmesidir. Böylece ideal olan, yerelin keskin biçimde dindışı (seküler) olması, geleneğin kusurlarından arınması ve fakat onun bütün erdemlerini taşımasıydı. Yani yerel, pozitivizme açık ve ilerlemeciliği benimsemeye eğilimli olmalıdır.

Cumhuriyet’in modernleşme projesindeki en temel paradokslardan birisi, sanayileşmenin/gelişmenin eşitliksizci yüzü ile modernitenin yurttaşa ilişkin eşitlikçi yaklaşımının nasıl uzlaştırılacağı idi. Bu uzlaştırmayı gerçekleştirmek üzere halkçılık ilkesi benimsenmiştir. Hatta ironik biçimde, temelde bir kent projesi olan modernite, köycülük akımına kaynaklık etmiştir. Dolayısıyla Cumhuriyet’in modernite projesinin, aralarında çıkar farklılıkları olmayan yurttaşlardan oluşan bir toplum kurmayı hedeflediği görülür. Bu boyutlarıyla yeni rejim “ilk Türk’ü, ilk Ankaralı’yı” yaratmayı hedeflemektedir. Asaf, bu hususu 1929 tarihli Hakimiyet-i Milliye’de “Ankaralı” başlıklı yazısında şöyle ifade eder:

“Milletin yapısı ile, iskeletini şişirerek, semt semt, kat kat yükselen Ankara, yaşamağa başlıyan taşları ve toprakları ile bir gün, insanını da verecektir. Milletin yapısı ile Ankara şehrinin bitecekleri gün belki aynı tarihe tesadüf edecektir. Türkiye’nin yetiştireceği ilk Türkler ile birlikte Ankara’nın vereceği ilk Ankaralıları, belki aynı günde göreceğiz.

Yeni Ankara kendi hususiyetlerile teçhiz edeceği insanı, binalarının harcı kurumadan çıkaracaktır. Yeni caddelerinin, yeni meydanlarının, yeni abidelerinin arasında, yakın bir günde, yeni İ(i)nsanın bir mal sahibi emniyetile, dolaştığını göreceğiz. Bu insan işte, medeniyet camiasının içinde yaşayan medeni bir milletin medeni bir şehrinde -şehrin medeni hayatını, yolda mektebe giderken öğreneceği için nefes alırken bile medeni bir insan olacak ve bu insana ANKARALI diyeceklerdir”.

Yeni, modern Ankara, yukarıdaki insan tipinin yaratılacağı mekân olacaktır. Bu nedenle yeni bir devlet ve toplum kurma sürecinde kentler, Cumhuriyet’in yanısıra yeni insan ideolojisini de yansıtan mekanlar olarak düşünülmekteydi. Öyle ki, yeni rejimin medeniyet inşasında modern kentlerin kurulması hayati bir eksikliğin giderilmesi olarak görülmektedir.

 Bilindiği üzere modern kent kültürünün somut araçlardan birisi kent planlarıdır. Modern kent planlama anlayışının en gelişmiş biçimde yer aldığı 1933 tarihli Atina Şartı’nda da vurgulandığı üzere, kent planlama anlayışı, kentlerin sadece kişilerin çıkarları doğrultusunda biçimlenmesi durumunda sağlıksız bir gelişme ortaya çıkacağı ve dolayısıyla bu sürece kamu yararı açısından müdahale edilmesi gerektiği düşüncesine dayanır. Böylece kentler, sağlıklı ve özgür bireylerin yaşadıkları yerler olacaktır. Kent planlamasının bu işlevi, modernitenin öngördüğü kültürle tutarlıdır ve onun için bir alt yapı niteliğindedir. Bu işlevi nedeniyledir ki Cumhuriyet Dönemi’nde kent planlaması, modern kent kültürünü yerleştirme amacının ilk araçlarından birisi olmuştur. Cumhuriyet dönemi ile özellikle ve öncelikle Ankara’nın modern bir plan ile planlanması işine girişilmiştir. Söz konusu planlama süreci, Başkent’in örnek/model kent işlevi de düşünülerek gerçekleştirilmiştir.

Cumhuriyet’in modern ve model şehir kurgusu, ona yaraşır insan tipiyle bir bütün olarak düşünülmekte; deyim yerindeyse yeni kent, yeni insan tipi için inşa edilmektedir. Yakup Kadri, bu husustaki sorunu vurucu biçimde şöyle belirtir:

“Tıpkı Avrupalılar gibi giyiniyoruz, onlar gibi yiyip içiyoruz, onlar gibi düşünüyor, onlar gibi hissediyoruz, onların medeni kanunları dahilinde, onların tabi oldukları hayat şeraiti altında yaşıyoruz, fakat daima her manası ile sefil ve perişan bir Asyai dekor içinde. Birçok ümran eseri meydana gelmiş olmasına rağmen bizdeki medeni hassasiyet aynı ıstırabı çekmektedir.”

Yakup Kadri’nin dile getirdiği “medeni hassasiyetin ıstırabı”nı dindirmek için değiştirilemeyen “Asyai dekor”un çaresi, Yenişehir’e, buraya uygun görgüsü ve görüntüsü olmadığı düşünülenlerin zabıta tedbirlerle girişinin engellenmesi olarak bulunmuştur. Nitekim Ankara’nın modern ve model kent misyonu ile zorlayıcı yönetsel pratikler bir gereklilik olarak görülmekteydi. Öyle ki, dönemin yazarları bunu açıkça ifade etmektedir:

“İnkar etmiyoruz ki eski Ankara’yı emekle, tahammülle, zorla modern Ankara yapmağa çalışıyoruz. Fakat, bu kafi gelmiyor, Ankara sakinini de, emekle, vasıta ile ve hatta zorla Ankaralı yapmak mecburiyetindeyiz.”

Modernizm projesinde 1950’den 1980’e kadar süren dönemde önemli değişmeler olmuştur. Bu dönemde bir yandan kentleşme ve kentsel yapıda önemli değişimler gerçekleşirken, bir yandan da kentin sosyoloji ve kültüründe çeşitlenmeler baş göstermiştir.

Modernizm projesinin 1950’lerden sonraki en önemli adımlarından birisi, çok partili siyasal yaşama geçilmiş olmasıdır. Bu dönemde modernizm inkâr edilmemiş olmakla birlikte, o güne kadar öne çıkarılmış boyutlarından farklı boyutlarına odaklanılmıştır. Yeni dönemde “yurttaşa bakış açısı ya da halkçılığın siyasal pratik içinde yeniden yorumlanması” söz konusu olmuş; bu bağlamda halkın kısa vadeli isteklerinin biçimlendirdiği popülizm yaygınlaşmaya başlamıştır. Siyaset mekanizması da bu eğilimi hem besleyecek hem de ondan beslenecek bir nitelik dönüşümüne uğramıştır. Modernizmin yeni yorumu, dışsal faktörlerin de etkisiyle kentleşmeyi teşvik etmiştir. Öyle ki kentleşme, modernizmin kentlerde öngördüğü alt yapı ve konut üretimi gibi alanlarda sorunlara yol açacak kadar hızlı olmuş ve gecekondulaşmaya yol açmıştır. Gecekondulaşma ise ortaya çıktığı günden sonraki kentleşme sürecini marazlı bir hale sokmuştur.

 Bu sürecin kent sosyolojisi ve kültüründe özgün yansımaları olmuştur. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında kentlerde, geçmişte var olan geleneksel-modern ikileminin yanısıra köy-kent ikilemine dayalı yeni bir kültürel sorun yaratmıştır.1950’lere doğru kırsal kesimden kentlere yönelen kitleler, sanayi için potansiyel işgücü olmakla birlikte, geldikleri yerde yeterince örgütlü istihdam ve barınma olanağı bulamamıştır. Büyük ölçüde bu nedene bağlı olarak bu kitleler kent kültürü içinde eriyememişler; bir “yeniden sosyalleşme ortamı” bulamamışlardır. Böylelikle kentler, gecekondu kuşaklarıyla çevrelenmiş ve buralarda yeni bir kültürü oluşmuştur. Dönemin yerleşik kentli orta sınıfı, göçün ilk birkaç on yılı boyunca bu kesimlere bir “sorun” olarak bakmışlar; kentin kentlilerin olduğu ve onların kentte yeri olmadığını dile getirmişlerdir.

Kentli orta sınıfın bu düşüncesine rağmen göçler daha sonraki yıllarda hız kesmeden devam etmiştir. Nitekim gerek yeni kurulmaya başlayan sanayi sektörünün bu emek deposuna olan ihtiyacı gerekse bu kitlelerin demokratik siyasal süreç içinde varlıklarını sürdürmek için oylarını etkin biçimde kullanmaları, onların kentte kalıcı olmalarını sağlayacaktır. Bu dönemde kentli orta sınıfın bu kitlelere bakışı, geçmişteki radikal bakıştan farklı olarak, kültürel bir bağlama sahiptir. Buna göre artık bu kitlelerin kentteki varlıkları bir realite olarak görülüyordu lakin bu köylü oldukları gerçeğini değiştirmiyordu. Kentteki köylülerin belli bir süre kentte kalınca kentlileşecekleri, kentli kültürü benimseyecekleri ve nihayet tamamen kentli olacakları beklentisi söz konusuydu.

İlerleyen yıllarda köyden gelen kitlelerin niteliği, kentli orta sınıfın beklediği gibi değişmemiştir. Bu kitlelerin kente gelişleri üzerinden uzun zaman geçmiş ve ikinci-üçüncü kuşakları ortaya çıkmış olmasına rağmen bunlar, beklenen tipik kentliye dönüşmemişlerdir. Öte yandan bu süreçte sınıfsal konumlarıyla tutarlı oy tercihleri ve kentteki arsa spekülasyonundan pay alabilen bir kitle özelliği kazanmışlardır. Bu durum, başlangıçta “kentle bütünleşememe” olarak görülüp bir “kentsel sorun” olarak görülmüş ancak daha sonra “kentin yeni gerçeklikleri” olarak kanıksanmıştır.

 SONUÇ

Türkiye’deki kentleşme serüveni, kentin beton ve çelik gibi maddi unsurlardan önce düşünceyle kurulduğunu ve geliştiğini ispatlayan bir deneyimdir. Tanzimatla birlikte benimsenmiş olan modern kent idealizmi, 1950’lere doğru kentsel rant fırsatlarının fark edilmesiyle aşınmaya başlamış; 1980’lerden sonra da yok olmaya başlamıştır. Modern kentin niteliğine yönelik yasal ve mental sınırların esnekleştiği bir ortama kırdan kente akıp gelen kitlelerin de eklemlenmesiyle -İstanbul örneğinde olduğu gibi- nasıl bir kent olduğu tanımlanamayan, kime ait olduğu bilinmeyen yerleşimler ortaya çıkmıştır.

2000’lerden bu yana çelik, beton ve asfalt sayesinde pek çok kentin silüeti “çok modern” hale gelmişse de gelinen noktada “modern kent telakkisi”nin kaybedildiğini görmek zorundayız. Binalar, caddeler, yollar, araçlar modernizmin son biçimine göre yapılırken, kent planlarında ve özellikle kentin sosyolojisinde modernizme ihtiyaç duymamak; bu konuda rant rüzgarına kapılmak ve kendi sentezini yapmaya çalışmak tarihsel bir paradoks oluşturmaktadır.

Söz konusu paradoks, biçimsel olarak artık var olmayan gecekondunun siyaset ve yönetim düzleminde bir zihniyet olarak sürüyor olmasından kaynaklanmaktadır. Tarım alanlarının, meraların TOKİ inşaatlarına açılması ya da imar planlarına ve mevzuata aykırı ya da kaçak yapılar hususunda sıklıkla çıkarılan aflar; vatandaşın da devletten bu tür beklentiler içinde olması esasen “gecekondu zihniyeti”nin yansımalarıdır. Gecekondu zihniyetiyle modern kentler kurulamaz.

Modern kent, işlevsel bir mekânsal organizasyondur; onu bu niteliğiyle bir “makine” olarak görmek yanlış olmaz. Kent, bir makine gibi tıkır tıkır işlediğinde kalkınmanın, gelişmenin ve -bir zamanlar umulduğu gibi- sanayileşmenin manivelası olabilir. Bununla birlikte, bir makine ne kadar iyi çalışırsa çalışsın, duygudan ve insani niteliklerden yoksundur; o sadece bir makinedir. Makinanın işleyişindeki doğrusallık, düzenlilik, tanımlanabilirlik ve ölçülebilirliğin modern kentin işleyişinde de geçerlidir. Dolayısıyla modern kent, akılcı topluma hitabeder; duygusal/inanç merkezli topluma değil. Bu noktada mesele, bir tercih meselesidir geleneksel şehir ile modern şehir arasında. İş bu halde; her makinenin çalışması için nasıl ki kendi ezberlerimiz yerine kullanım kılavuzuna başvurmak daha rasyonel bir yöntem ise kentlerden beklenen işlevlerin ortaya çıkabilmesi için de modernizmin -özellikle toplum ve planlama- gereklerini gözetmek gerekir. Yöntem hususunda tutarsız politikalar, kentlerimizde toplumsal çalkalanmayı beslemeye ve yaşam kalitesini düşürmeye devam etmekten başka bir işe yaramayacaktır.

 

KAYNAKÇA

Acun, F. (2017), Değişme ve Süreklilik: Osmanlı’nın Torunları Cumhuriyet’in Çocukları, Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, 6. Baskı, Dora Yayınevi, Bursa.

Alada, A. B. (2008), Osmanlı Şehrinde Mahalle, Sümer Kitabevi, İstanbul.

Ayata, S.; Ayata, A. (2000), “Toplumsal Tabakalaşma, Mekansal Ayrışma ve Kent Kültürü”, Mübeccel Kıray İçin Yazılar, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2000, s.151-152.

Aydın, S.;Emiroğlu, K.;Türkoğlu, Ö.;Özsoy, E.D. (2005), Küçük Asya’nın Bin Yüzü: Ankara, Dost Kitabevi, Ankara.

Başdoğan, S., “Konutun Modernleşmesi ve Modern Dünyada Mimarın Meşruiyet Sorunu”, Güney Mimarlık, Eylül, S.5, 2011, s.17.

Bergen, L. (2013), Kenti Durduran Şehir, MGV Yayınları, Ankara.

Bilgin, İ. (1995), “Modernizmin Şehirdeki İzleri”, Defter, S: 23, Bahar, s.85-102.

Güney, Y.İ. (2009), Konutta Mekansal Organizasyon ve Toplumsal Cinsiyet: Yirminci Yüzyıl Ankara Apartmanları, Cinsi Cins Mekân, Dr. A Alkan, Varlık Yayınları, İstanbul.

Keyder, Ç. (2009), “Arkaplan”, İstanbul, Haz. Ç. Keyder, Metis Yayınları, İstanbul.

Kıray, M. B. (2007), Kentleşme Yazıları, Bağlam Yayınları, 3. Baskı, İstanbul.

Kongar, E. (2013), Kültür Üzerine, Remzi Kitabevi, 10. Basım, İstanbul.

Tekeli, İ.  (2008), Göç ve Ötesi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.

Tekeli, İ. (2001), Modernite Aşılırken Kent Planlaması, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara.

Tekeli, İ. (2014), Modernizm, Modernite ve Türkiye’nin Kent Planlama Tarihi, Türk Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul.

 [1] Prof.Dr. Ahmet Mutlu, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, ahmet.mutlu@omu.edu.tr

[2] Modernizmin temelini oluşturan Avrupa aydınlanma düşüncesi ile mekanikçiliğin ideal metaforu “saat” olduğu hatırlanmalıdır (y.n.).

[3] Bergen, L. (2013), Kenti Durduran Şehir, MGV Yayınları, Ankara, s.24-25.

[4] Ayata, S.; Ayata, A.(2000), “Toplumsal Tabakalaşma, Mekansal Ayrışma ve Kent Kültürü”, Mübeccel Kıray İçin Yazılar, Bağlam Yayınları, İstanbul, s.151-152.

[5] Başdoğan, S. (2011), “Konutun Modernleşmesi ve Modern Dünyada Mimarın Meşruiyet Sorunu”, Güney Mimarlık, Eylül, S.5, s.17.

[6] Tekeli, İ. (2014), Modernizm, Modernite ve Türkiye’nin Kent Planlama Tarihi, Türk Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, s.100.

[7] Tekeli, (2014), a.g.e., s.107-108.

[8] Kıray, M. B. (2007), Kentleşme Yazıları, Bağlam Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, s.139.

[9] Tekeli, (2014), a.g.e., 109.

[10] Aydın, S.;Emiroğlu, K.;Türkoğlu, Ö.;Özsoy, E.D. (2005), Küçük Asya’nın Bin Yüzü: Ankara, Dost Kitabevi, Ankara, s.276.

[11] Tekeli, (2014), a.g.e., s.108-109.

[12] Aydın, S.;Emiroğlu, K.;Türkoğlu, Ö.;Özsoy, E.D. (2005), a.g.e., s.276.

[13] Örneğin; 1894 yılında Ahmet Mithat Efendi tarafından basılan “Avrupa Adab-ı Muaşereti yahud Alafranga” adlı eser; yine Ahmet Mithat Efendi’nin 1911 yılında Matbaa-i Askeriye tarafından basılan “Usül ve Adab-ı Muaşeret” adlı kitap; 1913 yılında Lütfi Simavi tarafından basılan “Teşrifat ve Adab-ı Muaşaşeret” adlı kitabı bunlardan bazılarıdır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Güney, Y.İ. (2009), Konutta Mekansal Organizasyon ve Toplumsal Cinsiyet: Yirminci Yüzyıl Ankara Apartmanları, Cinsi Cins Mekan, Dr. A Alkan,Varlık Yayınları,İstanbul, s.107.

[14] 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren yeni ögelerin katılmasıyla birlikte Ankara’nın geleneksel yaşamındaki çeşitlenmeler buna örnek verilebilir. Bu dönemde Ankara’da yeni tüketim kalıpları ve davranış biçimleri ortaya çıkmıştır. Otel, gazino, bar, tiyatro, vb. ile müzik, eğlence ve sonra spor, alanlarında gruplaşmalar, geleneksel biçimlerin dışında örgütlenmeler, yeni mekanlar ve yeni toplumsallaşmalar yaratmıştır.  Ankara’nın geleneksel yapısından çıkıp, kozmopolit bir topluluğun iş, ticaret ve eğlence ilişkilerini geliştirebildiği ve bu tür yabancılarla ortak kullanım alanlarının çeşitlenip genişlediği modern kente dönüşmesi, metaforik olarak “han”lardan yabancıların kaldığı “otel”e geçişle ifade edilir.  “Han”a göre “otel”in Batılı ve kapitalist bir anlayışının ürünü olarak görüldüğü metaforun ayrıntılı açıklaması için bkz. Aydın, S.;Emiroğlu, K.;Türkoğlu, Ö.;Özsoy, E.D. (2009), a.g.e., s.285-291.

[15] Aydın, S.;Emiroğlu, K.;Türkoğlu, Ö.;Özsoy, E.D. (2009), a.g.e., s.277.

[16] Acun, Türk toplumunun Cumhuriyet’in ilk yıllarında yapılan inkılapların sonucunda değil, Tanzimat’tan beri yapılagelen yenileşme çabalarının birikerek ve nihayet nitel bir değişmeye yol açmasıyla değişmeye başladığını savunur. Bu bağlamda Cumhuriyet’in kuruluşu nitel bir değişmedir; fakat kurulan Cumhuriyet’in işleyiş biçimi, uygulamaları, tamamıyla Osmanlı’dan aktarılan kadrolarla ve bu kadroların devlet anlayışıyla alakalıdır. Bkz. Acun, F. (2017), Değişme ve Süreklilik: Osmanlı’nın Torunları Cumhuriyet’in Çocukları, Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, 6. Baskı, Dora Yayınevi, Bursa, s.59. Öte yandan Tanzimat sonrası modern değerleri toplumsal yaygınlaştırmaya yönelik kitapların benzerleri Cumhuriyet Dönemi’nde de yayınlanmıştır. Bunlardan bazıları; Harbiye Vekaleti Teşrifat Müdürü Safveti Ziya tarafından 1926 yılında yazılan “Adab-ı Muaşeret Hasbihalleri”; Abdullah Cevdet tarafından 1927 yılında yazılan “Mükemmel ve Resimli Adab-ı Muaşeret Rehberi”; Feliha Sedat tarafından 1932 yılında yazılan “Genç Kızlara Muaşeret Usülleri” adlı kitaplardır. Güney, Y.İ. (2009), Konutta Mekansal Organizasyon ve Toplumsal Cinsiyet: Yirminci Yüzyıl Ankara Apartmanları, Cinsi Cins Mekân, Dr. A. Alkan, Varlık Yayınları, İstanbul, s.107-108.

[17] Kongar, E. (2013), Kültür Üzerine, Remzi Kitabevi, 10. Basım, İstanbul, s.48-49.

[18] Ankara başkent yapıldıktan ve Cumhuriyet ilan edildikten sonra yeni rejim, hem kendi başkentini, rejimin kurucularının ihtiyaç ve arzularına uygun bir şehir hem de rejimin ülkeye örnek şehri yapmak emelini ortaya koyar biçimde öncelikle daha önce İstanbul’da uygulanmış olan “şehremaneti” sistemi getirilmiş; 16 Şubat 1924 gün ve 417 sayılı yasayla “Ankara Şehremaneti” kurulmuştur. Yasa’nın Meclis’te görüşülmesi sırasında Dahiliye Encümeni adına konuşan Karahisar-ı Sahip milletvekili Ulvi Bey, şehremanetinden beklentileri “yeni bir hayat kurmak” olarak ifade ederek şunları dile getirmiştir: “Hayatı kurtaramazsak, hayat-ı hakikiyi kurtaramazsak ve hayat-ı hakilki mefkuresinde giderken bunu nazar-ı itibara almazsak, mefkure hakikaten bir hayal, bir hülya, belki bir hiç olur.” (Yavuz, 1950: 285)’den akt.  Aydın, S.;Emiroğlu, K.;Türkoğlu, Ö.;Özsoy, E.D. (2009), a.g.e., s.384.

[19] Bergen (2013), a.g.e., s.89.

[20] Yasa’nın gerekçesinde “Muntazam ve yüksek bir program altında tanzim-i mesaiye şiddetle ihtiyacı olan bu işin (imar işi) başarılmasına mali kudreti çok zayıf ve ilmi ve idari teşkilatı onunla mütenasip olmayan Ankara Şehremaneti’nin muvaffak olması imkansızlığı birkaç senelik tecrübelerin neticesinde anlaşılmıştır. (…) asri ve fenni bir programına tevfikan yapılabilmesi (…) devlet bütçesinden büyük mikyasta nakdi muavenete mazhar ve icraatında azami serbesti ve selahatiyeti haiz (…) müdüriyet teşkili lüzumu şiddetle his edilmekte…” denilmektedir. (Yavuz, 1950: 296-97)’den akt. Aydın, S.;Emiroğlu, K.;Türkoğlu, Ö.;Özsoy, E.D. (2009), a.g.e., s.390.

[21] Güney (2009), a.g.e., s.109, 107.

[22] Güney (2009), a.g.e., s. 109.

[23] Bergen (2013), a.g.e., s.89.

[24] Keyder, Ç. (2009), “Arkaplan”, İstanbul, Haz. Ç. Keyder, Metis Yayınları, İstanbul, s.16.

[25] Modern kent kültürüne dayalı yapı öncesi Osmanlı’nın kendine özgü bir (kent) kültür anlayışı söz konusudur. Daha ziyade İslami karakterler üzerine yerleştirilmiş olan kent yapısı ve kent kültüründe küçük ölçekli, dayanışmacılığa dayalı ve sosyal farklılaşmaya fırsat tanımayan bir kent yaşamı ile iktisadi yapı vardır ve bu yapı kentlerde “prototip bir insan” ve “istikrar” üzerine kurulu bir düzen yaratmaktaydı. Osmanlı’da kentsel yaşam hakkında ayrıntılı bir analiz için bkz. Alada, A. B. (2008), Osmanlı Şehrinde Mahalle, Sümer Kitabevi, İstanbul.

[26] Keyder (2009), a.g.e., s. 16.

[27] Bkz. Bilgin, İ. (1995), “Modernizmin Şehirdeki İzleri”, Defter, S: 23, Bahar, s.85-102.

[28] Tekeli, İ. (2001), Modernite Aşılırken Kent Planlaması, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, s.24.

[29] Bu dönem, İstanbul’un kozmopolit nüfus yapısının önemli unsurları olan Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler’in kentten ayrılmaya başladığı dönemdir. Bu kesimler, -özellikle Rumlar- aynı zamanda Avrupa kent kültürünün İstanbul’daki temsilcileridir (y.n.).

[30] Bu dönemde Atatürk’ün beş yıl boyunca İstanbul’u hiç ziyaret etmemiş olması manidardır. Bkz. Keyder (2009), a.g.e., s.18-19.

[31] Keyder (2009), a.g.e., s.17.

[32] Halkçılık, ulusu oluşturan çeşitli toplumsal gruplar arasında eşitliğin sağlanması, ayrım yapılmaması, yasalardan ve hizmetlerden eşit olarak yararlanılmasını öngörür.

[33] Köy yaşamının yüceltilmesi, köylünün gelişen kapitalizmin etkilerine, yoksullaşmaya ve kültürel çözülmeye karşı korunması ve bir tür romantik geçmişe dönüş özlemi köycülük akımının genel çerçevesini oluşturur (y.n.).

[34] Aydın, S.;Emiroğlu, K.;Türkoğlu, Ö.;Özsoy, E.D. (2009), a.g.e., s.406.

[35] Asaf, B. (1929)’dan akt. Aydın, S.;Emiroğlu, K.;Türkoğlu, Ö.;Özsoy, E.D. (2009), a.g.e., s.407.

[36] Tekeli, İ.  (2008), Göç ve Ötesi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, s.18.

[37] Kadri, Y. Hakimiyet-i Milliye, 1 Haziran 1929’dan akt. Aydın, S.;Emiroğlu, K.;Türkoğlu, Ö.;Özsoy, E.D. (2009), a.g.e., s.437.

[38] Aydın, S.;Emiroğlu, K.;Türkoğlu, Ö.;Özsoy, E.D. (2009), a.g.e., s.437.

[39] Bu konuda 1934’te Atatürk’ün Türk Musikisine yönelik Meclis’te yaptığı eleştirel bir değerlendirmeden sonra 8 ay süreyle kamusal alanda ve radyoda Türk müziğinin çalınmasının yasaklanması örnek verilebilir. Bkz. Aydın, S.;Emiroğlu, K.;Türkoğlu, Ö.;Özsoy, E.D. (2009), a.g.e., s.406. Keza bir başka örnek de Ankara’da 1929-1946 arasında kesintisiz belediye başkanlığı yapmış olan Nevzat Tandoğan’ın uygulamaları olabilir.  “Tandoğan Ekolü” olarak da anılan bu tür uygulamalardan bazıları; Ankara'nın merkezinde “gezebilecek” kişilerin polisler tarafından kontrol edilmesi; bu kişilerin belli kılık-kıyafetlerle Ulus Meydanı’na girebilecek olmasıdır. Bu husustaki yetkileri ve tavizsiz tutumu nedeniyle Tandoğan “koltuksuz bakan” olarak nitelendirilmekteydi (y.n.).

[40] Gündüz, A. “Ankara’yı Sevenler Cemiyeti”, Hakimiyet-i Milliye, 17 Teşrinievvel 1931’den akt. Asaf, B. 1929’dan akt. Aydın, S.;Emiroğlu, K.;Türkoğlu, Ö.;Özsoy, E.D. (2009), a.g.e., s.407.

[41] Tekeli, İ.  (2008), Göç ve Ötesi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, s.28.

[42] “Gecekondu”nun hem olgu olarak doğuşu hem de belli dönemlerdeki af yasalarıyla kentteki yasadışı yapılaşmayı meşrulaştırması, esasen kentte modernite projesinden vazgeçişin işaretleri olarak değerlendirilmektedir. Bkz. Tekeli, (2001), a.g.e., s.33-37.

[43] Tekeli, (2011), a.g.e., s.166.

[44] Tekeli, (2011), a.g.e., s.166.

[45] Tekeli, (2011), a.g.e., s.167

  •   Etiket
  •   Okuma Bu haber 389 defa okunmuştur.

  YORUMLAR

0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
YUKARI